İslam, sadece bir inanç sistemi değil, hayatı tüm yönleriyle kuşatan ilahi bir nizamdır. Allah-u Teâlâ bu dini, diğer tüm dinlerden üstün kılmış ve insanların hayatının her alanına hükmetsin diye göndermiştir. Bu nedenle, kim İslam dışında bir dine yönelir ya da başka bir hayat tarzı benimserse, Allah bunu asla kabul etmeyeceğini bildirmiştir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Size, kendisine sarıldığınız takdirde delalete düşmeyeceğiniz iki şey bıraktım: Allah’ın kitabı ve benîm sünnetim.” (Hâkim Müstedrek, Beyhaki Sünen)
İslam, Allah tarafından gönderilen bir vahiydir. Bu vahiy, Resul aracılığıyla insanlara öğretilmiş, Kur’an ve sünnet şeklinde bizlere ulaşmıştır. Müslümanlar bu iki kaynağa tabi olmakla yükümlüdür.
Hüküm koyma, helal ve haramı belirleme yetkisi yalnızca Allah’a aittir. Peygamber (s.a.v.) dahi bu konuda kendi başına hüküm koymaz; sadece kendisine gelen vahyi iletir. Bu nedenle, bir konuda Allah’ın hükmü belliyse, müslümana düşen, o hükme iman etmek ve ona boyun eğmektir. Çünkü müslüman bilir ki, kimin hükmüne itaat ederse ona ibadet etmiş olur. Dolayısıyla, Allah’ın hükmüne itaat eden yalnızca Allah’a ibadet etmiş olur.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir. O, kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet edilmesini emretti” (Yusuf: 12/40)
“Allah hüküm vermede kendisine ortak kabul etmez.” (Kehf: 18/26)
Kur’an ve sünnette açıkça belirtilmiş bir hüküm varsa, ona inanmak ve uymak farzdır. Peki, Kur’an ve sünnette hakkında açık bir hüküm bulunmayan konularla ilgili ne yapılmalıdır? Bu tür meselelerde, Allah-u Teâlâ insanların akıl ve tecrübesine başvurmalarına izin vermiştir. Müslümanlar, zamanın ve ortamın şartlarına göre, Kur’an ve sünnete aykırı olmamak kaydıyla düzenlemeler yapabilirler.
Trafik kuralları, imar düzenlemeleri, iş yeri kuralları, teknik yönetmelikler gibi konular bu kapsamdadır. Ayrıca, sigorta, tüp bebek, organ nakli, sosyal medya kullanımı ve siyasi parti gibi yeni ortaya çıkan meselelerde, İslami ölçüler çerçevesinde içtihat yapılması gerekir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bana vahiy olunmayan meselelerde ben de sizin gibiyim” (Taberani Kebir)
Bu hadis, Kur’an ve sünnette hüküm bulunmayan meselelerde müçtehit âlimlerin içtihatta bulunabileceğini göstermektedir.
Bu konuda Bedir Savaşı sırasında yaşanan şu olay güzel bir örnektir: Sahabeden Hubâb b. Münzir, Resûlullah’a (s.a.v.) konakladığı yeri Allah’ın emriyle mi yoksa kendi tercihiyle mi seçtiğini sormuştur. Resûlullah (s.a.v.), bunun kendi tercihi olduğunu belirtince, Hubâb bu yerin savaş açısından stratejik olmadığını ifade etmiştir. Ona göre, düşmana en yakın su kuyusu kontrol altına alınmalı, diğer kuyular ise kullanılamaz hale getirilmeliydi. Resûlullah (s.a.v.), Hubâb’ın gerekçesini mantıklı bulmuş ve onun önerdiği mevkide konaklamaya karar vermiştir. Bu olayda Resûlullah (s.a.v.), vahye dayalı olmayan bir konuda sahabenin teklifine açık davranmış, daha isabetli bir görüş karşısında kendi tercihini değiştirmiştir. Bu tutum, İslam’ın istişareye verdiği önemi ve yöneticilerin eleştiriye açık olmaları gerektiğini de açıkça ortaya koymaktadır.
İslam, zamanla değişen şartlara uygun çözümler üretebilmek için içtihada kapı aralamıştır. Ancak bu, herkesin yapabileceği bir iş değildir. İçtihat ancak derin ilme sahip, Kur’an ve sünneti iyi bilen âlimlerin işidir.
İçtihat meselesi ihmal edilmemesi gereken bir konudur. Çünkü bilgi kirliliği, haberlerin çarpıtılması, toplumda panik, ümitsizlik ve fitneye yol açabilir. Bu nedenle, doğru haberlere ulaşmak için güçlü ve güvenilir haber kaynaklarının oluşturulması elzemdir.
Zamanın ortaya çıkardığı yeni sorunlara doğru çözüm yolları sunmak önemlidir. Bu da, hem İslami ilimlerde hem de fen bilimlerinde ehil âlimlerin yetişmesiyle mümkündür. Bu âlimlerin yetişmesi için güçlü, yaygın ve kaliteli eğitim kurumları kurulmalıdır. Bu kurumlar sayesinde, ilim ve hikmet sahibi insanlar toplumu eğitir, sorunlara çözüm üretir ve doğruyu gösterir. Aksi takdirde toplum, ehil olmayan kişilere ve batıl sistemlere mahkûm olur.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Onlara güvenliği ilgilendiren veya paniğe yol açabilecek bir haber ulaşınca onu yayarlar. Hâlbuki onu Peygamber’e ve aralarındaki yetki sahibi kimselere (4. Nisa: 59) iletmiş olsalardı, o yetkililer arasından hüküm çıkarma becerisine sahip olanlar, onu bileceklerdi. Eğer Allah’ın size lütuf ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytanın peşine takılıp gitmiştiniz!” (Nisa: 4/83
Sonuç olarak, kulun hakkı ve görevi Allah’ın hükümlerine tabi olmakla başlar. Allah’a kulluk, sadece namaz, oruç gibi ibadetlerde değil; hayatın her alanında Allah’ın rızasını aramakla mümkündür. Müslümanlar, çağın şartlarına göre İslami ölçülerden sapmadan yeni çözümler üretmeli, bunu yaparken de ilme, hikmete ve ehliyete dayalı bir yol izlemelidir.
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi