Müslümanların
Medine'ye hicret etmelerini önceleri pek önemsemeyen ve hatta
sevinen müşrikler, sonunda işin önemini ve stratejik boyutlarını
anlayıp korkmaya başladılar.
Onlara
göre, Medine'deki Evs ve Hazrec kabileleri müslüman olunca, aralarındaki
asırlık kan davalarını tarihe gömüp barışmış ve Mekke'den gelen
müslümanlarla birleşip, güçlü bir ittifak oluşturmuşlardı.
(Hazret-i)
Muhammed de Medine'ye gidip o toplumun başına geçince, çevre kabilelerdeki
müslümanların da katılımı ile bu ittifak daha güçlenir ve ileride
Mekkeliler için tehlike oluşturabilirdi.
Bunun
için Dâru'n-Nedve'de toplanıp, durum değerlendirmesi yaptılar
ve sevgili Peygamberimiz'in öldürülmesine karar verdiler.
Karar
gereği, hava kararınca Hazret-i Muhammed'in evi kuşatıldı ve âni
bir baskınla öldürülmesi için son hazırlıklara başlandı.
Yüce
Allah'ın emri ile Hazret-i Cebrail geldi ve sevgili Peygamberimize
Ebû Bekir ile birlikte hicret etmelerini bildirdi.
Sevgili
Peygamberimiz Yâsin Süresi'nin ilk 8 âyetini okuyarak evden çıktı
ve müşriklere görünmeden aralarından sıyrılıp geçti ve Ebû Bekir'in
yanına gitti.
Müşriklerin
çok sıkı kuşatması altındaki evinden yüce Allah'ın izni ile çıkan
Hazret-i Muhammed, Hazret-i Ebû Bekir ile birlikte Sevr Dağı'ndaki
bir mağaraya gitti ve orada üç gün kaldı.
Diğer
yandan, çok sıkı kuşatma altındaki evden Hazret-i Muhammed'in
çıkışına akıl erdiremeyen müşrikler, her tarafta O'nu aramaya
başladılar ve bazıları, ayak izlerini izleyerek mağaranın kapısına
kadar geldiler.
Ancak
mağaranın giriş kapısının kat kat örümcek ağları ile örülü olduğunu
ve kapı ağzında bir de kuş yuvasını gören müşrikler, "Bu
mağaraya yıllarca insan girmemiş" diyerek geri döndüler.
Mağarada
üç gün kalan sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Ebû Bekir ile birlikte
Medine'ye hicret etmek üzere yola çıktı ve sahil yolunu izleyerek,
rebiülevvel ayının 8. Pazartesi günü Medine yakınındaki Kûba köyüne
ulaştı.
Kûba'da
birkaç gün kalıp dinlenen ve oradaki müslümanlarla birlikte Kûba
Mescidi'ni yapan Hazret-i Muhammed,
Medine'den
kendisini karşılamaya gelenlerle birlikte Cuma günü Kûba'dan ayrıldı
ve Medine'ye doğru yola çıktı.
Kûba
ile Medine arasındaki Rânuna Vâdisi'ne gelindiğinde öğle vakti
olmuştu. Sevgili Peygamberimiz vâdinin üst tarafında devesinden
indi ve orada ilk Cuma hutbesini okudu ve ardından ilk Cuma namazını
kıldırdı. Sonra tekrar devesine bindi ve Medine'ye (şehir merkezine)
doğru hareket etti.
Mekke
müşrikleri kin, öfke ile öldürmek amacıyla Hazret-i Muhammed'i
ararken,
Medineliler
sabırsızlıkla ve sevinç gözyaşları ile Hazret-i Muhammed'i bekliyorlardı.
Gurbet
ellerinde Hazret-i Muhammed'in hasreti ile yanan boynu bükük muhacirin!
Yavrularını
kucağına alıp terasa çıkan genç hanımlar!
Akabe'de
biat eden Medineli müslümanlar!
Hastalar,
yaşlılar, gençler ve çocuklar yollara dökülmüş, sevinç göz yaşları
ile Hazret-i Muhammed'i bekliyorlardı!
Hazret-i
Muhammed'in Medine'ye yaklaştığı haberleri geldikçe ve tekbir
sesleri duyuldukça,
Coşku
ve heyecan doruğa çıkıyor, nefesler tutuluyor ve yaşlı gözler
Hazret-i Muhammed'i arıyordu.
Ve beklenen
o mutlu an geldi, yüce Allah'ın son peygamberi Hazret-i Muhammed
Seniyyetül Veda'dan Medine'ye girdi.
Medine
halkı tarihinin en büyük, en coşkulu bayramını yaşıyordu. Sevinç
göz yaşlarını tutamayıp, hıçkıra hıçkıra ağlayanlar! "Canım sana
feda olsun yâ Resulallah!" diye bağırıp yere yıkılanlar! Ve,
Tala'al bedru aleynâ, min seniyyâti'l-vedâ
kasidesi ile dağları, taşları ağlatanlar!
Yüce
Allah'ın son peygamberi Hazret-i Muhammed, artık Medine'de idi.
Hazret-i Muhammed artık onlarındı.
Ya Rab!
Bu ne büyük bir nimet! Ya Rab! Bu ne büyük bir lütuf! Vecebeş
şükrü aleynâ, mâ'deâ Lillahi dâ diye secdeye kapanıp, şükür etmekten
başka ellerinden ne gelirdi ki!..
Hazret-i
Muhammed, evlerinin önünden geçerken, kapılarını ardına kadar
açan Medineliler, devenin yularına yapışıp, "Yâ
Resulallah! bize buyur" diye yalvarıyorlardı!
Kimseyi
kırmak istemeyen sevgili Peygamberimiz, "Devemin çöktüğü yere
konuk olacağım" diye gönüllerini alıyordu.
Sağa,
sola bakınarak ve âdeta Medinelileri selâmlayarak ağır ağır yürüyen
deve önce boş bir arsanın önünde hafifçe çöktü, sonra kalktı ve
biraz yürüdükten sonra,
İstanbul
- Eyüp'te medfun bulunan ve ülkemiz için rahmet ve iftihar vesilesi
olan Ebû Eyyûb Halid bin Zeyd el Ensârî (Eyüp Sultan) hazretlerinin
kapısı önünde çöktü, boynunu yere koyup, hafifçe bağırdı. Yani
tamam dedi.
Sevgili
Peygamberimiz, Rabbimin takdir ettiği yer inşâAllah burasıdır
diye devesinden inmek üzere hazırlanırken,
Devenin
kapısı önünde çöktüğünü ve Hazret-i Muhammed'in deveden inmek
üzere hazırlandığını gören Eyüp Sultan hazretleri, bu büyük nimet,
bu ilâhî lütûf karşısında gözlerine inanamıyordu. Ağlayarak koştu
ve "Buyurun yâ Resulallah!" diye, sevgili
Peygamberimizi evine davet etti.
Eyüp
Sultan hazretlerinin evi, bir anda yeryüzünün en kutsal hanesi
ve İslâm'ın karargahı oluverdi.
Başta
Hazret-i Cebrail olmak üzere, melekler Hazret-i Muhammed'i ziyarete
geliyor ve Medine'ye hoş geldin diyorlardı.
Medine
halkı da gruplar halinde Hazret-i Muhammed'i ziyaret edip, sohbetlerinden
feyizler alıyor ve ülkemize hoş geldin diyorlardı.
Medineliler,
Hazret-i Muhammed'in feyizli sohbetlerine doyamıyorlardı ama,
ev dardı ve birçok kişi bu manevî nimetten yoksun kalıyordu. Bunun
tek çözümü, âcilen bir mescid yapmaktı.
Mescid'in
yeri de hazırdı. Devenin ilk çöktüğü yerdeki boş arsaya mescid
yapılacak ve devenin çöktüğü yer de Mescid'in kapısı olacaktı.
Arsa,
Sehl ve Süheyl adında iki yetime aitti ve Es'ad bin Zürâre hazretleri
bu yetimlerin velisi idi.
Arsanın
değeri on miskal altın olarak belirlendi ve Hazret-i Ebû Bekir
tarafından satın alınıp, mescid yapılmak üzere vakfedildi.
İnşaata
hemen başlandı ve sevgili Peygamberimiz de sırtında taş, kerpiç
taşıyarak ve çamur karıştırarak sahabeleri ile birlikte çalıştı.
Mescid
tamamlanınca, sevgili Peygamberimiz için de Mescid'in yanına,
tek katlı ve tek odadan oluşan küçücük bir ev yapıldı ve,
Sevgili
Peygamberimiz 7 ay konuk kaldığı Eyüb Sultan hazretlerinin evinden
kendi yuvasına taşındı.
Müslümanlar
artık beş vakit namazlarını bu Mescid'de, hem de sevgili Peygamberimizle
birlikte cemaat halinde kılıyorlardı.
Sonra
Hazret-i Muhammed'in nur ve feyiz saçan sohbetlerini doyasıya
dinliyor ve diledikleri gibi ibadetlerini özgürce yapıyorlardı.
Baskılı,
işkenceli günler geride kalmış, korkunç birer kabus gibi gecenin
karanlıklarına gömülmüş ve artık sabah olmuştu.
Kalbindeki
inancından dolayı günlerce işkence gören ve "Allah
bir" dediği için boynuna ip bağlanıp Mekke sokaklarında
sürüklenen Hazret-i Bilal,
Şimdi
Mescid'in yakınındaki en yüksek yere çıkıyor ve sesinin çıktığı
kadar bağırarak, "Allahü Ekber, Allahü Ekber" diye
ezan okuyor ve müslümanları namaza davet ediyordu.
Ya Rab!
Ne büyük lûtuf, ne büyük nimet, ne büyük özgürlük!...
|