Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

Allah’ın Kullarına İkramı

Allah-u Teâlâ’nın din uğrunda gayret gösteren mümin kullarına lütfettiği olağanüstü yardım ve ikramlara keramet denir. Bu ilahî ikram, her müminin nasiplenebileceği bir rahmettir. Keramet; müminlerin bir sıkıntıdan kurtulmasına, bir ihtiyaçlarının giderilmesine vesile olabilir. Ancak bu olağanüstü hallerin nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini yalnızca Allah bilir. Kulların keramet üzerinde bir tasarrufu yoktur.

Nasıl ki peygamberler diledikleri zaman mucize gösteremezlerse, mümin bir kul da kendi iradesiyle keramet zuhur ettiremez. Zira keramet, Allah’ın kuluna bir ikramı ve yardımıdır. Bu sebeple yalnızca Allah’ın dilemesiyle ve O’nun dilediği şekilde vuku bulur. Nitekim İsa (a.s), kendisinden gökten bir sofra istendiğinde, bu isteği Allah’a dua ederek dile getirmiştir:

“Meryem oğlu İsa, ‘Ey Rabbimiz, ey Allah’ımız! Bize gökten öyle bir sofra indir ki, hem geçmiş hem de gelecek nesillerimiz için bir bayram ve senin tarafından bir mucize olsun. Ve bizi rızıklandır. Zira sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.’ dedi.” (Maide, 5/114)

İnkârcılar, iman etmek için Peygamber’den kendi keyiflerince olağanüstü olaylar talep ediyorlardı. Örneğin, Safa Tepesi’nin altına dönüşmesini veya gökten meleklerin inmesini istiyorlardı. Bazı müminler de bu mucizeler zuhur ederse belki o inkârcılar iman ederler ümidiyle bu istekleri arzu ediyorlardı. Ancak unutmamalıdır ki mucizeler Allah’ın dilemesiyle gerçekleşir. Ne zaman ve nasıl bir mucize gönderileceğine yalnızca O karar verir. Ve asıl olan şudur: Allah sizi imtihan etmektedir; siz Allah’ı değil.

Kaldı ki, mucize görmek de her zaman imana vesile olmaz. Kibir ve inatla direnen kalpler, apaçık delilleri görseler bile iman etmezler. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Kendilerine bir mucize gösterilmiş olsa, kesinlikle iman edeceklerine dair bütün güçleriyle Allah’a yemin ediyorlar. De ki: ‘Mucizeler ancak Allah katındadır.’ Fakat mucize gelse bile, onlar yine de iman etmeyeceklerdir.” (En‘âm, 6/109)

Peygamberler de bizler gibi birer beşerdir; insanüstü özelliklerle donatılmış değillerdir. Allah, onları seçmiş, peygamberlik makamıyla şereflendirmiş ve peygamber olduklarına dair delil olarak mucizelerle desteklemiştir. Fakat mucize, onların kudretiyle değil; Allah’ın izniyle gerçekleşir:

“Senden önce de Peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir Peygamber mucize getiremezdi. Her ecelin bir yazgısı vardır.” (Ra’d, 13/38)

“Peygamberleri onlara şöyle dedi: ‘Biz de ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah kullarından dilediğini seçip onurlandırır. Allah izin vermedikçe, size herhangi bir mucize göstermemiz mümkün değildir. O hâlde müminler yalnızca Allah’a güvensinler.” (İbrahim, 14/11)

Kur’an’da Keramet Anlayışı

Kur’an-ı Kerim’de keramet olarak değerlendirilebilecek olaylara baktığımızda, ortak bir özellik dikkat çeker: “Din uğrunda çaba” şartı. Ashâb-ı Kehf, Musa’nın annesi, Meryem validemiz gibi örneklerde, Allah’ın ikramı bu çabanın ardından gelmiştir. Önceki ümmetlerde kerametler gerçekleştiği gibi, bu ümmetin fertlerinde de aynı şekilde vuku bulacaktır.

Gerek geçmiş kavimlerde, gerekse Resûlullah (s.a.v.) döneminde —cihad meydanlarında yahut sıradan anlarda— Allah’ın melekler ve bilinmeyen nice vasıtalarla müminlere yardım ettiği görülür. Bu yardımların esası, müminin din uğruna ortaya koyduğu samimi gayretidir.

Eğer bu olağanüstü yardımlar bir peygamber eliyle gerçekleşmişse buna mucize; bir müminin eliyle olmuşsa buna keramet denir.

Kerametin Şartı: Takva ve Çaba

Nice peygamberler kavimleri tarafından inkâr edilmiş, hatta müminler işkence ve baskıya uğramıştır. Ancak Allah onlara yardım etmiş, mazlumları kurtarmış ve zalimlerden intikam almıştır. Müminler üzerlerine düşeni yerine getirdikleri sürece Allah’ın yardımı vaad edilmiştir:

“Andolsun ki senden önce de Peygamberler gönderdik; onlara apaçık deliller verdik. Biz de o suçlulardan intikam aldık. Müminlere yardım etmek ise, üzerimize bir hak idi.” (Rum, 30/47)

Dolayısıyla Allah yolunda bir çabası, din uğruna bir cihadı olmayan insanların elinden keramet zuhur etmesi mümkün değildir. İman, takva ve samimi gayretin bulunmadığı yerde Allah’ın yardımı da söz konusu olmaz.

Aksine, bazı olağanüstü haller itikadı bozuk, bid’at ehli, hatta kâfir kişiler eliyle de ortaya çıkabilir. Ancak bunlar keramet değil, şeytanların yardımıyla gerçekleşen istidraç türünden hallerdir.

Olağanüstü olan her olay keramet değildir. Bazıları teknik beceri, sihir, göz boyama veya şeytani hilelerle meydana gelebilir. Şeytanlar özellikle batıl yolların propagandasını yapan kişilere yardım ederek insanlar nezdinde onları “evliya” gibi gösterir. Bazen de şeytanlar bu kişilerin suretine girerek onların keramet sahibi oldukları izlenimini verir. Böylece halkı saptırır, sahte velilere bağlar.

Şeytanlar; türbelerde, put hanelerde, tapınaklarda, dergâhlarda, anıt kabirlerde farklı suretlerde zuhur ederek insanları yoldan çıkarabilir. Hatta bunu bir dinî kisveyle, fark ettirmeden yapar. Medyada sıkça rastlanan satanist, ateist, Mecusî ya da putperest kimselerin; sihirbaz, illüzyonist ve hokkabazların gösterdiği olağanüstü haller de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bunlar teknik illüzyon, göz boyama ya da cin/şeytan yardımıyla gerçekleşen istidraçlardır.

Kimlere Keramet Verilir?

Müminlerin Allah’a olan itaati ve takvası arttıkça, Allah’ın da onlara olan rahmeti artar. Tıpkı mucizenin Peygamberin elinde olmaması gibi, keramet de müminin iradesiyle gerçekleşmez. Allah dilediği kuluna, dilediği vakitte ve şekilde keramet lütfeder.

Kur’an, Allah katında en değerli olanın, ırkı, soyu, makamı değil; takvası olduğunu vurgular:

“Şüphesiz Allah katında sizin en kerim (en değerli, en kerametli) olanınız, takvaca en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 49/13)

Dolayısıyla keramet, Allah yolunda malını ve canını feda eden; Kur’an’ın emrettiği hayat nizamını yeryüzünde hâkim kılmak için mücadele eden, takva sahibi müminlerin nasibidir. Onlara Allah yardım edecek ve yollarını açacaktır.

 

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir