İslam coğrafyasının son bir asırdır maruz kaldığı istilalar, işgaller, soykırımlar ve iç savaşlar, yalnızca dış müdahalelerle değil, aynı zamanda içeriden desteklenen siyasal ve askerî ihanetlerle şekillenmiştir. Müslüman olduklarını iddia eden, ancak kâfirlerle iş birliği içinde olan bu yapılar, ümmetin karşılaştığı en büyük tehlikelerden biridir. Bu ikiyüzlü yapılar, sadece birer düşman değil; aynı zamanda ümmetin içine sızmış, içten içe çürütücü bir fitne kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim, bu münafık karakterin tehlikesine dikkat çekerek, bu yapıların İslam toplumuna içeriden zarar verme potansiyeline vurgu yapmaktadır:
“Münafıklara haber ver: Onlar için elem verici bir azap vardır. Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. İzzeti onların yanında mı arıyorlar? Oysa bütün izzet Allah’a aittir.” (Nisa, 4/138-139)
Bu ayet, izzeti kâfirlerden veya onların kurduğu sistemlerden bekleyenlerin büyük bir sapkınlık içinde olduklarını gösterir. Batı’dan alınacak yardımlarla, ekonomik desteklerle ya da diplomatik ittifaklarla sağlanacağına dair bir vehim hâkimdir. Bu yanlış algı, Müslümanların bağımsız hareket etmesini engellemekte ve onları sürekli emperyalist merkezlere bağımlı kılmaktadır.
Ordular Var Ama Neye Yarar?
İslam coğrafyasında bugün 50’den fazla bağımsız devlet ve onların orduları bulunmaktadır. Ancak bu orduların hiçbiri İslam ümmetinin izzeti için değil; çoğunlukla mevcut düzenin, seküler rejimlerin ve emperyalist çıkarların bekçiliğini yapmak üzere konumlandırılmıştır. Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Türk Devletleri Teşkilatı gibi organizasyonlar ise sadece göstermelik yapılar hâline gelmiş ve ümmete hiçbir hayırları olmamıştır.
Kukla Devletler ve Kukla Ordular
Osmanlı Hilafetinin yıkılmasıyla birlikte İslam coğrafyası parçalandı. Bütün bu parçalar batılı emperyalist devletlerin işgaline uğradı ve kontrol onlara geçti. Emperyalist devletler önce doğrudan hâkimiyet ve sömürü politikası güttüler. Daha sonra yerli münafık yönetimlerin eliyle sömürge düzenlerine devam ettiler. Bu münafıklar, görünüşte Müslüman kimliğiyle, gerçekte ise küfrün bekçisi olarak hareket ettiler. Böylece İslam coğrafyası, kendi içinden çıkan ama gerçekte düşman olan münafık bir zümrenin yönetimine teslim edildi. İşgalcilerin desteği ile kurulan bu devletler ve bu ordular çoğunlukla Batılı güçlerin çıkarlarını gözetmek amacıyla yapılandırıldı.
Bu sömürgeci devletler yerel müttefiklerini iktidara getirerek “dolaylı sömürgecilik” politikası uyguladılar. Bu yöneticiler, kimi zaman yerli halkla aynı dili konuşan, sözde aynı dini paylaşan bireylerden oluşsa da, sadakatlerini emperyalist merkezlere sunmuşlardır. Bu yapıların askerî kuvvetleri ise, yerel halkın güvenliğini sağlamak yerine, tağuti rejimlerin bekasını korumak ve halkın İslami uyanışına engel olmak amacıyla kullanılmıştır. Kur’an, bu münafık tiplerin karakterini şu ayetle tanımlar.
“İnananlarla karşılaştıkları zaman: “Biz de inanıyoruz!” derler. Fakat onları perde arkasından yöneten şeytanlarıyla, yani kendilerini yönlendiren liderleriyle, akıl hocalarıyla baş başa kalınca da: “Aslında biz sizin yanınızdayız, bakmayın Müslümanlıktan dem vurduğumuza; böyle yapmakla, onlarla sadece alay ediyoruz!” derler.” (Bakara: 2/14)
Bu yerli münafıklar emperyalistler tarafından iktidar yapıldı ve ordular onların emrine verildi. İşte bu sebepten bu devletler ve bu ordular onları perde arkasından yöneten işgalci emperyalistlerin emrinden çıkmazlar ve laf dahi söylemezler. İslam coğrafyasını yöneten bu münafık çeteler Müslümanları hep arkadan ve sinsice vurdular. Bu devletler ve bu ordular onların kontrolünde oldukları sürece İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapıp, ihanete devam edecekler.
Askerî Yapıların İslam’a Yaklaşımı
İslam coğrafyasındaki bu orduların Müslümanları sindirmek ve yok etmek için her türlü baskı, takip, hapis ve darbeler yaptıklarını görürsünüz. Bu ordular ihanetlerini meşrulaştırmak için de Müslümanlara aşırıcı, terörist ve vatan haini gibi yaftalar vurarak saldırdıklarını görürsünüz. Bu ordular, emperyalist çıkarlarla çelişmeyen laik ve seküler yapıların koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Seyyid Kutub’un şu tespiti bu durumu özetlemektedir:
“Şu gördüğünüz Arap ordularının varlığı, İslam’ı ve Müslümanları korumak için değildir. Bilakis bu ordular sizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı öldürmek için var olmuşlardır. Yahudi ve kâfirlere tek kurşun bile sıkmazlar.” (Seyyid Kutub, Fi Zilal’il Kur’an)
Şehit Seyyid Kutub’un bu tespiti, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bu tespit, sadece Arap orduları için değil; tüm İslam dünyasındaki seküler, ulus-devlet orduları için geçerlidir. Çünkü bu orduların bağlılıkları Allah’a değil, laik ve batıl rejimlerin koruyuculuğuna endekslenmiştir.
Görünürde Barış, Gerçekte Baskı
Bugün bazı coğrafyalarda müslüman halk ile bu orduların barış içinde yaşıyor gibi gözükmeleri sizi sakın aldatmasın. Müslümanlar özlerine dönüp İslam’ı gerçek manada yaşamaya başladıklarında, İslam’ın tevhid inancının gereğini yerine getirmek istediklerinde ve küfrün güdümünden kurtulmaya çalışıp batılın, sömürünün, emperyalizmin tahakkümünden kurtulmaya çalıştıklarında; işte o zaman bu orduların Müslümanlara karşı yine harekete geçtiklerini göreceksiniz.
Darbelerin Ortak Paydası
Bu devletleri perde arkasından yöneten emperyalistlerin istemedikleri iktidarları devirmek için nasıl darbeler yaptırdıklarına tarih şahittir. İstemedikleri bir iktidarı devirmek için anarşi, terör ve ekonomik krizler oluşturarak perde arkasından askeri darbeler yaptırdıklarını defalarca gördük. İşte; Suriye, Mısır, Lübnan, Irak, Yemen, Libya, Özbekistan, Kırgızistan Fas, Cezayir ve Türkiye daha nice ülkelerde defalarca yaşanan gerçekleri gördük. Bu devletlerin ve bu orduların tarihini araştırdığınızda; İslam’a ve Müslümanlara ihanetlerini göreceksiniz.
İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, Birleşmiş Milletler, NATO, AB ve Amerika, İslam coğrafyasında yaşanan zulüm, işgal, istila ve soykırımlar için ne yapıyorlar? Kınama, sert kınama, şiddetli bir şekilde kınama, devreye giriyoruz, acil toplantıya çağırıyoruz, olaylar nedeniyle kaygılıyız, tüm şiddet olaylarını kınıyoruz, tarafları tansiyonu düşürmeye çağırıyoruz, un ve makarna gönderiyoruz gibi toplumları uyutan ve adeta alay eden açıklamalardan başka bir şey değil. Gerçek şu ki, bu teşkilatlardan adalet, yardım ya da kurtuluş beklemek beyhude bir bekleyiştir.
Ne zaman Müslümanlar cemaat olur. Allah’a davet ve Allah yolunda cihad konusunda başarıya doğru giderse. İslam’a davette başarıya ulaşır ve toplumlar gerçek İslam ile tanışmaya ve kucaklaşmaya başlarsa, Allah’ın şeriatı egemen olmaya başlar da, cihad meydanlarında mücahitler zafere ulaşmaya başlarsa ve ne zaman batıl rejimler çökmeye ve devrilmeye başlarsa işte o zaman sadece adı İslam olan bu devletlerin ve bu orduların müdahale ettiklerini göreceksiniz. İşte o gün bu kukla devletlerin ve ordularının emperyalist efendileri ile beraber harekete geçip İslam medeniyeti kurmaya çalışan Müslümanlara karşı mücadele ettiklerini tekrar tekrar göreceksiniz.
Çözüm: Tevhid, Vahdet ve Cihad
İslam coğrafyasındaki zulmü durduracak olan şey; sadece toplumsal hareketlilik değil, Kur’an ve sünnet merkezli bir diriliştir. Gerçek çözüm:
- Tevhid akidesine dönmek,
- Bid’at ve hurafelerden temizlenmek,
- Cemaatleşerek istikamet üzere birlik kurmak,
- Allah’a davet ve cihad çizgisinde sabit kalmaktır.
Ümmet yeniden tevhid eksenli bir uyanışla davet alanında ve cihad meydanlarında başarıya ulaştığında, batıl sistemlerin nasıl çöküşe geçtiğini ve iş birlikçi orduların nasıl panikle harekete geçtiğini göreceğiz.
İşte o gün, “kimin ordusu” sorusu daha açık şekilde cevap bulacak: Allah’ın ordusu, müminlerden oluşan ve yalnızca O’na kulluk edenlerdir. Diğerleri ise, sadece suret-i haktan görünen, ama batıla hizmet eden yapıların silahlı muhafızlarıdır.
İzzetin yalnızca Allah katında olduğu bilinciyle, tüm mücadelemizi O’nun rızasına uygun şekilde yeniden inşa etmek zorundayız.
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi