Şu halde, o zamanki İslam cemiyeti için, Hz. Peygamber (s.a.v.) sadece bir din tebliğcisi olarak Peygamber değil, aynı zamanda Devlet Reisi idi. Devlet reisi olarak O, bildiğimiz bütün vasıfları taşıyordu. Yani O ordu kumandanı idi; mahkemenin hakimi idi; vergi alıyordu; eski kanunları ilga ediyordu. Bir devlet reisinin taşıması icab eden bütün vasıftan haiz idi. Bütün bunların yanında Hz. Peygamber (s.a.v.), ahlakî hayatı da idare ediyordu.

     Biliyoruz ki, bugünkü cemiyetlerde, kanun başka, ahlak başka bir şeydir. Hatta, bizim eski fukaha zamanında, bu farklılık kabul ediliyordu:

    «Fetva» ve «Takva» terimleri bilinen terimlerdendir. Fetva kanun'a; takva ise ahlaka taalluk ediyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) sadece fetva sahasında değil, aynı zamanda takva sahasında da reisti. Muhakkak ki, her iki husus arasında fark vardı. Herhangi bir şahıs, fetva sahasında bir kanun hükmüne tecavüz etmiş olsa, hükümet bu şahsı, kanunlara uymaya icbar ederdi. Fakat bir şahıs, ahlak'a mugayir bir iş yapacak olursa, cemiyet onu kınıyordu. Fakat, hükümet bu şahsa karışamıyordu. Netice olarak Hz. Peygamber (s.a.v.), insan hayatının bütün yönleriyle ilgileniyordu.

    Halife de Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi bütün bu meselelerle uğraşacak mıydı? Bu büyük bir problemdi. O zamanın müslümanları, Halife'nin salahiyetlerini ayırmışlardır. Ve demişlerdir ki; «Halife Peygamber gibi, olmayacaktır.» Yani Halife, yeni kanunlar ihdas edemeyeceği gibi eski kanunları da ilga edemeyecektir. Yani kısaca, ilahi vahyi alamayacaktır. Şüphesiz bunu, çok tahdit edilmiş bir manada anlamak lazımdır. Çünkü İslam toplumunda oluşan yeni bir mesele ile ilgili Kur'an-ı Kerim'de sarahat yoksa, aynı şekilde Hadis-i şeriflerde de sarahat yoksa, buna dair yeni bir kanun çıkartmak kaçınılmazdı.

Ve bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.), ictihad yapılmasına izin vermişti.

     Aynı şekilde, Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında, mecburi olmayıp, müstehap olan bir şey var idiyse, bu da değiştirilirdi.

     Ebu Ubeyd'in «Kitabu'l-Emval»da naklettiği calib-i dikkat bir olay vardır. O diyor ki: «ithalat ve gümrük tarifeleri, Hz. Ömer (r.a.) tarafından indirildi.» Yani Hz. Ömer (r.a.), gümrük tarifelerinin mecburi olduklarını düşünmüyordu. Kabul etmiyordu. Bilakis gümrük fiyatlarının indiriminde, İslam toplumu için faydalar mülahaza ettiğinden, böyle yapmıştı.

     Bir başka mesele daha vardı. Acaba bu Halife, sadece siyasi bir kral mı olacak, yoksa dinî vazifeleri de yürütecek miydi? Bu mesele, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ölüm döşeğinde verdiği bir emirle halledildi.

     Bundan Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın Camiye imam olarak tayinini kastediyorum. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın seçilmemesine dair teklifler olmasına rağmen O'nu imam tayin etmekte ısrar etti. Bundan, Hz. Ayşe'nin yaptığına atıfta bulunmak istiyorum. Hz. Ayşe, Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın kızı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı olmasına rağmen şöyle demişti: «Ya Rasulallah! Ebu Bekir'i imam tayin etme; çünkü o bunu tedvine muktedir değildir; O ağlayacak ve gerektiği gibi namazı kıldıramayacaktır.» Hz. Peygamber (s.a.v.), «Hayır, Ebu Bekir'e söyleyin, namazı o kıldırsın» dedi. Hz. Aişe, Hz. Hafsa'ya dönerek «Resulullah'a sen söyle, Ebu Bekir'i imam tayin etmesin; çünkü O, namazı kıldıramaz. Hz. Hafsa'da Hz. Peygamber'e aynı şeyi söyleyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) kızıyor ve «Siz Hz. Yusuf’un hanımları gibi, insanları yoldan çıkaranlarsınız; Ebu Bekir'e söyleyin O, kıldıracak».

 

Ana Sayfa

devamı