Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

Kâfir Cinlerin Zuhuru

 

Kâfir cinler, yani şeytanlar da zuhur eder. İnsanları saptırmak için farklı şekil ve suretlere girerek görünürler. Özellikle türbelerde, anıt kabirlerde ve kabir başlarında; ölülerden medet uman, onları kutsallaştıran kimselerin karşısına çıkarlar. İnsanlar bu varlıkların ölülerin ruhu olduğuna inanır, onlardan yardım beklerler. Hâlbuki zuhur edenler, ölülerin ruhu değil; insan suretine bürünmüş cin şeytanlardır. Ne var ki cahiller, bu hakikati kavrayamaz.

Şeytanlar insanı aldatmak için hakkı ve batılı karıştırır; rüyalara girer, ilham ederler ve bazen de bizzat zuhur ederek insanı saptırmaya çalışır. Özellikle küfrün önderlerine, büyücülere, kâhinlere ve falcılara şeytanî fikirler ilham ederler. Bu saptırıcıların peşinden gidenleri de aynı şekilde yoldan çıkarırlar.

Şeytanlar farklı inanç sahiplerine farklı suretlerde görünür. Kimi zaman ölmüş bir kişinin suretine bürünerek insanlara gözükür; cahil insanlar da bunu, ölenin ruhaniyeti sanır. Böylece şeytan, ölüyle ilgili bir hatıra üzerinden kişiyi yavaş yavaş şirke ve harama sürükler. Örneğin, kocası ölmüş bir kadına onun suretinde zuhur ederek onu aldatmaya çalışır. Kadın ise gördüğünü gerçekten kocası zanneder.

Yine şeytan, evliya kabul edilen bir kişinin suretine girerek zuhur edebilir. Bu şahıstan medet umanlar ya da ona rabıta yapanlar, gördükleri varlığı o evliyanın ruhaniyeti sanırlar. Böylece şeytan, insanı sağdan yanaşarak, yani din kisvesiyle aldatmaya çalışır. Bazen de aziz, rahip, dede veya şeyh gibi kendisine bağlanılan kimselerin suretinde görünür. Onlara bağlı olan kişiler de karşılarında gördükleri şeytanı, kutsadıkları zatın ruhaniyeti sanarak yanılırlar.

Şeytanlar yalnızca insan suretine bürünmez; kimi zaman putların, ineklerin, güneşin, yıldızların veya haçların içine girerek insanlarla konuşur. Böylece onlara birtakım haberler verir, küçük yardımlarda bulunur. Aldatılan kimseler de bu varlıkları tanrı, melek veya ilahî aracılar sanıp dua eder, yardım ister ve bağlanırlar. Böylece şirk batağına düşerler.

İnsan, Kur’an ve sünnet ile yolunu aydınlatmadıkça şeytanın maskarası olmaya mahkûmdur. Çünkü şeytanlar yaldızlı sözlerle, tatlı vaatlerle fısıldar, çeşitli suretlere girerek saptırmaya çalışır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“O kâfirlerin üzerine, kendilerini kışkırtıp ayartan şeytanları nasıl saldığımızı görmüyor musun?” (Meryem, 19/83)

“Peki, şeytanların kimlere indiğini size bildireyim mi? Onlar düzenbaz, günahkâr insanlara inerler. Kulak verirler fakat onların çoğu yalan söylerler.” (Şuara, 26/221-223)

Şeytanlar fırsat kollayarak beklenmedik zamanda ve mekânda, türlü yalan ve hileyle insanın karşısına çıkar. Nitekim Resûlullah (s.a.v.), onların insan suretine girerek sahabeye göründüğünü haber vermiştir. Buhari’de geçen meşhur rivayette, Ebu Hüreyre’nin Ramazan zekâtını korurken üç gece üst üste bir şeytanla karşılaşması buna örnektir. Şeytan her defasında yalan söylemiş, sonunda ise Ayet-el Kürsî’yi okumayı tavsiye ederek doğru bir şey söylemiştir. Resûlullah (s.a.v.), “O çok yalancı olduğu halde sana doğru söyledi. Seninle görüşen, insan suretinde bir şeytandır.” buyurmuştur.

Ebu Hüreyre’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir:

“Resulullah (s.a.v.) beni bir gece Ramazan zekâtını korumakla görevlendirmişti. Birisi geldi sadaka hurmasından avuçlamaya başladı. Bunu yakaladım ve: “Seni elbette Resulullah’a (s.a.v.) götüreceğim” dedim. O da: “Ben muhtacım, üzerimde de bana son derece muhtaç ailem vardır” dedi.

Ben de onu salıverdim. Sabahleyin Nebi (s.a.v.):

“Ey Ebu Hüreyre! Dün geceki esirin ne yaptı?” buyurdu. Ben de: “Ya Resulallah! İhtiyacının şiddetinden, ailesinin kesretinden şikâyet etti. Ben de ona merhamet edip salıverdim,” dedim.

Nebi; “Fakat o sana yalan söylemiştir, yankında yine gelir” buyurdu. Resulullah (s.a.v.) “yankında yine gelir” buyurduğu için bunun geleceğini biliyordum. Yine geldi ve hurmadan avuçlamaya başladı. Bunu yakaladım ve “seni elbette Resulullah’a (s.a.v.) götürürüm dedim.

O: “Beni bırak! Ben muhtacım, üzerimde büyük bir aile (yükü) vardır. Bir daha gelmem” dedi. Ben de merhamet edip salıverdim.

Sabaha eriştiğimde Nebi (s.a.v.) bana: “Ey Ebu Hüreyre! Dün gece esirin ne işledi?” buyurdu.

Ben de: “Ya Resulallah! Şiddetli ihtiyacından ve ailesinin sıkıntısından şikâyet etti. Ben de salıverdim” dedim.

Nebi (s.a.v.): “Fakat o, sana yalan söylemiştir, yankında yine gelir” buyurdu.

Üçüncü (defa) da onu murakabe ettim. Yine geldi ve hurmadan avuçlamaya başladı. Bunu yine yakaladım ve: (Bu defa) “Seni muhakkak Resulullah’a (s.a.v.) götürürüm. Artık bu, üç defanın sonudur. Sen, bir daha gelmem dersin, sonra yine gelirsin.” dedim. O: “Beni bırak! Sana ben birtakım kelimeler öğreteyim ki bu kelimeler sebebiyle Allah sana Hayır, bereket ihsan eder” dedi.

Ben: “Bu kelimeler nasıl şeydir?” diye sordum. O da: “Yatağına (uyumaya) girdiğinde Ayet-el Kürsi’yi, bitirinceye kadar oku! Sabaha kadar üzerinde Allah tarafından (memur) bir muhafız (bulunur), hiç ayrılmaz; sana şeytan da yaklaşamaz” dedi. Ben de onu salıverdim.

Sabahleyin Resulullah (s.a.v.) bana: “Dün gece esirin ne yaptı?” dedi. Ben de: “Ya Resulallah! Bu esir bana birtakım kelimeler öğreteceğini, bunların hürmetine Allah bana hayır ve menfaat ihsan edeceğini vaat etti. Ben de salıverdim” dedim.

Resulullah (s.a.v.): “Bu kelimeler nasıl şeydir?” buyurdu. Ben de: “Yatağına girdiğinde Ayetel Kürsi’yi bitirinceye kadar oku.” Yine bana o: “Üzerinde sabaha kadar Allah’tan (memur) bir muhafız bulunur, asla ayrılmaz. Sana şeytan da yaklaşamaz” dedi, diye cevap verdim.

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Bu (esir) çok yalancı olduğu halde (nasılsa) sana doğru söylemiş. Ey Ebû Hüreyre! Üç gecedir seninle görüşen kimdir, bilir misin?” buyurdu. Ben de: “Hayır, dedim.” Resulullah (s.a.v.): “İşte o (insan suretinde) bir şeytandır” buyurdu.” (Buhari)

Benzer şekilde Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.)’nin yaşadığı olayda da cin, kendisine Ayet-el Kürsî’yi okumayı öğütlemiş; Resûlullah (s.a.v.) ise “Doğru söyledi, fakat o yalancıdır.” buyurmuştur.

Ebu Eyyub el Ensari’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir:

Bir hurmalık vardı. Bir cin gelir ve ondan alırdı. Bundan Peygamber’e (s.a.v.) yakındım. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Git ve onu gördüğün zaman ‘Bismillah’ de ve ona, ‘Peygamber’e tabi ol!’ diye söyle.” dedi.

Sonra cini yakaladım, fakat bir daha gelmeyeceğine yemin etmesi üzerine bıraktım. Arkasından Ebu Eyyubi, Peygamber’e (s.a.v.) geldi ve Resul-i Ekrem ona: “Esirini ne yaptın?” diye sordu.

Ebu Eyyub: “Cin, bir daha gelmeyeceğine yemin etti.” dedi. Resul-i Ekrem: “O cin, yalan söyledi ve esasen o, yalan söylemeye alışıktır “ buyurdu.

Ebu Eyyub, cini tekrar yakaladı ve bir daha gelmeyeceğine dair yemin etmesi üzerine onu tekrar serbest bıraktı. Sonra Ebu Eyyub, Resulullah’a (s.a.v.) geldi ve Resulullah tekrar: “Esirini ne yaptın?” diye sordu.

Ebu Eyyub: “Bir daha gelmemeye (ikinci kez) yemin etti!” dedi. Daha sonra cini (üçüncü kez) yakaladı ve (ona) dedi ki: “Seni Resulullah’a (s.a.v.) götürmeden bırakmayacağım!”

Bunun üzerine cin, şu mukabelede bulundu: “Ben sana bir şey söyleyeceğim. Ayet-el Kürsi’yi oku! Evinde bunu oku, ne şeytan ne de başkası sana yaklaşamaz.”

Ebu Eyyub, Peygamber’e (s.a.v.) tekrar geldi ve Resul-i Ekrem: “Esirini ne yaptın?” diye sordu.

            Ebu Eyyub, cinin söylediğini Peygamber’e (s.a.v.) bildirdi. Resul-i Ekrem dedi ki: “Bu sefer doğru söylemiş, fakat kendisi yalancıdır!” (Tirmizi C.5 H. no: 3039 s. 25)

 

Tarih boyunca yalancı peygamberlerin de cinlerden destek aldığı bilinmektedir. Müseylimetü’l-Kezzâb ve Esved el-Ansî gibi sahtekârların gaybî haber aldıkları iddiası, aslında cinlerin vesveselerinden ibaretti. Nitekim Müslümanlar bu yalancılarla savaşmış, hem onları öldürmüş hem de cemaatlerini dağıtmışlardır.

İbn Ömer ve İbn Abbas’a Peygamberlik iddiasında bulunan “Muhtar kendisine vahyedildiğini iddia ediyor.” dediler. O ikisi ise şöyle buyurdular: Bu gelen ilhamın şeytandan olduğunu vurgulamak için doğru söylemiş deyip şu ayet-i kerimeyi okudular:

“Peki, şeytanların kimlere indiğini size bildireyim mi? Onlar düzenbaz günahkâr insanlara inerler. Kulak verirler fakat onların çoğu yalan söylerler.” (Şuara: 26/221-223)

Bir başkası ise şöyle dedi: Ona şöyle denildi: Muhtar ‘kendisine vahiy geldiğini’ iddia ediyor. O da şu ayet-i kerimeyi okudu: “Şunu da iyi bilin ki, şeytanlar sizinle mücadele edebilsinler diye kendi dostlarına ilham edeceklerdir.”

Buradan anlaşılıyor ki, şeytanlar insanları çeşitli suretlere bürünerek saptırır. Kâfirlere daha çok soldan yaklaşarak günaha kışkırtır; Müslümanlara ise daha çok sağdan yaklaşarak, iyilik kisvesi altında tuzağa düşürmeye çalışır. Bu gerçeği bilmeyenler, gördükleri şeytanları veli, şehit yahut Hızır zannederler. Oysa peygamber dahi olsa, vefat etmiş bir insanın zuhur ederek dünyadakilere yardım etmesi mümkün değildir. Allah insana böyle bir kudret vermemiştir.

İşte bu sebeple ölülere ve dirilere rabıta yapanlar, aslında cin şeytanların ağına düşmüş kimselerdir. Tasavvuf ehli buna “rabıta”, Budistler “meditasyon”, bazı din mensupları ise “ruh çağırma” der. İsimler farklı olsa da özde aynı şeydir: ölülerden veya kutsal sayılan kişilerden medet istemek. Oysa görülen ruhani varlıklar, insan suretine girmiş şeytanlardan başkası değildir.

İnsan suretine girerek zuhur eden şeytanlar, Müslümanları saptırmak için kendilerini Hızır, evliya ya da bir şehidin ruhaniyeti gibi göstermeye çalışırlar.

Yine bu şeytanlar, bir Budist’i veya Hindu’yu batıl yolda tutabilmek için kendilerini rahip, Buda yahut ineğin içine giren “kutsal ruh” gibi tanıtırlar.

Bir ateisti veya başka bir din mensubunu aldatmak içinse ölmüş bir yakınının ruhu ya da taptığı şeyin ruhu şeklinde görünerek onu batıl inançlarla oyalamaya çalışırlar.

Bu şeytanlar, bir doğruya yüz yalan katarak sinsice, hissettirmeden ve yavaş yavaş insanları saptırmaya gayret ederler.

Yine günümüzde yetenek programlarında görülen gözbağcıların, sihirbazların ve kâhinlerin sergiledikleri olağanüstü gösteriler de cin şeytanlarının yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Bu tür olağanüstü gösteriler, çoğu zaman teknik beceri, hile, sihir, göz boyama yöntemleri ve şeytanların desteğiyle yapılır. Ancak şeytanlar bu yardımı asla karşılıksız yapmaz. Onlar, yalnızca kendi emrinde olan günahkârlara, bid’at ehline ve kâfirlere yardım ederler.

İnsan ancak Kur’an ve sünnetin nuruyla yolunu aydınlatıp ihlâsla Allah’a teslim olursa, şeytanın şerrinden korunabilir.

 

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir