Çocuk, Allah Teâlâ’nın büyük bir ihsanıdır. Her çocuk bir çiçektir; masumdur, günahsızdır, süstür, ziynettir, güzelliktir ve bir hazinedir. Bu hazine korunur ve güzelce yetiştirilirse anne baba için iftihar vesilesi olur. Ahirette azaptan kurtuluşa ve cennete girmeye sebep olur. Fakat bu hazine muhafaza edilmez, güzelce yetiştirilmezse o zaman anne baba için bir utanç kaynağına dönüşür; cennete girmeye engel olur ve azaba uğramalarına sebep teşkil eder.
Resûlullah (sav.) şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33; İbn Hanbel, IV, 77)
“Yedi yaşındaki çocuklarınıza namazı emrediniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmak istemezlerse onları cezalandırınız. Kız ve erkek çocukların yataklarını ayırınız.” (Riyâzü’s-Salihîn. c.1, Hadis No: 229)
Çocukta var olan İslâm fıtratı korunmalı; ona İslâm, iman ve ihsan anlatılmalı, bu değerlerle yetiştirilmelidir. Anne ve baba, çocuklarının eğitiminden ve terbiyesinden sorumludur. Bugün nesillerin ifsat edilmesinde en büyük pay laik ve karma eğitim sistemidir. Bu kurumlara teslim edilen, fıtratı temiz pırlanta gibi çocuklarımız, yıllar sonra fıtratı bozulmuş, inancı sarsılmış bir şekilde geri dönmektedir. İşte bu sebeple, nesilleri ifsat eden bu eğitim kurumlarına çocukları teslim etmek, çocuklara karşı büyük bir ihanettir.
Nice peygamberler çocuk nimetine erişmek için Allah’a dua etmişlerdir.
Zekeriya (a.s.)’ın duası:
“Benden sonra yerime geçecek yakınlarım konusunda ciddî endişelerim var. Üstelik eşim de kısır. Sana yalvarıyorum ya Rab sonsuz lütuf ve rahmetinle bana katından tevhit sancağını omuzlayacak hayırlı bir nesil, gözümü arkada bırakmayacak güvenilir bir yardımcı dost ihsan eyle.” (Meryem: 19/5)
İbrahim (a.s.)’ın duası:
“Ey Rabbim, bana hayırlısından bir evlat bağışla!” diye yalvardı. (Saffat: 37/100)
Çocuk nimeti sadece Allah Teâlâ’nın takdiridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Göklerin ve yerin hükümranlığı yalnızca Allah’a aittir. O, belli bir hikmet doğrultusunda dilediğini dilediği şekilde yaratır. Örneğin: Dilediğine kız çocuğu bağışlar, dilediğine erkek çocuk verir. Yahut hem kız hem de erkek çocuk verir, dilediğini de kısır yapar. O, ilim ve kudret sahibidir.” (Şura: 42/49-50)
Eşlere ve çocuklara duyulan sevgi, kişiyi inancına uygun yaşamaktan alıkoymamalıdır. Gaflete düşüp çocukları ihmal etmek hem çocukları hem de anne babayı ateşe atmaktır. Zararın neresinden dönülürse dönülsün, ailece İslâm’a dönüş için gayret edilmelidir. Ancak bu yapılırken kaba ve sert davranışlardan sakınılmalı; çocuklara karşı sabır, merhamet ve yumuşaklıkla yaklaşılmalıdır. Çünkü onların ıslahı ancak bu şekilde mümkündür.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Hanımlarınız ve çocuklarınız arasında bilerek veya bilmeyerek size düşman olanlar bulunabilir. Öyleyse onlara karşı dikkatli davranın! Eğer görmezlikten gelir, merhametle yaklaşır ve bağışlarsanız hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Teğabün: 64/14)
Hz. Âişe (r.a.) validemiz şöyle anlatır:
“Beraberinde iki kız çocuğu bulunan bir kadın yanıma gelip sadaka istedi. Araştırdım, bir hurmadan başka bir şey bulamadım. O hurmayı verdim. Kadın hurmayı ikiye bölüp her birine birer parça verdi, sonra gitti. Resûlullah (s.a.v.) gelince durumu kendisine anlattım. Buyurdu ki:
‘Kime kız çocuk verilirse ve o da onlara ihsanda bulunursa, bu kızlar kendisine ateşten bir perde olurlar.’” (Buhari, Müslim)
Allah Teâlâ, kız ve erkek çocukları arasında ayrım yapılmasını yasaklamış; kız çocuklarını hor görmeyi cahiliye âdeti saymıştır:
“Onlardan birine bir kız müjdelense yüzü kapkara kesilir, içi öfkeyle dolup taşar.”
“Kendisine verilen bu “utanç verici” müjde yüzünden insanların içine çıkamaz olur, evine kapanıp kara kara düşünmeye başlar. Şimdi bu “alçaklığa” katlanıp onu evinde mi tutsun, yoksa onurunu kurtarmak için kızını diri diri toprağa mı gömsün?” (Nahl: 16/58-59)
Ne yazık ki bugün de kız çocuklarını hor gören, kız çocuğu doğurdu diye eşini azarlayan, döven hatta boşamaya kalkışan cahiller vardır. Hâlbuki ayet açıkça bildirir:
“Dilediğine kız çocuğu bağışlar, dilediğine erkek çocuk verir.” veya “ Yahut hem kız hem de erkek çocuk verir, dilediğini de kısır yapar.” (Şûrâ, 42/49-50)
Doğacak çocuğun cinsiyetini belirleyen unsur erkektir; çünkü çocuğun dişi ya da erkek olmasını erkekten gelen spermler belirler. Kadın tarla gibidir; erkek hangi tohumu atarsa, o biter. Dolayısıyla cinsiyet tamamen erkeğin katkısıyla şekillenir.
Çocuğun Terbiyesi ve Annenin Rolü
Çocuk bakımı ve terbiyesi, son derece önemli bir iştir; bu, emanet bakıcılar veya paralı kreşlerle yürütülecek bir görev değildir. Bu vazifeyi çocuğa hem maddi hem manevi olarak en yakın olan anne ve baba üstlenmelidir. Çocuk ergenlik çağına kadar anneye ve babaya muhtaçtır. Özellikle belirli bir yaşa kadar çocuk annesiz olmaz. Dokuz ay boyunca annenin rahminde yaşayan çocuk, doğumdan sonra iki yıl boyunca annesinin sütüne, ardından da annesinin şefkatine, sesine ve kokusuna muhtaçtır.
Bu dönemde çocuğun ilk öğretmeni annesidir. Anne, bu süreçte çocuğuna İslâm’ı, imanı ve ihsanı öğretecek en etkili, en yetkili şefkat abidesidir. Her ne sebeple olursa olsun anneyi çocuğundan koparmak büyük bir zulümdür. Çünkü anne sevgisinden, kokusundan ve sesinden mahrum bırakılan çocuk, ruhsal ve kişisel gelişimde derin yaralar alır. Bu nedenle kadının asıl mesaisi çocukları, evi ve eşi olmalıdır.
Kadının Yuvadan Koparılması
Beşerî sistemler kadını yuvasından koparıp annelik şerefinden mahrum etmiştir. Kadını erkek gibi çalışmaya zorlayarak, onu asli vazifesinden uzaklaştırmıştır. Böylece kadın; şehvetin, vitrin kültürünün ve ucuz iş gücünün aracı hâline getirilmiştir. Evinin dışında zamanının çoğunu harcayan bir kadın, annelik görevini nasıl hakkıyla yerine getirebilir?
Bu çarkın en büyük kaybedeni, hem kadınlar hem de çocuklardır. Emanet bakıcılarda büyüyen çocuk, anne şefkatini ve sıcaklığını tam olarak hissedemez. Böyle yetişen nesiller de büyüdüklerinde yaşlanan anne babalarını huzurevlerine terk ederler. Böylece, anne ve baba gençlikte yaptıkları yanlışın karşılığını ihtiyarlıkta görürler.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“…Dilediklerimizi belirli bir vakte kadar rahimlerde tutar, sizi bir bebek olarak dünyaya getiririz. Sonra da ergenlik çağınıza erişinceye kadar sizi besleyip büyütürüz. İçinizden bazıları daha genç yaşta vefat eder, kimileriniz de bildiği şeyleri bilemez hâle geleceği ömrünün o en düşkün ve perişan yaşlılık çağına kadar yaşatılır…” (Hac: 22/5)
“Biz bir kimsenin ömrünü uzatırsak yaşlandıkça onun güç ve yeteneklerini azaltarak yaratılışını tersine çeviririz, hâlâ akıllarını kullanmayacaklar mı?” (Yasin: 36/68)
İhtiyarlık, bir bakıma çocukluğa geri dönüştür. Nasıl ki bebek anne babasına muhtaçsa, yaşlı da evladına muhtaçtır. Çünkü yaşlılar da çocuklar gibi ilgiye, şefkate ve bakıma muhtaçtır. Onları en çok sevindiren şey ise torun sevgisidir. Dede ile torun, nine ile torun arasındaki sevgi fıtratın özündedir; bu bağı tarif etmeye kelimeler kifayet etmez.
Huzurevleri ve Huzursuzluk
Beşerî sistemler önce anneyi yuvasından kopardı, çocukları bakıcılara teslim etti; yaşlıları ise huzurevlerinin soğuk duvarları arasında ölüme mahkûm etti. Çünkü bu çürük düzenin özü budur.
Çocuklar anne-baba sevgisinden mahrum büyüyor; yaşlılar ise torunlarının sesinden, evlatlarının ilgisinden uzak bir ömrün sonunu bekliyor. Buna “hayat” denebilir mi?
İşte bu sebeple; İslâm’da huzur vardır, hayat vardır, cennet vardır.
“Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”
Kadın ve Ailedeki Vazife
Şer odakları, kadını yuvasından koparmak ve annelik şerefinden mahrum etmek için her türlü şeytanlığı yapmaktadır. Onlara göre ev işleri kölelik, annelik ise gereksiz bir iştir.
Peki, kadın gerçekten evde hizmetçi midir?
Elbette hayır. Kadın evinde hizmetçi değildir; erkek de ailenin kölesi değildir. Ev işleri hizmetçilikse, iş yerinde yapılan işler de hizmetçiliktir. Akıllı bir Müslüman kadın hangi hizmetçiliği tercih eder?
Kendi evinde huzurla çocuklarına, eşine hizmet etmeyi mi, yoksa başkalarının emrinde, yabancı erkeklerin içinde köleliği mi?
Kadının asli görevi, evinin işlerini yürütmek, çocuklarını yetiştirmek ve aile düzenini muhafaza etmektir. Bu görev taksimini erkekler değil, âlimler değil; bizzat Allah Teâlâ yapmıştır. Resûlullah (s.a.v.) de fırsat buldukça hanımlarına yardım etmiş, ev işlerinde onlara destek olarak ümmetine örnek olmuştur.
Kadın-erkek çatışması, rekabeti ve husumeti; ins ve cin şeytanlarının fitnesidir. Mümin kadın ile mümin erkek birbirinin rakibi değil, yardımcısıdır. Her biri Allah’ın tayin ettiği sorumluluk alanında diğerini tamamlayan bir dosttur.
“Ey Rabb’imiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet bağışla! Çünkü sen, cömertçe bağışlayansın!” (Ali İmran: 3/8)
Deki: “Ey Rabb’im, şeytanların kışkırtmalarına karşı sana sığınırım! Ve onların çevremde bulunmasından yine sana sığınırım, ey Rabb’im!” (Mü’minun: 23/97-98)
De ki: Sığınırım ben; insanların Rabbine; İnsanların Hükümdarına! İnsanların İlâhına! O sinsi şeytanın şerrinden ki, insanların kalbine fısıldayıp durur.” Hem cinlerden, hem insanlardan,” (Nas: 114/1-6)
Toplumu ifsat eden şer odakları “Kadın ve erkek eşittir.” diyerek kadını erkeğe rakip hâline getirdiler. Peki, “eşitlik” derken neyi kastettiklerini hiç düşündünüz mü? …
Müsennif VELİOĞLU
KADININ İZZETİ
İslami Okul Okulların En Önemlisi