Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

Cinler

 

Allah-u Teâlâ, Âdem’i yaratmadan önce cinleri, maddenin özüne işleme özelliği bulunan dumansız ateşten yaratmıştır. Cinler, insanlardan farklı özelliklere sahip, farklı bir âlemde yaşayan varlıklardır. Yüce Allah, tıpkı insanları olduğu gibi cinleri de başka bir gaye için değil, yalnızca kendisine kulluk ve ibadet etmeleri için yaratmıştır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten Biz insanı, kuru bir çamurdan, şekil verilmiş bir balçıktan yarattık. Cinlere gelince, onu da daha önce, zehirli bir ateşten yaratmıştık.” (Hicr, 15/26-27)

“İnsanı, çömlek gibi kupkuru bir çamurdan yarattı. Cinleri de dumansız bir ateşten yaratmıştı.” (Rahman, 55/14-15)

Resûlullah (s.a.v.), yalnız insanlara değil, cinlere de peygamber olarak gönderilmiştir. İnsanları İslâm’a davet ettiği gibi cinleri de davet etmiştir. Her insanın ve her cinin üzerine düşen, O’na iman etmek, O’na tâbi olmak, haber verdiklerini doğrulamak ve emrettiklerine itaat etmektir. Nitekim peygamberliği kendisine apaçık delillerle bildirildikten sonra O’na iman etmeyen ister insan olsun ister cin, kâfir olur.

Bir gece vakti toplanan cinlere Kur’an okuyan Resûlullah (s.a.v.), onları İslâm’a davet etmiştir. Cinler, okunan Kur’an’ı sonuna kadar dinlemiş ve birçoğu iman etmiştir. Müslüman olan cinler kavimlerine dönerek onları da Allah’a iman etmeye, Kur’an’a uymaya ve hesap gününün azabından sakınmaya çağırmışlardır. Allah’ın hükmünden kaçanların sapkınlık içinde kalacağını da onlara bildirmişlerdir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Geldiklerinde, “Susun!” demişlerdi. Sona erince de kendi toplumlarına birer uyarıcı olarak dönmüşlerdi. (Ahkaf, 46/29)

Ey kavmimiz!” demişlerdi, “Biz, Mûsâ’dan sonra gönderilen ve kendisinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik! Bu hakikate ve dosdoğru yola iletmektedir!” (Ahkaf, 46/30)

“Ey kavmimiz! Allah’a çağırana kulak verin ve ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun!” (Ahkaf, 46/31)

Nasıl ki insanlar arasında hakkı arayan temiz kalpli kimseler olduğu gibi, cinler arasında da böyleleri vardır. Yine insanlar arasında hakkı bilse de kabul etmeyen sapkın kimseler bulunduğu gibi, cinler arasında da vardır. Kimi cinler Allah’a yürekten iman ederken, kimileri hiç düşünmeden inkâr eder. Bu sebeple, cinler de insanlar gibi farklı inançlara ve fırkalara ayrılmışlardır: Müslüman, müşrik, Yahudi, Hristiyan, putperest, Mecusi, âlim, cahil, mazlum, zalim ve bid‘at ehli cinler vardır. Bu durum, hem cinlerin hem de insanların Allah’ın hidayetine muhtaç olduklarını göstermektedir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İçimizde dürüst ve erdemli kimseler de var, bunun çok aşağısında kalanlar da var. Bizler, çeşitli gruplara ayrılmış vaziyetteyiz.” (Cin, 72/11)

“Gerçi aramızda, boyun eğenler olduğu gibi, zalimler de var. Her kim teslim olursa, işte onlardır; doğruya ve gerçeğe ulaşanlar.” (Cin, 72/14)

Cinlerin kâfir olanlarına “şeytan” denir, Şeytanların elebaşı ise iblistir.

İblis, Âdem yaratılmadan önce binlerce yıl ibadet etmiş, yeryüzünde meleklerle birlikte kullukta bulunmuş, sonra göklere yükselerek cennetteki melekler arasında en ileri makama kadar çıkmıştır. Ancak ateşten yaratıldığı için öfke, kıskançlık, benlik ve kibir gibi nefsanî duygulara sahipti. İmtihan edilmediği bir ortamda bu duygularını bastırmış, fakat asıl sınav karşısında başarısız olmuştur.

Allah, Âdem’i çamurdan yarattığında meleklere secde etmelerini emretti. Melekler emre itaat edip secde ettiler. Fakat aslen bir cin olan İblis, kibir ve kıskançlığından dolayı bu emre uymadı. Böylece kalbinde gizlediği benlik ve gurur ortaya çıktı ve Allah’ın huzurunda sınavı kaybetti. Kur’an’da bu olay şöyle anlatılır:

“Ve hani Rabbin, meleklere demişti ki: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekil verilmiş balçıktan bir insan yaratacağım.”

“Ona muntazam bir insan olarak şekil verip ruhumdan can üflediğim zaman, derhal onun önünde secdeye kapanın! Saygıyla O’na boyun eğin!”

“Böylece meleklerin hepsi, Allah’ın emrine uyup Âdem’in huzurunda secde ettiler, saygıyla eğildiler.”

“Fakat aslen bir cin olan İblis hariç; o, kibrinden dolayı Âdem’in önünde boyun eğmeye yanaşmadı, secde etmedi.”

“Allah, “Ey İblis!” dedi, “Sana ne oluyor da secde etmekten kaçınıyorsun? Âdem’in üstünlüğünü kabul edip onun önünde eğilmekten gocunuyorsun?

“İblis, “Kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insanın önünde secde etmek, boyun eğmek bana yakışmaz!” diye karşılık verdi.”

“Bunun üzerine Allah, “Haydi derhal çık öyleyse, içerisinde yaşadığın bu cennet makamından! Çünkü melekler arasında yaşamaya hakkın yok senin! Artık sen, emrime itaat etmediğin, başkaldırdığın için ilâhî rahmetten yoksun kalarak lânetlenmeye mahkûmsun!”

“Ve bu lânet, ta mahşer gününe kadar senin ve taraftarlarının peşini bırakmayacak!” (Hicr, 15/28-35)

İblis, tövbe edip af dileyeceğine, intikam duygusuna kapılarak şöyle dedi:

    “O hâlde,” dedi, “Senin yüceliğine yemin ederim ki, onların hepsini doğru yoldan çıkarıp azdıracağım!”

“Ancak içlerinden, senin mesajlarına içtenlikle bağlanan ihlaslı kulların hariç! Çünkü onları saptıracak güce sahip değilim!

Bunun üzerine Allah, “İşte bu doğru!” buyurdu, “Şimdi dinle, ben de bir başka doğruyu söyleyeyim:”

“Yemin olsun ki, senin gibilerle ve sana itaat eden bütün cin ve insanlarla, cehennemi ağzına kadar dolduracağım!” (Sad, 38/82-85)

Âdemoğluna karşı kin ve düşmanlık besleyen İblis insanları saptırmak için mahşer gününe kadar mühlet istedi. Kibirli bir şekilde dedi ki; “Ey Rabbim! Öyleyse: Önünde eğilmemi emrettiğin bu insanın ne kadar değersiz bir varlık olduğunu göstereyim!” dedi. Allah Teâlâ ise değişik hikmetler gereği diriliş gününe kadar değil, ancak Kıyamet vaktine kadar İblise mühlet verdi. Allah dileseydi, İblisi orada yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, İblise süre verdi.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey Rabbim! Öyleyse, diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. “Pekâlâ, sana mühlet verilmiştir!” buyurdu. Vakti bilinen güne kadar “Ey Rabbim!” dedi, “Mademki beni saptırdın, yeryüzünde onların gözünde günahları süslü göstereceğim ve hepsini kandırıp yoldan çıkaracağım!” (Hicir, 15/36-39)

İşte Âdemoğlu ile İblis arasındaki düşmanlık böylece başladı. Bu düşmanlık kıyamete kadar sürecektir. Allah, şeytanın amansız bir düşman olduğunu haber vermiş ve insanları onun aldatıcı tuzaklarına karşı uyarmıştır:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Allah’ın vaadi haktır, öyleyse, sakın şu dünya hayatı sizi aldatmasın! Aldatıcı şeytan ve dostları, Allah’ın ayetlerini çarpıtarak veya Rabbinizin şefkat ve merhametine güvendirerek sizi Allah ile aldatmasın!” (Fatır, 35/5)

“Çünkü şeytan, sizin için bir düşmandır; öyleyse siz de onu düşmanınız bilin! Doğrusu o, taraftarlarını ancak cehennemlik olmaya çağırır!” (Fatır, 35/6)

Dünyadaki dostluklar ve düşmanlıklar çoğu zaman geçicidir. Gün gelir, insan en amansız düşmanı ile dost olabilir yahut en çok sevdiği dostuyla düşman olabilir. Bu kural devletler için de geçerlidir. Ancak şeytanın düşmanlığı bu kuralın dışındadır. Çünkü Allah Teâlâ, şeytanın aldatıcı, saptırıcı ve helâkinizi isteyen amansız bir düşman olduğunu bildirmektedir. Bu öyle bir düşmanlıktır ki şeytan, kendi taraftarlarının bile cehennemlik olması için çalışan bir düşmandır.

Öyleyse göremediğimiz şeytanla nasıl mücadele edeceğiz? Nasıl ki gözlerimizle göremediğimiz mikroplara karşı onları gören doktorların tavsiyelerine uyarak tedbir alıyorsak, görmediğimiz şeytanlara karşı da onları gören Allah ve Resûlü’nün öğrettiği yöntemlerle mücadele edeceğiz.

Şeytan bazı açılardan bizden daha avantajlıdır: Biz onu göremeyiz ama o bizi görür; bizim işimiz gücümüz vardır, vakit darlığı çekeriz ama onun işi gücü yoktur, bütün vaktini bize musallat olmakla geçirir. Biz onu unuturuz ama o bizi hiç unutmaz. Ayrıca nefsimizin arzuları da şeytana yardımcı olur.

Buna karşılık bizim, sığınabileceğimiz yüce bir Rabbimiz vardır; şeytanın ise sığınacağı hiç kimse yoktur. Onun bütün vesvese, telkin, korku ve evhamlarına karşı en güçlü ve en etkili manevi silahımız, “E‘ûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm” diyerek, Allah’ın rahmetinden kovulan bu düşmandan Allah’a sığınmaktır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Eğer şeytani bir dürtü seni kışkırtıp sürükleyecek olursa, hemen Allah’a sığın O, işitendir, bilendir.” (Araf, 7/200)

Böylece insan, cin şeytanlarının hile ve tuzaklarına karşı uyarılmış, onların peşine düşmemesi istenmiştir. Haramda, şirk ve küfürde daima şeytanın payı vardır. İmtihan için yaratılan her insana, bir melek ve bir şeytan eşlik eder; melek hayrı telkin ederken, şeytan daima şerre çağırır. İnsan ise bu imtihanın ortasında doğruyu seçmekle yükümlüdür.

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir