MELEK VE İNSAN

 
 
 

SON PEYGAMBER'İN FARKLI ÖZELLİĞİ

 
 

      Yüce Allah Hazret-i Muhammed'den önceki dönemlerde, her topluma ayrı ayrı peygamber gönderir ve o peygamberler de yalnızca görevli bulundukları toplumlara ilâhî emirleri tebliğ eder, öğütler verir ve imana davet ederlerdi.
      Peygamberlerinin öğütlerini dinleyen ve ilâhî emirler doğrultusunda yaşayan toplumlar, manevî feyizler ve ruhsal zevklerle ibadetlerini yapıp, dünyada ve âhirette mutlu olurken...
      Peygamberlerinin öğütlerini dinlemeyen ve ilâhî emirlere isyan eden sapık ve putçu toplumlar da ilâhî gazabla helâk olup giderlerdi.
      Son peygambere gelince!..
      Yüce Allah şöyle buyuruyor:

      "(Ya Muhammed!) Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı (peygamber) olarak gönderdik." (Sebe, 28)

      Hicret olayı ile Mekke müşriklerinin baskıcı rejiminden kurtulan ve Medine'de olağanüstü bir coşku ile karşılanan Hazret-i Muhammed, beş vakit namazı Mescid'de sahabeleri ile birlikte kılıyor ve onları her açıdan tam bir müslüman olarak yetiştiriyordu.
      Ancak, son peygamber olan Hazret-i Muhammed için bunlar yetersizdi. Çünkü O, yalnızca Mekke ya da Medine halkına değil, ırk, renk, dil, ülke ve kıta ayırımı olmaksızın bütün insanlara gönderilen son peygamberdi.
      Yeryüzündeki bütün insanlara, yüce Allah'ın rahmetini müjdeleyici ve azabından uyarıcı peygamber olarak gönderilen Hazret-i Muhammed'in, köşesine çekilip mescidde oturması ve yalnızca Medine'deki müslümanlarla ilgilenmesi yeterli olamazdı. Çünkü O, son peygamberdi ve ondan sonra yeryüzüne başka peygamber gelmeyecekti.
      Son peygamber olan Hazret-i Muhammed'in Medine'nin dışına çıkması ve komşu kabilelerden başlayarak, durmadan, dinlenmeden çalışması ve ulaşabildiği bütün toplumlara İslâm'ı tebliğ etmesi temel görevi idi.
      Çünkü yüce Allah şöyle buyurdu:

      "Ey Resül (üm, Muhammed'im) sana Rabbinden indirilenleri tebliğ et. Eğer etmezsen, Rabbinin verdiği peygamberliği yapmamış (ve sorumlu) olursun." (Mâide, 67)

      Hazret-i Muhammed, hicret olayından sonra, Medine'de çok rahat ve huzurlu bir ortama kavuşmuştu ama, Medine dışındaki insanlar ne olacaktı? Onlar da O'nun ümmeti idi!..
      Bu ortamda köşesine çekilip evinde ya da mescidde oturamaz ve yalnızca Medine'deki müslümanlarla ilgilenip, diğer insanları sapık inançları ve sapık yaşantıları ile başbaşa bırakamaz ve görevini ihmal edemezdi. Çünkü peygamberlerin de sorguya çekileceği bir gün vardı.
      Bu nedenle sevgili Peygamberimiz, sahabeleri ile birlikte Medine dışına çıkmaya, komşu kabilelerden başlayarak, kabile kabile dolaşmaya ve ilâhî emirleri tebliğ etmeye başladı.
      Mekke döneminde, Mekke müşriklerinin korkunç baskısı altında güçlükle tebliğ görevini yapan Hazret-i Muhammed,
       Şimdi de Medine dışında, çöl doğasının ağır koşulları altında tebliğ görevini yapıyor ve insanları İslâm'a davet ediyordu.
      Özel uçağı ve klimalı arabası olmayan Hazret-i Muhammed, deve üzerinde zamanla yarışıyordu.
      Güneşte ısınan sıcak suları içerek ve kupkuru arpa ekmeğini yiyerek ıssız çöllerde dolaşıyor ve en uç noktalara kadar İslâm'ı taşımaya çalışıyordu.
      Bazen aç, susuz, uykusuz, kalıyor, bazen de amacını anlamayan ve kendilerine saldıran müşriklerle savaşma zorunluluğunda kalıyordu.
      Hazret-i Muhammed'in ve sahabelerinin olağanüstü çalışmaları ile İslâm hızla yayılıyor ve müslümanların sayısı çığ gibi büyüyordu. Özellikle Mekke'nin fethinden sonra, insanlar bölük bölük İslâm'a gelmeye başladı ve kısa zamanda Arap Yarımadası'nın tamamına yakını İslâmlaştı.

bironcesi

 

 

bir sonrasi