Arapça'nın bir diğer özelliği de, bizzat kendi grameridir. Bu husus da çok önemlidir. Arap lisanı çok kelime ihtiva eden bir dildir. Yani Arapça'yı başka bir dile çevirince, diğer dilden birçok kelimeye ihtiyaç vardır. Arapça bir cümle tercüme edilince, birçok cümle ile ancak ifade edilebilmektedir. Arapça'da sadece harf-ı ta'rif olan (el) değil, kelimelerdeki müennes ve müzekkerlikten başka fiil de müennes veya müzekkerdir. Çoğumuz biliyoruz ki “kale” (o dedi) erkek içindir, fakat "kalet" olunca bu, «kadın dedi» olur. Mesela; Türkçe'de «dedi» kelimesi kadın için de erkek için de, aynı şekilde kullanılır. Halbuki Arapça'da böyle değildir. Fiil dahi müennes veya müzekker olmaktadır. Bu, Arap lisanının belirleme kaidesidir. Arap lisanının bir başka yönü vardır ki, belki sadece Türkiye'yi ilgilendirir. Türkiye kütüphanelerinde diğer memleketlerde mevcut olmayan külliyetli bir miktarda Arapça elyazması kitaplar vardır. Paris'teki «Bibliotheoue Nationale» için Arapça el yazmaları yönünden çok zengin olduğu söyleniyor. Bu kütüphanede yedi bin Arapça elyazması vardır, İstanbul'da ise yarım milyon Arapça el yazması vardır. Böylece Türkiye'nin Arap dili, Arap edebiyatı ve Arapça eserler yönünden ne kadar büyük bir zenginliğe sahip olduğu anlaşılabilir. Bu el yazmalarını sadece İstanbul’da değil, küçük köylerde dahi gördüm. Erzurum'da hicrî 3. asra ait bir el yazmasının olduğunu söylediler ki, bu eser dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur. Şüphesiz, bu eserleri yayınlamak ve başka memleketlerin de bu hazineden istifade edebilmesini sağlamak, bu hazineye sahip olan memleket insanlarına düşen bir vazifedir. Şüphesiz ki Arap eserleriyle meşgul olan yabancılar, her zaman için Türkiye’ye gelememektedirler. Arapça ile uğraşan Türklerin sayısı artacak olursa, bunlar bu hazineden faydalanacaklar ve başkalarını da faydalandıracaklardır. Türklerle ilgili bir hususu da belirtmek isterim. Deniliyor ki -hatta bunu Türkler de tekrar ediyor- Türkler Arap topraklarını, İrak'ı Suriye'yi vs.yı fethettiklerinde, bu memleketlerdeki kütüphaneleri soydular ve kitapları çalıp, |
İstanbul’a götürdüler. Hatta Diyanet İşleri eski başkanlarından Şerafettin Yalıtkaya, aynı şeyi Prof. Ritter'e tekrar etmiştir. Ritter O'na «Bu zenginlik nereden geliyor?» diye sorduğunda O, «kılıçla» cevabını vermiştir. Bir tarih talebesi olduğum için, bu ifade bana dokundu; çünkü bunun böyle olmadığını biliyorum. Uzun zamandan beri Türkiye'ye gelmekteyim ve yirmi iki seneden beri İstanbul Üniversitesi'nde çalışmaktayım. Sadece İstanbul’un değil, hemen hemen Türkiye'nin bütün büyük şehirlerindeki kütüphanelerde çalıştım. Bu çalışmalarda bir neticeye vardım: «Acaba Türkler, bu eserleri harp ganimeti olarak mı, başka yoldan mı aldılar?» Bunun cevabını vermek için önce Selçuklularla başlayalım: Selçuklular, Arap memleketlerindeki fetihlerini çok erken bir devirde yaptılar; yaklaşık bin sene kadar önce. Allah'a şükürler olsun ki, fethettikleri topraklar, daima kendilerinde kalmış, yabancılar, mesela; Rumlar vs. bu toprakları Türklerden alamamışlardır. Şu halde, farz edelim ki Selçuklular, Bağdat vs. gibi yerlerdeki kitapları elde ettiler. Bu durumda söz konusu kitapların, Selçukluların fetihlerinden evvel yazılmış olması lazımdı. Çünkü ben, bugün bir şehri fethedecek olsam, bu şehirde bulacağım eserler, bu güne ait değil daha önceye ait olacaktır. Fakat ben, İstanbul, Ankara, Eskişehir, Çorum vs. gibi şehirlerdeki eserlerden, Türk fetihlerinden evvel yazılmış olanına rastlayamadım. Belki yirmi-otuz kadar olabilir. Bunun dışında hepsinin tarihi, Türk hakimiyetinden sonraya aittir. Yani bir Türk alimi, hakan olsun, kadı olsun, müftü vs. olsun, herhangi bir Arap'tan kitabını ödünç olarak alır ve onu istinsah ettikten sonra aslını, sahibine geri verirdi. Bugün kütüphanelerde mevcut olan el yazmaları, bu kabil istinsahlardır. Arap alimi, kitaplığını iyi muhafaza edemediği için bu eserlerin asılları kaybolmuş ve bugün elimizde sadece istinsah edilenler kalmıştır ki, ilim için bunlardan istifade ediyoruz. Bu demek oluyor ki, Türklerin, siyasi fatihleri olsun, ilmî fatihleri olsun (yani alimler), daima kitap toplayıcıları olmuşlardır. Satın alamadıkları kitapları da istinsah etmişlerdir. Bu şekilde İslami ilimlerin çoğu Araplar sayesinde değil, Türkler sayesinde muhafaza edilebilmiştir. |
![]() |