Hz. Ebu Bekir'i dinlemeye gelenler çoğalınca, (aralarında kadın, erkek, çocuk, yaşlılar vardı) bunlar Hz. Ebu Bekir'in Kur'an-ı Kerîm'de okuduğu, putlar ve putperestlik aleyhindeki ayetleri de dinliyorlardı. İşte bunun için Mekke'liler, Hz. Ebu Bekir'in bu yolla islamiyet'i yaymasına mani olmak istediler

     Fakat Mekkeliler, kendi askeri müttefiklerinin himayesi altında olan Hz. Ebu Bekir'e doğrudan doğruya hücum etme yerine, O'nun hamisi İbn Duğunna'ya müracaat edip, Hz. Ebu Bekir'in bu faaliyetini durdurmasını istediler.

     İbn Duğunna, Hz. Ebu Bekir'e şöyle söyledi: «Ben seni insanî bir vecibe olarak himayeme aldım. Ben müslüman değilim, sen müslümansın. Bunun için, Mekke'illerle, ortaya siyasi sorunlar çıkaracak şeyler yapmaman lazım» Başka bir tabirle Hz. Ebu Bekir'e, evinin mescidinde, yüksek sesle namaz kılmamasını söylüyordu. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ebu Bekir olduğu için, O'na hemen şu cevabı verdi: «Benim, senin himayene ihtiyacım yok, bana yalnız Allah yeter».

     Müşrikler tarafından aynı şekilde işkence gören Hz. Peygamber'in, bu sırada ne yaptığını bilmiyoruz. O'nun bazen gündüz, bazen gece, hiç kimsenin olmadığı bir zamanda Kabe'ye gittiğini biliyoruz. Fakat, evinde namaz kılmak için özel bir mescidi olup olmadığına dair kaynaklarımızda hiç bir yok.

     Mesela, kaynaklarda şunu okuyoruz: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.), Kabe'de namaz kılarken onu gören Ebu Cehil, arkadaşlarına şöyle söylemişti: «Bugün, falan yerde bir deve kesildi. Gidin onun bağırsaklarını ve işkembesini getirin de Peygamber'e bir şeyler yapalım». Mekke'liler bu devenin pis bağırsaklarını ve işkembesini 

getirdiler ve Hz. Peygamber (s.a.v.) namazda, secdedeyken, bu pislikleri başının üstüne koydular. Bu pislik çok ağır olduğundan, Hz. Fatıma'ya haber verilinceye ve O da koşa koşa gelip, bu pislikleri babasının başından kaldırıncaya kadar, başını yerden kaldıramadı ve secdede kaldı.

     Diğer ashaba gelince, onların, şehir dışında, mağaralarda yahut hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde namaz kıldıklarını biliyoruz.

     Netice olarak şunu demek istiyorum ki, başlangıçta davet için sadece Allah'ın evi Kabe vardı. Mekke'li müşrikler olsun, müslümanlar olsun, ibadetlerini burada yapıyorlardı. Fakat daha sonra; içtimai işkenceler neticesinde, müslümanlar başka çözümler aradılar ve namaz kılmak için evlerinde mescidler inşa etmeye başladılar.

    Şüphesiz, o zamanlar, yani müslümanların Mekke'de azınlıkta oldukları, işkence gördükleri bir devirde cami, İslamî bir müessese olarak mühim bir rol oynayamazdı. Fakat Müslümanlar Mekke'yi terk edip, Medîne'ye yerleştiklerinde, caminin önemi artacaktı. Muhakkak ki Caminin inşası, Ensarın hicretten evvel. Hac zamanında Mina'da müslüman olmalarından sonradır. İlk sene müslüman olan Medîne'lilerin sayısı altı kadardı. Bunlar Medine'ye döndükten sonra nasıl ibadet ettiklerine, nerede namaz kıldıklarına dair, elimizde fazla malumat yoktur; umumi camileri mi, yoksa evlerde hususi mescidleri mi vardı, bilemiyoruz. Fakat ikinci sene, Medine'lilerden Mekke'ye gidip, Resülullah'ı ikinci Akabe biatında görüp, müslüman olan grup hakkında, bazı malumata sahibiz.

 

Ana Sayfa

devamı