İnsan… Topraktan yaratılmış, ruhu semadan üflenmiş, aklıyla gökleri temaşa eden, kalbiyle sonsuzluğu arayan varlık. Bir damla suyla başlar yolculuğu; rahimde şekillenir, dünyada yürür, ahirette ebedî menziline varır. Ne sadece beden ne yalnızca ruhtur; ikisinin de harmanlandığı, görünenle görünmeyenin buluştuğu en eşsiz sanat eseridir.
Melek, cin ve insan; Allah Teâlâ’nın yarattığı üç farklı varlık türüdür. Melekler nurdan, cinler dumansız ateşten, insanlar ise topraktan yaratılmıştır. Yaratılış maddelerinin farklılığı, onların özelliklerine, karakterlerine ve kabiliyetlerine de farklılık kazandırmıştır. Bununla birlikte, bu üç varlığın ortak bir gayesi vardır: Allah’a kulluk etmek.
İşte bu sebeple, Allah Teâlâ’nın yeryüzünde halife olarak yarattığı insanın sorumluluğu da, yetkisi de büyüktür.
İnsan, ruhsal açıdan meleklere; bedensel yönüyle bitkilere; öfke, şehvet, onur, benlik ve nefsânî duygular bakımından ise hayvanlara benzer. Gerçekte insan; madde âlemi ile madde ötesi âlemin kesişim noktası, canlı ve cansız varlıkların özü, yeryüzünün halifesi ve cennetin talibidir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Doğrusu biz insanı, birleşik bir tohumdan yarattık ve onu sınavdan geçirmek için işitme, görme yeteneğine sahip; kıldık.” (İnsan, 76/2)
İnsanın yaratılışı maddî sebeplere bağlı olarak, belirli bir zaman süreci içinde ve aşama aşama gerçekleşir. Ana rahmindeki yaratılış devrelerinden sonra dünyaya gelen insan, büyür, olgunlaşır, makam ve mevki sahibi olur. Ardından duraklama, yaşlılık ve hastalık dönemlerini yaşar; sonunda ölür, bedeni toprağa karışarak aslına döner.
Meleklerin yaratılışı ise insanlarınki gibi değildir. Onlar, herhangi bir maddî etkene bağlı olmaksızın, yalnızca Allah’ın “Ol!” (kün) emriyle yaratılmışlardır. Bu sebeple melekler, gelişme, olgunlaşma, duraklama veya yaşlanma gibi değişim süreçleri yaşamaz; yaratıldıkları hâl üzere milyarlarca yıl aynı şekilde kalırlar. Ne doğarlar, ne doğururlar; ne ölürler, ne de çoğalırlar. Kıyamete kadar Allah’ın emrine itaat eden sadık kullar olarak varlıklarını sürdürürler.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“O, yaratmanın her şeklini ve her çeşidini bilir.” (Yâsîn, 36/79)
İmtihan ve kulluk için dünyaya gönderilen insanın önünde iki yol vardır:
1 – İman ve itaat yolu: Allah’a iman edip O’na itaat ederek İslâm’a giren, kulluk görevini yerine getiren insan, asli yurdu olan cennete döner.
2 – İsyan ve sapma yolu: İnsanın apaçık düşmanı olan şeytanın adımlarını takip ederek onun vesvese ve telkinleriyle batıla yönelmesi, neticede cehenneme sürüklenmesi.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)
İnsan, kendisine bahşedilen akıl, irade ve vicdanla, bu iki yoldan hangisini seçeceğine karar verir. Bu seçim, onun ebedî saadetini veya ebedî felâketini belirler.
İnsanın Yaratılışındaki Hikmet
İnsanın yaratılışında, hem meleklerden hem de cinlerden farklı bir sır gizlidir. Melekler, günah işleme yetisine sahip olmadıkları için, Allah’a sürekli itaat ederler. Cinler ise, insanlar gibi irade sahibidir; kimi iman eder, kimi inkâr eder. İnsan ise, hem iyiliğe hem kötülüğe meyilli bir fıtratla yaratılmıştır. Bu sebeple, insanın kulluğu meleklerin kulluğundan daha değerlidir; çünkü insan, günaha meyli olmasına rağmen Allah’a yönelip sabır, takvâ ve ihlâsla ibadet eder.
Yeryüzünün halifesi olan insan, ilim ve hikmetle donatılmıştır. Allah Teâlâ, Âdem (a.s.)’a bütün isimleri öğreterek onu bilgiyle üstün kılmış, meleklere secde etmelerini emretmiştir. Bu olay, insanın Allah katındaki değerinin, ilim ve irade ile şekillendiğini gösterir.
Melek, Cin ve İnsan Arasındaki İmtihan Dengesi
Melekler, ibadette kusursuzdur fakat iradeleri sınırlıdır. Cinler, görünmez varlıklar olmaları ve uzun ömürleri sebebiyle farklı bir imtihan alanına sahiptir. İnsan ise hem maddî hem manevî yönleriyle iki âleme birden bağlıdır. Bu durum, insanın imtihanını daha çetin kılar.
Şeytan, cinlerin ateşten yaratılmış türündendir ve insana karşı ezelden beri düşmandır. Onun asıl gayesi, insanı Allah’tan uzaklaştırmak, fıtratını bozmak ve onu kendi ebedî felâketine ortak etmektir. Bu yüzden Kur’an, insanın sürekli teyakkuz hâlinde olmasını, şeytanın adımlarına uymamasını emreder.
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi