Adaletin Tevhid ile İlişkisi
Adalet, İslam’ın temel esaslarından biridir. Allah Teâlâ, kullarını adaletle hükmetmeye, doğru şahitlik yapmaya ve her hak sahibine hakkını vermeye davet etmektedir. Bu sorumluluk, kişinin kendi aleyhine olsa dahi geçerlidir. Zira adalet, müminin karakteridir:
“Ey iman edenler! Kendinizin, ana babanızın ve akrabalarınızın aleyhine bile olsa, Allah için şâhitlik ederek adâleti tam yerine getiren şâhitler olun! İster zengin ister fakir olsun, Allah ikisine de daha yakındır…” (Nisâ, 4/135)
Adaletin Tanımı ve Kaynağı
Adalet; bireyler arası ilişkilerde, toplum düzeninde ve Allah ile kul arasındaki bağda temel ilkedir. Bu, yalnızca ahlaki bir erdem değil, ilahî bir emirdir. İmam Şafiî, adaleti “Allah’ın emrine uygun şekilde amel etmek” olarak tanımlar.
Adalet, her hak sahibine hakkını vermek ve doğrulukla hükmetmektir. Zulüm ise bunun zıddı olup; hak sahibini hakkından mahrum bırakmak ve Allah’ın koyduğu ölçülerden sapmaktır.
Zulmün Mahiyeti: Şirk ve Tağut
Zulüm sadece kul hakkını çiğnemek değildir; aynı zamanda Allah’a ortak koşmaktır. Bu nedenle şirk, en büyük zulümdür:
“Ey oğulcuğum! Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk, en büyük zulümdür.” (Lokman, 31/13)
Şirk, Allah’ın hükmünü reddedip yerine beşerî sistemleri koymak; yasa koyma yetkisini Allah’tan başkasına vermek ve bu düzenlere itaat etmektir. Bu durum, kişinin Allah’a kulluğunu inkâr etmesi ve adaletin temelden yıkılmasıdır.
Böylece adalet, asli kaynağından koparılıp hevâ temelli, göreli ve değişken ölçülere indirgenmiştir. Tağutî sistemler, Allah’ın hükümlerini “aşırılık” ya da “irtica” gibi ifadelerle damgalarken; kendi koydukları kuralları “özgürlük”, “ilerleme” veya “insan hakları” olarak sunar. Bu, Kur’an’da “hakkı batıl ile karıştırmak” olarak tanımlanır:
“Hakkı batıl ile karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 2/42)
Tağut, Allah’tan başka hüküm koyan, itaat edilen her otoritedir. Bu sistemler, adalet kavramını tahrif ederek zulmü adalet kisvesiyle sunar.
Tevhid Temelli Adaletin Tesisi
Adaletin yeryüzünde tesisi ancak tevhid akidesiyle mümkündür. Çünkü adaletin kaynağı, hakkın sahibi olan Allah’tır. İnsanlar yalnızca Allah’a kulluk ettiklerinde ve O’nu tek yasa koyucu olarak tanıdıklarında adil bir düzen kurulabilir.
Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas; adaletin meşru kaynaklarıdır. Bu ölçülerin dışındaki her sistem ve ideoloji zulümdür.
Adaletin Uygulama Alanları
Allah’ın Kulları Üzerindeki Hakkı
Yaratıcının hakkı, yalnızca kendisine kulluk edilmesi ve şirk koşulmamasıdır. Şirk, adalete yapılmış en büyük ihanettir.
Peygamber’in Ümmeti Üzerindeki Hakkı
Müminler, Peygamber’e iman edip sünnetini yaşamakla yükümlüdür. Ashâbına ve Ehl-i Beyt’e muhabbet, bu bağlılığın gereğidir. Onlara düşmanlık etmek ise zulümdür.
Anne-Babanın Evlatları Üzerindeki Hakkı
Anne ve babaya hürmet, özellikle yaşlandıklarında onlara “öf” bile dememek adaletin gereğidir. Bu hakların ihlali büyük bir nankörlüktür.
Aile İçi Haklar
Kadın ve erkek, birbirlerine karşı hak ve sorumluluklarla yükümlüdür. Erkeğin nafaka temin etmesi, kadının aileyi koruması adaletin tezahürüdür. Bu sorumlulukların ihlali kul hakkıdır.
Halkın Yöneticiler Üzerindeki Hakkı
Yöneticiler, şeriata uygun şekilde adaletle hükmetmekle sorumludur. Beşerî sistemlerle hükmedenler ifsat içindedir.
Yöneticilerin Halk Üzerindeki Hakkı
Eğer bir yönetici şeriatla hükmediyorsa, halka düşen görev itaat etmektir. Ancak beşerî sistemlerle hükmeden otoritelere itaat, zulmü besler.
Beşerî Sistemlerin Tahribatı
Beşerî sistemler hevâya dayanır; sabit ve hikmetli değildir. Sürekli değişen kurallarla hak ve batıl sürekli yer değiştirir. Bu ise zulmü meşrulaştırır. Kur’an bu tür sapmaları şöyle reddeder:
“Yoksa onlar, cahiliye hükümlerini mi istiyorlar? Hâlbuki yürekten inanan bir toplum için, Allah’tan daha iyi kim hüküm verebilir?” (Mâide, 5/50)
Tevhid, yalnızca ibadet değil; yasama, yargı ve yönetim alanlarında da Allah’ı tek yetkili kabul etmektir. Müslümanın ölçüsü halkın değil, Allah’ın hükmüdür. Aksi durumda hak batılla karışır, zulüm meşrulaşır:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/85)
İslam Şeriatında Adaletin Pratiği
İslam’da adalet ilahî kaynaklıdır. Kur’an ve Sünnet, adaleti hem teorik hem uygulamalı olarak belirler. Hz. Ömer’in bir Yahudi ile Müslüman arasındaki davada Yahudi lehine hükmetmesi, adaletin inanç, ırk ve aidiyet gözetmeden uygulanabileceğinin örneğidir.
İbn Teymiyye’nin şu sözü bu hakikati vurgular:
“Allah, adil bir kâfir devleti ayakta tutar; fakat zalim bir Müslüman devleti ayakta tutmaz.”
Zulmün Toplumsal Sonuçları
Zulüm, bireysel günahın ötesinde, toplumsal çöküşün sebebidir. Kur’an’da Âd, Semûd, Medyen kavimleri gibi birçok topluluğun helaki zulümleri sebebiyle olmuştur:
“İşte Rabbinin helak ettiği şehirlerin haberleri bunlardır. Onlara zulmettiler de biz onları helak ettik.” (Kehf, 18/59)
Bugün İslam coğrafyasındaki çöküşün temelinde, zalim yönetimler ve adaleti terk etmiş toplumlar vardır. Şeriattan uzaklaşmak, siyasi ve ahlaki çürümeyi beraberinde getirmiştir.
Sonuç: Tevhid Temelli Bir Adalet Mücadelesi
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendisidir.” (Mâide, 5/45)
Adaletin yeniden tesisi, ancak Allah’ın gönderdiği şeriatla mümkündür. Hakkı hak, batılı batıl olarak tanımak İslami inkılâbın başlangıcıdır. Bugün zulüm, adalet kisvesiyle pazarlanmakta; Allah’ın hükümleri ise küçümsenmektedir. Bu tersyüz edilmiş düzene karşı, tevhid temelli bir mücadele şarttır.
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi