MELEK VE İNSAN

 
 
 

HAZRET-İ MUHAMMED'İN HİCRETİ

 
 

      Müslümanların Medine'ye hicret etmelerini önceleri pek önemsemeyen ve hatta sevinen müşrikler, sonunda işin önemini ve stratejik boyutlarını anlayıp korkmaya başladılar.
      Onlara göre, Medine'deki Evs ve Hazrec kabileleri müslüman olunca, aralarındaki asırlık kan davalarını tarihe gömüp barışmış ve Mekke'den gelen müslümanlarla birleşip, güçlü bir ittifak oluşturmuşlardı.
      (Hazret-i) Muhammed de Medine'ye gidip o toplumun başına geçince, çevre kabilelerdeki müslümanların da katılımı ile bu ittifak daha güçlenir ve ileride Mekkeliler için tehlike oluşturabilirdi.
      Bunun için Dâru'n-Nedve'de toplanıp, durum değerlendirmesi yaptılar ve sevgili Peygamberimiz'in öldürülmesine karar verdiler.
      Karar gereği, hava kararınca Hazret-i Muhammed'in evi kuşatıldı ve âni bir baskınla öldürülmesi için son hazırlıklara başlandı.
      Yüce Allah'ın emri ile Hazret-i Cebrail geldi ve sevgili Peygamberimize Ebû Bekir ile birlikte hicret etmelerini bildirdi.
      Sevgili Peygamberimiz Yâsin Süresi'nin ilk 8 âyetini okuyarak evden çıktı ve müşriklere görünmeden aralarından sıyrılıp geçti ve Ebû Bekir'in yanına gitti.
      Müşriklerin çok sıkı kuşatması altındaki evinden yüce Allah'ın izni ile çıkan Hazret-i Muhammed, Hazret-i Ebû Bekir ile birlikte Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya gitti ve orada üç gün kaldı.
      Diğer yandan, çok sıkı kuşatma altındaki evden Hazret-i Muhammed'in çıkışına akıl erdiremeyen müşrikler, her tarafta O'nu aramaya başladılar ve bazıları, ayak izlerini izleyerek mağaranın kapısına kadar geldiler.
      Ancak mağaranın giriş kapısının kat kat örümcek ağları ile örülü olduğunu ve kapı ağzında bir de kuş yuvasını gören müşrikler, "Bu mağaraya yıllarca insan girmemiş" diyerek geri döndüler.
      Mağarada üç gün kalan sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Ebû Bekir ile birlikte Medine'ye hicret etmek üzere yola çıktı ve sahil yolunu izleyerek, rebiülevvel ayının 8. Pazartesi günü Medine yakınındaki Kûba köyüne ulaştı.
      Kûba'da birkaç gün kalıp dinlenen ve oradaki müslümanlarla birlikte Kûba Mescidi'ni yapan Hazret-i Muhammed,
      Medine'den kendisini karşılamaya gelenlerle birlikte Cuma günü Kûba'dan ayrıldı ve Medine'ye doğru yola çıktı.
      Kûba ile Medine arasındaki Rânuna Vâdisi'ne gelindiğinde öğle vakti olmuştu. Sevgili Peygamberimiz vâdinin üst tarafında devesinden indi ve orada ilk Cuma hutbesini okudu ve ardından ilk Cuma namazını kıldırdı. Sonra tekrar devesine bindi ve Medine'ye (şehir merkezine) doğru hareket etti.
      Mekke müşrikleri kin, öfke ile öldürmek amacıyla Hazret-i Muhammed'i ararken,
      Medineliler sabırsızlıkla ve sevinç gözyaşları ile Hazret-i Muhammed'i bekliyorlardı.
      Gurbet ellerinde Hazret-i Muhammed'in hasreti ile yanan boynu bükük muhacirin!
      Yavrularını kucağına alıp terasa çıkan genç hanımlar!
      Akabe'de biat eden Medineli müslümanlar!
      Hastalar, yaşlılar, gençler ve çocuklar yollara dökülmüş, sevinç göz yaşları ile Hazret-i Muhammed'i bekliyorlardı!
      Hazret-i Muhammed'in Medine'ye yaklaştığı haberleri geldikçe ve tekbir sesleri duyuldukça,
      Coşku ve heyecan doruğa çıkıyor, nefesler tutuluyor ve yaşlı gözler Hazret-i Muhammed'i arıyordu.
      Ve beklenen o mutlu an geldi, yüce Allah'ın son peygamberi Hazret-i Muhammed Seniyyetül Veda'dan Medine'ye girdi.
      Medine halkı tarihinin en büyük, en coşkulu bayramını yaşıyordu. Sevinç göz yaşlarını tutamayıp, hıçkıra hıçkıra ağlayanlar! "Canım sana feda olsun yâ Resulallah!" diye bağırıp yere yıkılanlar! Ve,
      Tala'al bedru aleynâ, min seniyyâti'l-vedâ kasidesi ile dağları, taşları ağlatanlar!
      Yüce Allah'ın son peygamberi Hazret-i Muhammed, artık Medine'de idi. Hazret-i Muhammed artık onlarındı.
      Ya Rab! Bu ne büyük bir nimet! Ya Rab! Bu ne büyük bir lütuf! Vecebeş şükrü aleynâ, mâ'deâ Lillahi dâ diye secdeye kapanıp, şükür etmekten başka ellerinden ne gelirdi ki!..
      Hazret-i Muhammed, evlerinin önünden geçerken, kapılarını ardına kadar açan Medineliler, devenin yularına yapışıp, "Yâ Resulallah! bize buyur" diye yalvarıyorlardı!
      Kimseyi kırmak istemeyen sevgili Peygamberimiz, "Devemin çöktüğü yere konuk olacağım" diye gönüllerini alıyordu.
      Sağa, sola bakınarak ve âdeta Medinelileri selâmlayarak ağır ağır yürüyen deve önce boş bir arsanın önünde hafifçe çöktü, sonra kalktı ve biraz yürüdükten sonra,
      İstanbul - Eyüp'te medfun bulunan ve ülkemiz için rahmet ve iftihar vesilesi olan Ebû Eyyûb Halid bin Zeyd el Ensârî (Eyüp Sultan) hazretlerinin kapısı önünde çöktü, boynunu yere koyup, hafifçe bağırdı. Yani tamam dedi.
      Sevgili Peygamberimiz, Rabbimin takdir ettiği yer inşâAllah burasıdır diye devesinden inmek üzere hazırlanırken,
      Devenin kapısı önünde çöktüğünü ve Hazret-i Muhammed'in deveden inmek üzere hazırlandığını gören Eyüp Sultan hazretleri, bu büyük nimet, bu ilâhî lütûf karşısında gözlerine inanamıyordu. Ağlayarak koştu ve "Buyurun yâ Resulallah!" diye, sevgili Peygamberimizi evine davet etti.
      Eyüp Sultan hazretlerinin evi, bir anda yeryüzünün en kutsal hanesi ve İslâm'ın karargahı oluverdi.
      Başta Hazret-i Cebrail olmak üzere, melekler Hazret-i Muhammed'i ziyarete geliyor ve Medine'ye hoş geldin diyorlardı.
      Medine halkı da gruplar halinde Hazret-i Muhammed'i ziyaret edip, sohbetlerinden feyizler alıyor ve ülkemize hoş geldin diyorlardı.
      Medineliler, Hazret-i Muhammed'in feyizli sohbetlerine doyamıyorlardı ama, ev dardı ve birçok kişi bu manevî nimetten yoksun kalıyordu. Bunun tek çözümü, âcilen bir mescid yapmaktı.
      Mescid'in yeri de hazırdı. Devenin ilk çöktüğü yerdeki boş arsaya mescid yapılacak ve devenin çöktüğü yer de Mescid'in kapısı olacaktı.
      Arsa, Sehl ve Süheyl adında iki yetime aitti ve Es'ad bin Zürâre hazretleri bu yetimlerin velisi idi.
      Arsanın değeri on miskal altın olarak belirlendi ve Hazret-i Ebû Bekir tarafından satın alınıp, mescid yapılmak üzere vakfedildi.
      İnşaata hemen başlandı ve sevgili Peygamberimiz de sırtında taş, kerpiç taşıyarak ve çamur karıştırarak sahabeleri ile birlikte çalıştı.
      Mescid tamamlanınca, sevgili Peygamberimiz için de Mescid'in yanına, tek katlı ve tek odadan oluşan küçücük bir ev yapıldı ve,
      Sevgili Peygamberimiz 7 ay konuk kaldığı Eyüb Sultan hazretlerinin evinden kendi yuvasına taşındı.
      Müslümanlar artık beş vakit namazlarını bu Mescid'de, hem de sevgili Peygamberimizle birlikte cemaat halinde kılıyorlardı.
      Sonra Hazret-i Muhammed'in nur ve feyiz saçan sohbetlerini doyasıya dinliyor ve diledikleri gibi ibadetlerini özgürce yapıyorlardı.
      Baskılı, işkenceli günler geride kalmış, korkunç birer kabus gibi gecenin karanlıklarına gömülmüş ve artık sabah olmuştu.
      Kalbindeki inancından dolayı günlerce işkence gören ve "Allah bir" dediği için boynuna ip bağlanıp Mekke sokaklarında sürüklenen Hazret-i Bilal,
      Şimdi Mescid'in yakınındaki en yüksek yere çıkıyor ve sesinin çıktığı kadar bağırarak, "Allahü Ekber, Allahü Ekber" diye ezan okuyor ve müslümanları namaza davet ediyordu.
      Ya Rab! Ne büyük lûtuf, ne büyük nimet, ne büyük özgürlük!...

bironcesi

 

 

bir sonrasi