Allah-u Teâlâ, ölülerin konuşmadıklarını ve asla cevap veremeyeceklerini bildirerek onları kör ve sağır kimselere benzetmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Şayet onlara melekleri gönderseydik veya ölüler kendileriyle konuşsaydı ve hatta her şeyi bir araya getirip önlerine koymuş olsaydık bile, Allah dilemedikçe, hiçbirisi imana gelmeyecekti. Onların çoğu, bilmezler.” (En’am, 6/111)
Bu ayet, ölülerle konuşmanın imkânsızlığını ve bunun ancak bir mucize ile mümkün olabileceğini ifade eder. Ölüler işitmezler velev ki işitseler bile ve asla cevap veremezler. Nitekim kalpleri kararmış bazı kâfirler de böyledir: Onlara hakkı ne kadar anlatmaya çalışsan da işittiremezsin, çünkü onlar hakikate yüz çevirmiştir. Başka bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
“Gerçek şu ki, sen ölülere duyuramazsın ve yüz çevirip arkasını dönen sağırlara bu çağrıyı işittiremezsin.” (Neml, 27/80)
Bu ifadeyle, hem ölülerin işitmeyeceği hem de hakikati reddedenlerin durumunun ölülerle aynı olduğu vurgulanmaktadır.
Heykellerden ve Ölülerden Medet Umma
Cenab-ı Hak, Ahkâf Suresi’nin beşinci ayetinde, ahirete intikal etmiş kimselere, dikili taşlara, heykellere, türbelere ve benzeri varlıklara seslenen, onları yardıma çağıran, onlardan medet uman kimseleri büyük bir sapıklıkla itham etmektedir. Çünkü seslendikleri bu varlıklar, duymayan ve işitmeyen aciz varlıklardır. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’ın yanı sıra, kıyamete kadar dualarına karşılık veremeyecek olan putlara ve benzeri yaratılmış kimselere yalvarıp yakaranlardan daha sapık kim olabilir? Oysa o yalvardıkları varlıklar, onların yakarışlarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5)
Bugün birçok insan, Allah’ın hükümlerini reddedip kendi hevâ ve heveslerine uygun ideolojilere teslim olmakta, bu ideolojileri temsil eden kişi ve sembolleri kutsamakta, türbeler inşa etmekte, heykellere çelenk bırakmakta, saygı duruşunda bulunmakta, istek ve şikâyetlerini onlara arz etmektedir. Oysa bu davranışlar, Allah’tan başka varlıkları ilah edinmenin bir biçimidir.
Kâfir ve Mücrim Kişilerin İlahlaştırılması
Kendileri sapmış oldukları gibi başkalarını da yoldan çıkaran bu insanlar, öldüklerinde kabir azabına uğratılarak kıyamete kadar bekletilirler. Azaptan kurtulmak için dünyaya geri dönmeyi isterler, fakat asla geri döndürülmezler. Onlar artık azabı tatmış ve hakikati görmüşlerdir; ancak ne seslerini duyurabilirler ne de hayata geri dönebilirler. Büyük bir pişmanlık içindedirler, fakat iş işten geçmiş olur. Onlar bu hâlde iken, ne kendilerini ilahlaştırılmalarını isterler ne de kendilerinden medet ve yardım dilenmesini arzu ederler.
Peygamberler ve Salih Kişilerin İlahlaştırılması
Peygamberler ve salih kullar, Allah’ın sevgisine mazhar olmuş kimselerdir. Onlar, hayatları boyunca her türlü aşırılıktan sakınmış, insanlara tevhidi öğretmiş ve kulluğun yalnızca Allah’a yapılması gerektiğini bildirmişlerdir. Sonradan gelenlerin yoldan sapması, onlara ne bir zarar verir ne de onları sorumlu kılar.
Nitekim Yahudiler ve Hristiyanlar, kendi peygamberlerini beşer ve elçi vasfından çıkararak ilahlaştırmış, onlara Allah’a ait sıfatlar yükleyerek şirke düşmüşlerdir. Benzer şekilde bu ümmetin de bir kısmı, aynı hataya kapılmış; Peygamber’i (s.a.v.), sahabenin bazılarını veya sâlih kişileri aşırı derecede övüp yüceltmek suretiyle onları adeta ilah mertebesine çıkarmış ve böylece küfre düşmüştür.
Oysa Peygamber (s.a.v.), kendisinin bile aşırı şekilde övülmesini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:
“Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı tazim ettikleri gibi beni tazim etmeyin. Ben ancak bir kulum. Bu sebeple, ‘Allah’ın kulu ve Resulü’ deyin.” (Buhârî, Enbiyâ 48; Müsned, 1/23)
Yine Kur’an’da İsa’nın (a.s.) kıyamette Allah’a şöyle diyeceği bildirilmiştir:
“Allah Soracak: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ın yanı sıra, beni ve annemi de tanrılar edinin’ dedin? ‘Hâşâ, seni tenzih ederim’ diyecek, ‘Hakkım olmayan şeyi söylemek benim ne haddime! Şayet ben söylemiş olsaydım, sen onu zaten bilirdin. Sen benim içimden geçenleri bilirsin, oysa ben senin zatında olanı bilemem. Kuşkusuz, gizlilikleri tam olarak, eksiksiz bilen, yalnızca sensin.’ ” (Maide, 5/116)
“Ben onlara, ancak senin bana emrettiğin şeyleri söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!’ İçlerinde bulunduğum sürece, yaptıklarına şâhit idim. Sen beni vefat ettirdikten sonra, artık onlar üzerinde tek gözetleyici sendin. Doğrusu sen, her şeye şâhitsin.” (Maide, 5/117)
Bu ayetler, vefat etmiş bir peygamberin dahi ümmetinin tüm amellerinden habersiz olduğunu göstermektedir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) ise şöyle buyurmuştur:
“Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip (gösterilecek) O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler. “Ey Rabbim! Bunlar benim ashabım!” derim. Ama bana: “Senden sonra bunların ne bidatler yaptıklarını sen bilmezsin!” denilir. Ben de: “Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!” derim.” (Buhârî, Rikâk 53, Fiten 1; Müslim, Fezâil 32, 2297)
Ölülerin İşitmesi Meselesi
Ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere, ölüler ne işitir ne de duyarlar. Bu, İslâm’da genel bir kaidedir. Ancak bazı istisnai durumlarda Allah dilerse ölülere işittirebileceğini haber vermiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de: “…İşitseler bile size cevap veremezler.” (Fâtır, 35/14) Diye buyurarak, onların işitmesinin mümkün kılınabileceği, fakat cevap veremeyecekleri açıkça bildirilmiştir. Yine başka bir ayette:
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Allah dilediğine işittirir. Sen, kabirlerde olanlara duyuramazsın.” (Fâtır, 35/22)
Buyrularak, bazı sözlerin ölüler tarafından işitilebileceğine dair bir istisna kapısı bırakılmıştır. Ancak, ölülerin asla karşılık veremeyecekleri kesin olarak beyan edilmiştir. Bu gerçeği Yüce Allah tekrar vurgulayarak şöyle buyurur:
“İşitseler bile size cevap veremezler.” (Fâtır, 35/14)
Ölülerin işitmesinde istisnaî durumları ise şöyle açıklayabiliriz;
Allah-u Teâlâ, salih kullarına yöneltilen selam ve duaları melekler aracılığıyla onlara ulaştırabilir. Fakat kâfirlerin sevineceği, Salihlerin üzüleceği türden haberler onlara ulaştırılmaz.
Resulullah’a getirilen salât ve selamların melekler vasıtasıyla kendisine ulaştırıldığı sahih rivayetlerle sabittir. Kabir başında verilen selam ve yapılan duaların da Allah dilerse ölüye ulaştırılması mümkündür. Ancak bunun dışında ölüler ne yardım edebilir ne zuhur edebilir ne de dileklere karşılık verebilirler.
Nitekim bedir Savaşı’nda öldürülen kâfirlere, peygamberimizin (s.a.v.) gönderdiği lanet onlara duyurulmuş ve bu, onların azabını şiddetlendirmiştir. Bununla birlikte Allah Teâlâ, ölmüş olan salih kullarına üzüntü verecek yahut ölmüş olan kâfir ve mücrimleri sevindirecek haberleri onlara ulaştırmaz. Resulullah’a (s.a.v.) getirilen salât ve selamlar ise melekler vasıtasıyla kendisine ulaştırılır. Yine, Allah Teâlâ dilerse, ölünün kabri başında verilen selamı ve edilen duayı ona iletir.
Yeni vefat etmiş bir kimsenin ruhu, berzah âlemine geçiş aşamasında bazı şeyleri işitebilir. Bu esnada, kendisi için ağlayanların seslerini, yapılan konuşmaları, hatta defnedildiğinde mezar başındaki kimselerin ayak seslerini bile duyabilir. Ancak kabirde sorgu ve sual tamamlandığında, ruh ya cennet bahçelerinden bir bahçeye yahut cehennem çukurlarından bir çukura nakledilir ve böylece dünya ile bağı tamamen kopar. Bundan sonra, kabirlerine varıldığında verilen selamın melekler tarafından ulaştırılıp ulaştırılmaması tamamen Allah’ın dilemesine bağlıdır.
Şu gerçek ise değişmez: istisnasız, peygamber bile olsa, vefat etmiş bütün mevtalar hayatta olanlara cevap veremez, yardım edemez ve zuhur edemez. Bunun aksini iddia edenleri Cenâb-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de sapıklıkla nitelendirmiştir.
Allah ile kul arasında aracılık yaptığına, olağanüstü vasıflara sahip olduğuna inanılan kimseler; gerçekte sizin gibi aciz ve muhtaç kullardır. Onları çağırsanız da, onlara el açıp dua etseniz de, hatta dualarınızda aracı kılsanız da, onlar sizi işitemez ve dileklerinizi yerine getiremezler. Çünkü böyle bir güç ve yetkiye sahip değillerdir. Allah’a ortak koştuğunuz bu ölüler veya diriler, ahirette size dönüp şöyle diyeceklerdir: “bizim, sizin bu inancınızdan haberimiz bile yoktu.”
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Onlara dua etseniz, duanızı işitmezler; işitseler bile size cevap veremezler. Üstelik kıyamet gününde onlar, sizin ortak koşmanızı kabul etmeyecekler. Sana hiç kimse, her şeyden haberdar olan gibi bilgi veremez.” (fatır, 35/14)
Uydurma Hadislerle İstismar
Bazı kimseler, ölülerin yardım edebileceğini savunurken uydurma hadisleri delil göstermeye çalışırlar. Bunlardan bazıları şöyledir:
“bir işinizde zorluk çekerseniz, kabir ehlinden yardım isteyiniz.”
Bu hadis ne senet ne de metin bakımından sahih değildir uydurmadır. Güvenilir hadis kitaplarında yer almaz. Şeyhülislam İbn Teymiyye bu konuda şöyle der:
“Hadis ilmine vakıf olanların icmasına göre bu söz, Resulullah’a iftira yoluyla uydurulmuş bir sözdür.”
Yine benzer bir uydurma hadis şudur:
“bir şeyini kaybeden ya da yolunu şaşıran şöyle dua etsin: ‘ey Allah’ın kulları, bana yardım edin, yol gösterin!’”
Bu da uydurma bir hadistir, asılsızdır ve şeriata aykırıdır.
Oysa Allah resulü (s.a.v.) sahih bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ey delikanlı! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki O’nu önünde bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Yardım dileyeceğinde Allah’tan dile…” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 59; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 293)
Bu hadis, özellikle tevhid inancını ve kulun sadece Allah’a dayanmasını öğütleyen temel hadislerden biridir.
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi