HACC VE KABE

     Arap lisanıyla ilgili değerlendirmelerden sonra, İslam müesseseleri ve İslam kültürü konularına geçebiliriz. Çünkü İslam kültürü birinci derecede Arapça'ya dayanır ve bu bakımdan Arapça, İslam kültürünün temelidir.

     Şimdi esas konumuza geçebilir ve İslam müesseselerinden söz edebiliriz.

     Müesseseler mevzuunda Avrupa'nın modern anlayışı ile, müslümanların klasik anlayışı arasında temel bir fark vardır.

     Batılılar Devlet ve Kiliseyi yani siyasi meselelerle, dinî meseleleri birbirinden ayırırlar. Batılılarda dinî ve siyasî meselelerden ayrı ayrı bahsetmek mümkündür. Şayet birisi, maddî hayattan söz ediyorsa, hiçbir zaman dinî hayata ait olan kiliseden, oruçtan, hacdan vs. den bahsetmez. Aynı şekilde, birisi dinî müesseselerden bahsediyorsa, hiçbir zaman siyasî müesseselerden söz etmez. Aralarında tam bir ayrılık mevcuttur. Bunun aksine olarak, Müslümanlarda böyle bir ayrılık yoktur. İslam’ın ilk devirlerinde Halife, hem ordu kumandanı olarak siyasi başkandı ve aynı zamanda camide imamdı. Şu halde Müslümanlarda, hayatın bu her iki cihetine taalluk eden müesseselerde, bu ayırım yoktur.

     Bu konuda şöyle bir örnek vermek mümkündür: Halifeler ve aynı şekilde Hz. Peygamber, müslümanlara dini mevzuda va'z etmek istedikleri zaman minbere çıkar ve müslümanlara hitap ederlerdi. Aynı şekilde, herhangi bir düşmanla savaşmak için bir o cami gönderildiği zaman aynı minbere çıkar, siyasi ve tamamen maddi olan meselelerden konuşurlardı. Aynı cami, hem siyasi, hem de dinî bir müessese olarak kullanılıyordu. Daha da ileri gideceğim. Mesela; Namazı ele alalım. Hiç kimse, namazın manevi bir şey olduğunu ve siyasetle hiçbir alakası olmadığını inkar etmez. Bu tamamen manevi bir meseledir. Fakat namaz imamı Hz. Peygamber'in tatbikatına göre, dinin reisi olabildiği için, otomatik olarak hem dini ve hem de siyasi olan bir özelliği vardı.

     Her bölgede, o bölgenin siyasi temsilcisi aynı zamanda caminin imamıydı. Şu halde, bu bölgedeki müslümanlardan herhangi birinin bir şikayeti olduğunda kadıya gideceğine doğrudan doğruya camiye gider ve şikayetini caminin imamına bildirirdi. Çünkü imam o bölgenin aynı zamanda siyasi lideriydi.

     Bu durumda müessese olarak camiden başlayabiliriz. Müslümanlar için cami, hem manevi ve hem de siyasi bir müessesedir, ibadet olarak da «hacc»dan söze girmeliyiz. Çünkü Hacc, ibadetin Allah'ın evinin önünde yapılması anlamına gelir;

     Fakat yeryüzündeki bütün müslümanlar, her zaman Kabe'nin önünde olamayacakları için, bunun yerine geçmek üzere müslümanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar ibadetlerini Kabe'ye yönelerek yaparlar. Bunun için «Hacc»tan başlıyorum.

     Hacc'ın tarihi çok ilginçtir. Hadis-i şeriflerde belirtildiğine göre, Allah Hz. Adem'i Cennet'ten çıkardıktan sonra Hz. Adem, uzun bir müddet işlediği günah için ağladı ve Allah'a tövbe etti. Allah onun tövbesini kabul ettikten bir müddet sonra, Hz. Adem, kendi manevi vazifesini düşünmeye başladı. Ve Allah'a şöyle yalvardı: «Ey Allah'ım! Ben cennette iken meleklerin, ibadet olarak Sen'in tahtının etrafında döndüklerini gördüm ve burada ben bundan mahrumum». Bu hadiste bir husus vardı ki, bilmiyorum benim istidlalim doğru mu? Hz. Adem de aynı şeyi yapıyordu. Hz. Adem’in de ibadeti aynı şekildeydi. Yani Allah'ın Arşı etrafında dönmek. Bir başka hadiste. Arş yerine Arş altında olan bir camiden bahsedilmektedir. Ve ben bu ikinci yönünü tercih ediyorum. Çünkü Allah sonsuzdur. Melekler veya Hz. Adem, Allah'ın etrafında dönemezlerdi. Bu mümkün değil, Arş'ın etrafı demek, Allah'ın etrafı demektir ki, bu mümkün değil, bunun içindir ki, Allah, Arş'ın altında bir ev, bir cami yapılmasını emretmişti ki onun etrafında dönsünler.

 

Ana Sayfa

devamı