Pazar, 19 Şevval 1445

Adem (Aleyhisselam) hata işlediği zaman: “Allah’ım senden Muhammed’in hakkı için bağışlanmamı istiyorum” duası tevessüle delil olur mu?

Tevessül haktır yazısına cevap…
Bismillahirrahmanirrrahim.
Akide konusunda bir hadisin delil alınabilinmesi için mutlaka sahih olması şartı aranır.. Bazı Sufiler başlıkta geçen ve hadis olduğu iddia edilen bu sözün Hakim’in sahih dediğini ileri sürerek delil addetmeye kalkmışlardır..

Hadisin kritiği aşağıdadır…

Onların iddiaları:

Hz. Ömer anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Âdem hata işlediği zaman,

‘Ya Rabbi! Muhammed’in hakkı için beni affetmeni istiyorum.’ diye yalvardı. Allah,

‘Ey Âdem! Kendisini daha yaratmamışken, sen Muhammed’i nereden öğrendin?’ diye sordu. Âdem:

‘Ya Rabbi! Sen beni elinle yaratıp ruhundan bana üflediğinde, başımı yukarıya kaldırdım. Arşın sütunlarında “La ilahe illellah, Muhammedurresulüllah” yazılı olduğunu gördüm ve bundan anladım ki, ismini kendi isminin yanında yazdığın kimse yarattıkların arasında sana en sevgili olandır.’ Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu:

‘Ay Âdem, doğru söyledin; hiç şüphesiz Yarattıklarımdan bana en sevimli olan Odur. Onun hakkı için istediğinden ötürü seni bağışladım. Bilesin ki, eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım.”

Hadisi, Beyhakî, Taberanî, Hakim rivayet etmiştir. (bk. Hâkim, Mustedrek, II/615; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/116. Yusuf Nebhanî, Hucetullahi ale’l-âlemin, s. 210).

Göstereceğimiz ilk hadis, Hz. Ömer’in naklettiği şu hadis-i şeriftir:

لَمَّا اقْتَرَفَ آدَمُ الْخَطِيئَةَ Âdem (as) hatayı işlediğinde, قَالَ يَا رَبِّ dedi ki, ey Rabbim! أَسْأَلُكَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ لَمَا غَفَرْتَ لِى Muhammed’in hakkı için senden beni affetmeni istiyorum.

فَقَالَ اللَّهُ Bunun üzerine Allah Teala dedi ki, يَا آدَمُ Ey Âdem, وَكَيْفَ عَرَفْتَ مُحَمَّداً وَلَمْ أَخْلُقْهُ Ben daha onu yaratmamışken sen Muhammed’i nasıl bildin? قَالَ يَا رَبِّ Hz. Âdem dedi ki, Ey Rabbim! لِأَنَّكَ لَمَّا خَلَقْتَنِي بِيَدِكَ وَنَفَخْتَ فِيَّ مِنْ رُوحِكَ Şüphesiz sen beni -kudret- elinle yaratıp bana ruhundan üflediğinde, رَفَعْتُ رَأْسِي başımı kaldırdım, فَرَأَيْتُ عَلَى قَوَائِمِ الْعَرْشِ مَكْتُوبًا ve arşın direkleri üzerinde şöyle yazılı gördüm, لا إله إلا الله ، محمد رسول الله Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın resulüdür. فَعَلِمْتُ Bunun üzerine bildim ki, أَنَّكَ لَمْ تُضِفْ إِلَى اِسْمِكَ إِلاَّ أَحَبَّ الْخَلْقِ إِلَيْكَ Şüphesiz sen, kendi isminin yanına ancak kullarından en çok sevdiğinin ismini katarsın.

فَقَالَ اللَّهُ Bunun üzerine Allah Teala da dedi ki: صَدَقْتَ يَا آدَمُ doğru söyledin ey Âdem, إِنَّهُ لَأَحَبُّ الْخَلْقِ إِليَّ şüphesiz O, kullarımın bana en sevgilisidir. اُدْعُنِي بِحَقِّهِ onun hakkıyla -yani onun hürmetine- dua et, فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ şüphesiz ben de seni affettim, وَلَوْلاَ مُحَمَّدٌ مَا خَلَقْتُكَ eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım…

Gördüğünüz gibi, Hz. Âdem, Peygamberimiz (asm) ile tevessül ediyor ve O’nun hürmetine af diliyor. Allah Teala da اُدْعُنِي بِحَقِّهِ “Onun hakkıyla dua et.” diyerek, Peygamberimiz (asm) ile tevessül etmesini emrediyor…

Şimdi bu hadis-i şerifin kaynaklarını inceleyelim:

Bu hadis-i şerifi; Hakim “Müstedrek”te sahih olarak nakletmiştir.

İmam Suyuti, “Hasâis-i Nebeviye” isimli eserinde sahih olarak rivayet etmiştir.

İmam Beyhaki ki, “Delail-i Nübüvve” isimli eserinin başında, mevzu yani uydurma hadisleri rivayet etmediğini belirtmiş ve bu eserinde mezkur hadisi rivayet etmiştir.

İmam Kastalâni ve Zürkâni bu hadisi, “Mevahib-i Leduniyye” isimli eserlerinde nakletmiştir.

İmam Subki, “Şifaü-s Sikam”da İmam Taberani, “Evsat”ta; “Şeyhülislam Belkini “Fetavâ”sında; İbnü-l Cevzi “Vefa” isimli eserinde; İbni Kesir “Bidaye” isimli eserinde bu hadisi nakletmişlerdir.

Ebu Cafer Hazretleri, Peygamberimiz (asm)’in huzurunda dua ederken, Peygamberimiz (asm)’in kabrine yönelmenin hükmünü İmam Malik‘ten sorduğunda, İmam Malik Hazretleri bu hadis-i şerife dayanarak ona şöyle cevap vermiştir:

“Resulullah (asm), senin ve baban Âdem’in kıyamet günü vesilesi iken, niçin yüzünü ondan dönüyorsun?..”

İşte naklettiğimiz bu hadis-i şerifin senedi bu kadar sahihtir. Zikrettiğimiz hadis alimleri bu hadisin sıhhatinde ittifak etmişlerdir.

Aynı zamanda bu hadis, gaibte olanla, yani huzurda olmayanla tevessül edilebileceğine de delildir. Çünkü Hz. Âdem (as), Peygamberimiz (asm)’in ismiyle tevessül ettiğinde, daha Peygamberimiz yaratılmamıştı.

Demek hayatta olmayan kimseyle tevessül caizdir ve bunu ilk yapan Hz. Âdem (as)’dir.

İddialara Cevap:

Allah’a hamd olsun,

Bu hadis Mevzu/uydurma bir hadistir. Hakim, Abdullah bin Muslüm el Fehri yoluyla rivayet etmiştir. İsmail bin Meslem bize tahdis etti, Abdurrahman bin zeyd bin Eslem haber verdi babasında rivayet etti o da dedesinden rivayet etmiştir ki; Ömer bin Hattab Radiyallahu anhu rivayet ettiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi: “Adem (Aleyhisselam) hata işlediği zaman……” diyerek hadisi zikretti.

  1. İddia: “Bu hadis-i şerifi; Hakim “Müstedrek”te sahih olarak nakletmiştir.”

Hakim şöyle dedi: bu hadisin isnadı sahihtir. (Müstedrek 2. Cilt 615.s.)
Hakim böyle söylemiştir ancak alimlerden bir topluluk bunu araştırdı ve bu hadisi tashih ettiği için eleştirilere maruz kalmıştır. Buna karşılık bu hadisin batıl ve uydurma bir hadis olduğuna hükmetmişler.Ayrıca Hakim’in de bu hadisi rivayet ederken tenakuza düşmüştür.

Alimlerin bu konu hakkındaki sözleri:

Zehebi, Hakim’in yukarıdaki sözü üzerine şöyle dedi: Hadis Mevzudur bu rivayette bulunan Abdurrahman hadisi alınmayan biridir. Abdullah bin Muslüm el Fehri ise kimin olduğunu bilmiyorum.

Zehebi “Mizan el itidal” adlı kitabında bu hadis hakkında batıl (yalan) bir hadis olduğunu söylemiştir.

 İbn Hibbân bu hadisinin ravilerinden Abdurrahman b. Zeyd b. Eşslem hakkında onun hadis uydurmakla meşhur olduğunu belirterek şöyle der:
“Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur.”

İbn Hacer el- Askalânî de İmam zehebi’ye katılarak bu rivayet batıldır der.

 

Ayrıca rivâyetin batıllığına delil olarak mervisine ( hadisin metin kısmına)şöyle bir eleştiri getirilmiştir:
“Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.s.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmeden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:

“Adem (a.s.) Hindistan’a iner ve yalnızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallah (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Resûlullâh (iki defa) deyip ezan okur. Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.” (İbni Asakir – 1/ 323)


Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir. Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.s.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed s.a.v’i tanımamıştır.

Hafız İbn Hacer, bu görüşü “Lisan el mizan” adlı kitabında onaylamıştır.

2. İddia:“İmam Suyuti, “Hasâis-i Nebeviye” isimli eserinde sahih olarak rivayet etmiştir.”

Berkuk Türbesi şeyhliği yapan Süyûtî (1470) ,  tarikat ehli olup yapmış olduğu “Tenzîhü’l-iʿtiḳād ʿani’l-ḥulûl ve’l-ittiḥâd” adlı eseri onun  tasavvuf anlayışını içeren en önemli bir risâledir (Kahire 1934; nşr. Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd, Kahire 1959; nşr. Saîd Muhammed el-Lahhâm, Beyrut 1996). İmam Süyûtî’nin hadis anlayışı ile ilgili “et-Tenḳīḥ fî mesʾeleti’t-taṣḥih” eserine bakmak yeterli olacaktır. Bu kitap aynı zamanda onun en son eseridir.

“Ancak fezâil hakkında zayıf hadislere yer verilebileceği görüşünü benimseyen Süyûtî’nin zayıf, hatta mevzû hadisleri durumlarına işaret etmeksizin kullandığı da olmuştur. Onun hadisçiliğinin önemli bir yönünü tasavvufa ilgisi teşkil eder. Tasavvuf ehline has bazı halleri benimsediği anlaşılan Süyûtî, meselâ Hz. Peygamber’i uyanıkken görme konusundaki birçok rivayeti zikrettikten sonra bunların değerini hadis ilminin kriterlerine göre tartışmak yerine böyle bir halin ancak yaşayanlar tarafından anlaşılabileceğini söylemekle yetinmiştir (el-Ḥâvî, II, 483). Birçok tarikattan icâzet alıp hırka giyen, Desûkıyye’nin dört kolundan biri olan Süyûtiyye’nin nisbet edildiği Süyûtî tasavvufta Ehl-i sünnet’in yolundan ayrılmamıştır. Tasavvufu yanlış anladıkları gerekçesiyle bilhassa vahdet-i vücûd, hulûl ve ittihad anlayışını benimseyenleri, ibâha ehlini ve kendi düşüncelerinin Allah’tan mülhem olduğuna inandıkları için şeriatın ve sünnetin emirlerine riayet etmeyenleri şiddetle eleştirmiştir (Tenzîhü’l-iʿtiḳād, I, 304 vd.).” ( Bknz. TDV İslâm Ansiklopedisi Suyuti maddesi, C.38, Syf. 188-198)

3. İddia: “İmam Beyhaki ki, “Delail-i Nübüvve” isimli eserinin başında, mevzu yani uydurma hadisleri rivayet etmediğini belirtmiş ve bu eserinde mezkur hadisi rivayet etmiştir.”

İlgili yerde İmam Beyhaki hadisin kritiğini yaparak en iyi niyetli bu hadisin zayıf hadis kategorisinde yer alacağını belirtmiştir. Bu hadisi oradan alanların Beyhaki’nin sözlerini görmemesi imkansızdır. Dolayısı ile bu çirkin bir niyeti ortaya koymaktadır ki Allah onları ıslah etsin…

Beyhaki şöyle demiştir: bu hadisi bu yönü ile Abdurrahman bin zeyd bin Eslem tek başına rivayet etmiştir böylece zayıftır. (Delailun Nubuvve – 5. cilt 488.s)
Bu görüşü İbn Kesir “Elbidaye ve el nihaya” adlı kitabında da ikrar etmiştir. S. 69

4. İddia: İmam Kastalâni ve Zürkâni bu hadisi, “Mevahib-i Leduniyye” isimli eserlerinde nakletmiştir. İmam Subki, “Şifaü-s Sikam”da İmam Taberani, “Evsat”ta; “Şeyhülislam Belkini “Fetavâ”sında; İbnü-l Cevzi “Vefa” isimli eserinde; İbni Kesir “Bidaye” isimli eserinde bu hadisi nakletmişlerdir.

Subki tasavvuf ekolünden olup yine iddia sahibinin şuaralarda da geçiyor dediği İbni Kesir’e arasına kattığı işin aslı şöyledir. Öncelikle burada iyi niyetle açıklanmayacak bir köylü kurnazlığı yatmaktadır.  Peş peşe kaynak isimleri  verilip “hadis şuralarda da geçiyor” denilerek “hepsi sahih diyor” havası verilmek istenilmesinin ilimle adaletle açıklanabilir bir yanı yoktur. Belirttiğimiz üzere İbni Kesir hadis hakkında zayıf derken (Enneihaye vel Bidaye /69.s)  diğer yerlerde de ya uydurma ve yine belirtiğimiz üzere en iyi niyetle zayıf olduğu yer almaktadır…

5.İddia : Ebu Cafer Hazretleri, Peygamberimiz (asm)’in huzurunda dua ederken, Peygamberimiz (asm)’in kabrine yönelmenin hükmünü İmam Malik‘ten sorduğunda, İmam Malik Hazretleri bu hadis-i şerife dayanarak ona şöyle cevap vermiştir: “Resulullah (asm), senin ve baban Âdem’in kıyamet günü vesilesi iken, niçin yüzünü ondan dönüyorsun?..”

Biz bunun aslını herhangi bir kaynakta bulamadık. Zaten iddia sahipleri de vermemişler. Muhtemelen Şii’lerden aşırılma olabilir…
– Biz bu iddiayı Sinan Yımaz’ın tevessül Haktır kitabında bulduk..Ama orada da bir kaynak bulamadık… Yalanın nasıl yazıldığını görmeniz amacı ile kitabın ilgili bölümünün görüntüsünü aktırıyor ve oradaki şu cümleye dikkat çekiyoruz: “İşte naklettiğimiz bu hadis-i şerifi n senedi bu kadar sahihtir. Zikrettiğimiz hadis alimleri bu hadisin sıhhatinde ittifak etmişlerdir.”  

Allah islah etsin… Körü körüne batılın peşinden koşmak yerine yarın Allah katında adil bir yargılanma ile yargılanacakları bilinciyle davranıp hakkı kapatmaya çalışmasalardı… Yüce Allah elbette onlara hakkı gösterirdi.. Ancak niyet bozulunca Allah’ın rahmeti fersah fersah uzaklaşır…  Nitekim küçük bir yalan bile melekleri oradan uzaklaştırıken… Hasbunallah…

Hakim, sahih dediği hadisin ravisini bizzat kendisi hadis uydurmakla suçlamıştır.

Ayrıca Şeyhul islam İbn Teymiye Hakim’in “Kulli alimun hefvetun” “her alimin bir sürçmesi vardır” sözüne atfedilecek bir şekilde, ravi Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem için E Medhal’de  bizzat kendisinin hadis uydurmakla meşhur olduğunu aktarıp sonra da bu hadise sahih demesinin sürçmeden başka birşeyle açıklanamayacağının altını çizmiştir. Meşhur Kitabı “ Elkaide el Celile fi tevessül ve vesile” de İbni Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Hakim “ el Medhal İle Marifeti el sahih min el sakim” adlı kitabında şöyle demiştir: Abdurrahman bin zeyd bin Eslem babasından uydurma hadisler rivayet etmiştir. Meslek erbabı bu raviye dikkat ettiklerinde çok yanlış yaptığı görülecektir.”

Yine Şahıs aracığıyla dua konusundaki hadislerin değeri bölümünde şöyle aktarmışlardır:

“Ben diyorum ki: el – Hâkim’in bu hadîsi rivayet etmiş olmasına karşı çıkılarak reddedilmiştir. Üstelik bizzat kendisi «Kitâbü’l-Medhal ilâ-Ma’rifeti’s-Sahîh mine’s-Sakim» (Sahîh Hadîsi Sakîm Haberden Ayırmaya Giriş) adlı eserinde şunları söylemektedir: «Abdurrahmân b. Zeyd b. Eşlem, babasından, üzerinde düşünen hadîs erbabının gözünden bizzat onun tarafından uydurulduğu kaçmayacak olan mevzu hadisler rivayet etmiştir».

    Ve yine diyorum ki: Hadîs âlimlerinin ittifakıyla Abdurrahmân b. Zeyd b. Eşlem, zayıf bir râvî olup çok çok hata yapan birisidir, Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür’a, Ebû Hatim, Nesâî, Dârakutnî ve diğer hadîs otoriteleri onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir. Ebû Hatim İbn Hibbân şunları söyler: «Abdurrahmân farkında olmaksızın haberleri maklûb hâle getirir, altını üstüne çevirirdi. Rivayetlerinde mürsel haberleri merfû, mevkufları müsned göstermesi gibi durumlar o kadar çoğaldı ki, terkedilmeyi haketti».   (1.c. 334- 336.s ). 

 

Tasavvuf erbabı eğer İbni Teymiyye’yi eleştiri gözüyle saldırmak için değil anlamaya çalışsalardı, gerçekten ondan istifa edebileceklerdi. Şeyhul İslam İbni Teymiyye’nin eserlerinin hiçbirini  incelemedikleri bile belli olan bu gurüh eğer ilgili eserini ellerine almış olsalardı, bu hadis denilerek ileri sürülen sözün kaynakları hakkında bir sürü malumata da sahip olacaklardı ki İmam bu yukarıda Adem a.s’a atfedilen bu sözün tüm kaynaklardan sayfa sayfa varyantları ile ele alıp değerlendirmiştir… Ancak onlara kalan nasip bu hadise zayıf ve uydurma diyen kaynakları verebilme zorunluluğu olmuştur…

O eserinde Hakim’in bu naklinin ilim erbabınca reddedilmiş olduğunu söyleyerek konuya şöyle açıklık getirmiştir:

“el-Hâkim’in bu ve benzeri hadîsleri «sahih» olarak tavsif etmesi, hadîs âlimlerinin el – Hâkim’i tenkit edip reddettikleri hususlardan birisidir.
Bu âlimler şunları söylerler: «el-Hâkim, hadîs konusunda vukufu olan zevata göre tamamen uydurma olduğu halde bir takım hadîsleri sahih saymaktadır.» Meselâ o, muhtevasında Mesih’in vasî’sinden bahsedilen Zürayb b. Bürsümlî hadîsini sahih kabul etmektedir. Oysa ki bu haber, ihtisas ehlinin ittifakıyla yalan ‘bir haberdir. Nitekim bu hususu Beyhakî, İbnül-Cevzî ve diğer âlimler belirtmişlerdir. Aynı şekilde -el-Hâkim, Müstedrek’inde hadîs âlimlerince mevzu olduğu halde birçok hadisi sahih telâkki etmektedir; mevkuf bir haberi merfû olarak gösterdiği de olmuştur.

    Bu sebepten dolayı, her ne kadar sahih olarak eserine aldığı hadîslerin çoğunluğu sahih ise de, hadîs âlimleri bir hadîsi değerlendirirken sâdece el – Hâkim ‘in sahih göstermesine itimat etmemişlerdir. Fakat sahih hadîsleri derleyenler arasında el-Hâkim yine de, isabetli kararları daha fazla olmakla beraber çokça hata yapan «sika» bir hadîsçi mertebesini hâizdir. Ebû Hatim İbn Hibbân el-Büstî’nin aksine, sahih hadîsleri belirleyenler arasında el-Hâkim’den zayıfı yoktur. Çünkü İbn Hibbân’ın bir hadîsin sahih olduğunu belirleme ölçüsü, el-Hâkim ‘inkinden daha üstün ve daha değerlidir. Hadîslerin sahihliğini belirleyenler arasında Tirmizi, Dârakutnî, İbn Huzeyme, İbn Mende ve benzerlerinin değerlendirmeleri de aynı şekilde el – Hâkim’in değerlendirmesinden daha iyidir.

     Çünkü bu kimseler, her ne kadar aktardıkları bâzı haberlerde ihtilâf varsa da, bu konuda el-Hâkim ‘den daha fazla itinalıdırlar. Yalnız bunlardan hiçbirinin hadîslerin sahihliğini belirlemedeki değerlendirmesi, İmâm Müslim’in değerlendirme derecesine ulaşamaz; İmâm Müslim’in değerlendirmeleri de İmâm Buhârî ‘nin değerlendirme derecesine erişemez. Şüphesiz Buhârî’nin eseri, sahihler konusunda yazılan kitapların en kıymetlisidir; Buhâride hadiste derin idrâk kabiliyeti yanında, insanlar içinde hadîse ve illetlerine en ziyâde vukuf sahibi olanıdır. Tirmizî, «ilel» konusunda ondan daha bilgili bir kimse görmediğini ifade eder. îlel konusundaki vukufu sebebiyledir ki Buhârî’nin âdeti, senedinde veya bâzı lâfızlarında ihtilâf edilen bir hadîs rivayet ettiği zaman, kendisinin bu hadîsi zikretmiş olmasından dolayı bir hataya düşülmesin diye, söz konusu hadîsi mutlaka üzerindeki ihtilâfla beraber vermek suretiyle, üzerinde durulan ihtilâfı zikretmek idi.(336-337.s)

Sayfa 339’da şöyle demektedir:

    Yukarıda Hz. Âdem’le ilgili olarak zikrettiğimiz hadîsi bâzı müellifler senedsiz olarak ve başka bir takım ilâvelerle daha değişik bir biçimde de kaydetmişlerdir. Meselâ Kadı İyâz şöyle bir nakle yer verir: Ebû Muhammed el-Mekkî, Ebü’l-Leys es-Semerkandi ve diğer bâzıları şunu anlattılar:

    «Âdem (a.s.) ma’siyetini işlediği zaman.- ‘Allah’ım, Muhammed hakkı için günâhımı bağışla’ – diğer rivayette: ‘Tevbemi kabul et’-‘dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak sordu: ‘Muhammed’i nereden tanıdın?’ Adem de cevap verdi: ‘Cennet’te her yerde -Allah’tan başka ilâh yoktur; Muhammed, Allah’ın Resulüdür- yazılı olduğunu gördüm. – Kadı lyâz diğer rivayette ‘Muhammed benim kulum ve Resûlümdür’ cümlesinin geçtiğini belirtir. – Ve anladım ki Muhammed senin için mahlûkâtının en değerlisidir’. Bunun üzerine Allah onun tevbesini kabul etti ve günâhını bağışladı» (Kadı İyâz, Şifâ l/104) .

    Müslümanların ittifakıyla Şeriatın böylesi bir rivayet üzerine bina edilmesi caiz olmadığı gibi, dinde bu rivayetler delil olarak da kullanılamaz. Çünkü bu haber Hz. Peygamber (s.a.v.)den gelen bir nakil bulunmadığı takdirde sıhhati bilinemeyen isrâiliyyât ve benzeri türden bir haberdir. Şayet bu rivayeti Ka’bü’l-Ahbâr(Ebû İshâk Ka’b el-Ahbâr b. Mâti’ el-Hımyerî (32/652) = Câhiliye döneminde Yemen bölgesinde yahûdîlerin ileri gelen âlimlerindendi. Hz. Ebû-bekir zamanında müslüman olarak Medine’ye geldi. Ka’b’tan ashâb ve diğer zevat, geçmiş milletlere ait haberler almışlardır. Böylece o, isrâiliyyâtın îslâm kültürüne girmesine sebep olmuştur. Kendisi de sahabeden rivayetlerde bulunmuştur. Humus’ta vefat etmiştir (Ziriklî, A’lâm V/228). ) gibi, Vehb b. Münebbih (Ebû Abdillâh Vehb b. Münebbih el-Ebnâvi (114/732) – Eski milletlere ait kıssaları ve isrâiliyyâtı çok iyi bilen, bunlardan ve kadîm kitaplardan nakillerde bulunan bir tarihçi. Tâbiûndan sayılmıştır. San’â’da doğup büyümüş, bir ara bu şehrin idareciliğini de yapmıştır. Sonraları Kaderiyecilikle itham olunmuş, ama bu fikirden vazgeçmiştir. Bu konuda bir kitab yazıp sonra pişman olduğu da söylenir. Tarih konusunda yazdığı eserler vardır (Ziriklî, A’lâm VIII/125-126). ) gibi veya ehl-i kitabtan yaratılışın başlangıcı ve önceki kavimlerin kıssalarına dair haberleri nakleden bunlara mümasil birisi nakletmiş olsaydı bile müslümanların ittifakıyla İslâm Dini’nde böylesi rivayetleri delil olarak kullanmak caiz olmazdı. Durum böyle iken bu rivayetin sahibi ne İslâm ulemâsının güvenilir şahsiyetlerinden, ne de ehl-i kitabtan nakilde bulunmayıp aksine müslümanlar yanında mecruh, zayıf, hadisi delil olarak kullanılamayan kimselerden nakil yaptığına ve böylesi bir rivayeti aslında tam zaptetmediğini açıkça ortaya koyacak tarzda bu nakilde tam bir karışıklık mevcut olduğuna göre nasıl olur da bu rivayet delil olarak getirilebilir?!

    Ne böylesi bir nakli, ne de benzerlerini rivayetlerine itimat olunan güvenilir İslâm âlimlerinden hiçbirisi yapmaz. Bu rivayet olsa olsa İshâk b. Bişr ve benzerlerinin yaratılışın başlangıcına dair haberleri ihtiva eden ve «Kütübü’l-Mübtede’» denilen kitaplarda yaptıkları nakiller türünden bir rivayettir. Eğer peygamberlerden gerçekten böylesi rivayetler sâdır olsaydı, bunlar peygamberlerin şeriatına dâhil olmuş olurlardı ve bu takdirde de bu rivayetleri delil olarak kullanmak «Bizden öncekilerin şeriatları bizim için şeriat mıdır, değil midir?» problemine bağlı bir husus olurdu. Bu problem üzerindeki ihtilâf meşhurdur. Yalnız müctehid imamlar ve âlimlerin büyük çoğunluğu, bizim dinimiz aksini getirmedikçe önceki şeriatların ahkâmının bizim için de geçerli olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak bu durum, onların bizden öncekilerin şeriatından olduğu haberinin yukarıdaki kabilden bir rivayetle değil, ancak bizzat Peygamber Efendimiz’den geldiği belli bir nakille veya önceki şeriat sahiplerinden gelen bir tevatürle sabit olan hususlarda söz konusudur. Değilse yukarıdaki türden bir rivayeti müslümanların dini konusunda delil olarak kullanmak hiçbir müslüman için caiz değildir.(339-340s.)

    Sonuç olarak demek istiyoruz ki, bu bâbta senedi Hz. Peygamber’e kadar vararak merfû vasfını hâiz ve Resûlüllah’ın hadîsine vukûfiyeti olan zevatın ittifakıyla şer’î bir mes’elede kendisine istinâd olunabilecek tek bir hadîs bile yoktur. Aksine bu husustaki rivayetler, hadîse vukûfiyeti olanların bildikleri gibi ya uyduran kişinin kasdı, ya da râvinin hatası dolayısıyla hep mevzu haberlerdir.(343.s)

Muasır Hadis Alimlerinden Nasuriddin Elbani “Silsile el ehadis ez Zaife” adlı kitabında bu hadisin kritğini yaparak bunun mevzu/uydurma olduğunu söylemiştir.( Silsile el ehadis ez Zaife / S.25 )

Müstedrek müellifi Hakim’in  bizzat kendisi –Allah onu affetsin- Abdurrahman bin zeyd’in hadis uydurduğuna dair tenkitte bulunmuştur. Bu ravinin hadisi nasıl sahih olabilir?

Kitaplarını son derece cahil olan avvam ve kendi cahil bıraktıkları tebaalarını sapıklıkta istikamet etmek için yazan, art niyetli şekilde dolduranlar elbette bunun cezasını dünya ve ahirette çekeceklerdir. Allah islah etsin…

 

Kaynaklar
1.  https://islamqa.info

2. TDV İslam Ansiklopedisi 38.cilt 188s.

3. et-Tenḳīḥ fî mesʾeleti’t-Taṣḥîḥ. /Kütüphane tabı, (Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 7913; Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 442, Süleymaniye, nr. 708).

4. İbni Teymiye Külliyatı 1. c. 336.s -343.s

2 Yorum

  1. Tevhid'e Şehadet Getir Muhammedur Rasûlullah

    MaşAllah Rabb’im hayır üzere ilminizi artırsın..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.