ASR
SURESİ
TEFSİR
Ayet: 3
3-Ancak
iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı
tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.
Hüsrandan
Kurtulanlar:
a)
Ancak iman edenler, Fatiha Sûresi'nde
ve Bakara Sûresi'nin başında ve diğer yerlerde geçtiği
üzere bütün âlemlerin Rabb'i, Rahmân'ı, Rahîm'i, din gününün
sahibi Allah'ın birliğini ve indirdiğini tasdik edip ona ihlas
ile ibadet ve itaate söz verenler, "en güzel"e; doğru itikad
ile inanıp, fazilet ile rezilliğin, iyilik ile kötülüğün,
doğru ile eğrinin, mümin ile kâfirin, itaat eden ile isyan edenin,
haklı ile haksızın Allah yanında farkı olduğuna,
hayır amellerin iyi, şer amellerin kötü cezası verileceği
ahiret gününe, din (kıyamet) gününe inananlar.
İMAN:
Lugat
mânâsı, "Doğrulamak, tasdik etmek, bir kimseye veya bir
şeye inanıp güvenmek" demektir. İslâmî ıstılâhta
iman; "Resûl-i Ekrem (sav)'i Allahû Teâla (cc)'nın katından
getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin hepsinde, kat'i olarak
tasdik etmek ve bunu diliyle ikrar etmektir."
Kur'an-ı
Kerîm gerçek imanın ne olduğunu aşağıdaki ayetlerde
açıklamıştır: "Müminler onlardır ki
Allah'a ve Resulüne inandılar; sonra şüphe etmediler."
(el-Hucurât, 49/15),
"Rabbimiz Allah'tır deyip sonra doğru yolda sebat
edenler." (Fussilet, 41/30),
"Müminler o kimselerdir ki Allah anıldığı
zaman yürekleri ürperir..." (el-Enfâl,
8/2), "İnananlar
en çok Allah'ı severler. " (el-Bakara,
2/165),
"Hayır, Rabb'in hakkı için, onlar aralarında çıkan
çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin
hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla
teslim olmadıkça inanmış olmazlar." (en-Nisâ,
4/65)
İman
etmekten maksat, Allah'a iman etmektir. Ancak, sadece varlığına
değil, aynı zamanda tek ilâh olduğuna, ortağı
bulunmadığına, insanların ibadet ve itaat edeceği
yegane varlık olduğuna, insanların kısmetini düzenleyip
bozanın ancak Allah olduğuna, dua ve tevekkül edilecek varlığın
yalnız O olduğuna, ancak O'nun emirlerine uyulup, ancak O'nun
yasaklarından kaçınılacağına, O'nun farzlarının
yerine getirilip O'nun yasaklarından uzak durulacağına, herşeyi
işiten ve görenin ancak O olduğuna, insanın sadece fiillerini
değil, fiillerini harekete geçiren gizli niyetlerini de bildiğine
inanmaktır. İmanın ikinci bölümü ise, Resulullah (s.a.s.)'a
inanmaktır. O'nun Allah tarafından tayin edilmiş en büyük
rehber ve lider olduğuna, getirdiği hükümlerin Allah tarafından
ve Hakk olduğuna, O'na itaat etmenin zorunlu olduğuna inanmaktır.
Risâlete iman etmek aynı zamanda meleklere, kitaplara, peygamberlere ve
Kur'ân'a iman etmeyi kapsamaktadır. Çünkü bunlar, Allah Resulü'nün
getirdiği talimatın unsurlarıdır. Üçüncüsü ahirete
inanmaktır. İnsanın bu dünya hayatı ilk ve son değildir.
İnsan ölümden sonra tekrar diriltilecektir. Bu dünyada yaptıklarının
hesabını Allah'a verecek ve bunun sonunda salih amel işleyenler
mükâfatlandırılacak; kötü olanlar ise cezaya çarptırılacaklardır.
Seyyid
Kutub (rh.a) tefsirinde şöyle demektedir:
İman,
geçici, küçük ve sınırlı olan insan denen bu varlığın
ezeli ve ebedi sınırsız temele bağlanmasıdır. Bu
bağlılık, insan denen varlığa bir güç, bir süreklilik
ve özgürlük verir.
Ayrıca
imanın ilkeleri, yüce ve Şerefli insanlığın da
ilkeleridir.
Tek
ilaha kulluk, insanı diğer varlıklara kulluğun basitliğinden
kurtarıp yüceltir. Gönlünde tüm kullarla beraber eşit bir
seviyede olma bilincini verir ona. Bu nedenle o, kimsenin önünde eğilmez.
Herşeye hakim olan tek Allah'tan başka kimseye boyun eğmez.
Rabbanilik,
insanın düşüncelerini, değerlerini, ölçülerini, yasalarını,
kanunlarını ve kendisini Allah'a; evrene ve insana bağlayan,
herşeyini kendisinden alacağı kaynağı belirleyen
otoritedir. Bu anlayış hayattaki heva, hevesi ve çıkarı
reddeder, söküp atar. Onun yerine şeriatı ve adaleti yerleştirir.
Mü'minin bilincinde kendi sisteminin değerini yükseltir. Onun bütün
cahili düşünce ve değerlerden kurtulması için kendisine
destek olur. Onu bu değerlerin üstüne çıkarır. İsterse
tek bir fert dahi olsa...
Allah'ın
dilediği yolda sağlıklı bir yer ve istikamet sahibi
olmakta bu imanın gereğidir. Bu durumda iyilik, gelip geçici bir
arzu, köklü temeli bulunmayan bir duygu ve kopuk bir hadise durumuna düşmez.
iyilik bu durumda birtakım etkenlerden kaynaklanır. Bir hedefe doğru
yönelir. Allah için birbirine bağlayan bireyler iyilik üzerinde yarışırlar.
Böylece Müslüman topluluk, apaçık ve tek hedefi olan ve ayırıcı
tek sancağı bulunan bir cemaat halinde ortaya çıkar.
İman
hayatın en büyük temelidir. iyiliğin her türü, her dalı
buradan dal budak salar. Meyvelerinin hepsi buna bağlıdır. Bu
iman olmadan iyiliğin her dalı ağacından koparılmış
olur. Solmaya ve kurumaya mahkum olur. Yoksa bunların hepsi şeytani
meyvelerdir. Onların bir sürekliliği ve devamlılığı
olamaz.
İman
hayatın tüm yüce iplerinin bağlarının kendisine bağlandığı
eksendir. Yoksa bu bağların tamamı çözülmüş, hiçbir
şeye bağlanmamış olur. Arzu ve isteklere ve ihtiraslarla
birlikte çürüyüp boşa gider.
İman
darmadağın haldeki hareketleri, amelleri birleştirir. Birbiri
ile uyumlu, birbiri ile yardımlaşan bir düzen içine sokar. Hepsini
tek bir yola, tek bir hareket içine sev keder. Bunların hepsinin belli
bir itici gücü ve hepsinin belirlenmiş bir hedefi vardır.
Bu
nedenle Kur'an bu temele dayanmayan, bu eksene bağlanmayan ve bu
sistemden kaynaklanmayan bütün işleri ve iyilikleri hiçe sayar, onlara
hiçbir değer vermez. Bu konuya islamın bakış açısı
apaçık ortadadır. İbrahim suresinde buyruluyor ki: "Rabbini
inkar edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde
şiddetli rüzgarda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler
karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez.
İşte koyu sapıklık budur." (İbrahim
18). Nur suresinde de şöyle buyuruluyor: "Kafirlerin
amelleri ise engin çöllerdeki serap gibidir. Susuz kimse onu
su zanneder, fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz.
Kafir karşısında Allah'ı bulur. O da hesabını
eksiksiz olarak görür. Zaten Allah'ın hesaplaşması çabuktur."
(Nur 39)
Bunlar
imana dayanmadığı müddetçe tüm iyiliklerin, tüm değerlerin
boşa çıkarılacağını gösteren apaçık hükümlerdir.
İman,
fıtratın sağlıklı olduğunu gösteren bir ölçüdür.
İnsanın bütün bir evrenin fıtratı ile uyum içinde olduğunu
gösterir. insan ve onun etrafını kuşatan evren arasında
sağlıklı, karşılıklı anlaşmanın
delilidir. insan bu evrenin içinde yaşar. Bünyesi sağlıklı
olan insan ile bu evren arasında karşılıklı iletişimin,
anlaşmanın olması gerekir ve bu karşılıklı
iletişimin insanı imana getirmesi icab eder. Zira bu evrenin kendisi
dahi onu bu şekilde harika olarak yaratan sınırsız
kudretin delilleri ve mesajları ile doludur. Bu karşılıklı
iletişim yitirilir veya bozulursa bu
hüsrandan başka birşey getirmeyen ve dış görünüş
itibarı ile iyi görünse de hiçbir iyiliğin kendisi ile birlikte
bir anlam ifade etmeyeceği kesin hüsrandır.
|