Şehadet, Yüce Allah’ın mücahit kullarına ihsan ettiği büyük bir nimet ve yüce bir makamdır. Şehit, tağutî sistemlerin egemenliğine son verip İslâm’ın hâkimiyetini tesis etmek uğruna mücadele ederken veya savaşırken hayatını kaybeden kimsedir.
Küfrün sancağı altında savaşan Müslümanlar ise doğrudan İslâm şeriatının hâkimiyeti için savaşmadıkları için onların şehit olup olamayacağı şüphelidir. Allah’ın şeriatı yeryüzünde egemen olsun diye mücadele ederken öldürülenler ise sıradan ölüler değildir. Onlar bu dünyadan, daha üstün bir hayata geçiş yapmışlardır. Hayat mertebelerinin farklı bir boyutunda, bizlerin mahiyetini bilemeyeceği bir âlemde, sonsuz nimetler içinde yaşamaktadırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah yolunda canlarını feda edenleri, ölü olarak nitelendirmeyin! Hayır, onlar yaşıyorlar; fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 2/154)
“Allah yolunda can verenleri sakın ölü sanma! Aksine, onlar Rablerinin katında nimetler içerisinde yaşıyorlar.” (Âl-i İmrân, 3/169)
Kur’an’ın bu ifadeleri, “Onlar dünyada ölü hükmünde olsalar da, Allah katında berzah denilen âlemde diğer ölülerden farklı bir hayat yaşayarak cennet nimetlerinden faydalanırlar” anlamına gelir. Bizim bilmediğimiz bu âlemde nimetler içinde hayat sürerler. Ancak hiçbir ayette veya hadiste şehitlerden yardım istenebileceğine dair bir anlayışa yer verilmemiştir. Diğer insanların ölüsünden yardım istemek nasıl batıl ise, şehitlerden yardım istemek de aynı şekilde batıldır.
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa dahi dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü ileri derecedeki ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa daha şehit olmayı ister.” (Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109)
Şehitlerin Bu Arzusu Kabul Edilmez.
İbn Abbas’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Uhud’da kardeşlerinize (şehitlik) isabet edince, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine uğrar, meyvelerinden yer; sonra Arş’ın gölgesinde asılı bulunan altından kandillere dönerler. Yediklerinin, içtiklerinin ve kaldıkları yerin güzelliğini görünce şöyle derler: ‘Bizim cennette diri olup da şehadetten dolayı rızıklandırıldığımızı, cihada yönelmeleri ve savaştan kaçmamaları için kardeşlerimize kim iletecek?’ Bunun üzerine Allah Teâlâ, ‘Bunu onlara Ben bildireceğim’ buyurdu ve şu ayeti indirdi:
Allah yolunda can verenleri sakın ölü sanma! Aksine, onlar Rablerinin katında nimetler içerisinde yaşıyorlar.” (Ebû Dâvud, Cihâd 25/2520; İbn Kesîr, 4/1442)
Şehidin mazhar olduğu bu üstünlükler ve imtiyazlar sebebiyle, dünyaya dönüp tekrar şehit olmayı istemesi birçok hadiste zikredilmiştir. Bazı rivayetlerde, Cenâb-ı Hak’ın şehitlere “Bir arzunuz var mı?” diye sorduğu, onların ise başka hiçbir arzularının olmadığını, sadece tekrar Allah yolunda şehit olmayı dilediklerini bildirdiği nakledilir.
Nitekim Resûlullah (s.a.v.), babası Uhud’da şehit olan Câbir’e (r.a.) şöyle buyurmuştur:
“Allah, babana ne söyledi, haber vereyim mi?”
“Evet” dedi.
“Baban, ‘Ey Rabbim, bana yeniden hayat ver, senin yolunda ikinci kez öleyim’ dedi. Allah ise, ‘Benden kesin karar çıkmış bulunuyor; ölenler artık dünyaya dönmeyecekler’ buyurdu.”
Dolayısıyla şehitlerin cesetleri toprak altında, ruhları ise mahiyetini bilmediğimiz berzah âleminde, yine mahiyetini bilmediğimiz bir hayat sürer. Cennet bahçelerinden bir bahçede bekletilirler. Onlar bu dünyada ölü hükmünde olsalar da, ruhları diğer ölülerden farklı bir hayat yaşamaktadır.
Allah, bütün ölüler hakkında şu hükmü beyan etmektedir
“İhmalkârlık ettiğim konularda iyilikler yapayım. Hayır, bu onun ağzından çıkan boş bir sözden ibarettir! Onlarla, diriltilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.” (Mü’minûn, 23/100)
Bu ayet ve hadisler, ister mümin ister kâfir olsun, ölenlerin dünyaya geri gönderilmeyeceğini açıkça haber verir. Ölünün dünyaya dönmesi, yardım etmesi, yol göstermesi veya zuhur etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla zuhur edip görünen ve hatta iletişim kurulan “ruhanî varlıklar”, ölmüş insanların ruhu değildir. Onlar ya bir melektir veya bir cindir.
Eğer, “Bu görünen ruhanî varlıklar Hızır olabilir mi?” diye sorulursa, şunu bilmek gerekir ki; Allah rahmet eylesin, Hızır da ölmüştür.
Şehitler Yardım Edemez, Şehitlerden Yardım İstenmez
Şehitlerin Rabbleri katında diri olmaları, onların yüce makamlarının ve cennet nimetlerine kavuşmalarının bir ifadesidir. Ancak bu hakikat, bazı kimseler tarafından yanlış yorumlanmakta ve şehitlerden yardım isteme gibi batıl inançlara kapı aralamaktadır. Kur’an ve sahih hadislerde, ölmüş kimselerden —ister peygamber olsun, ister şehit— yardım istenebileceğine dair hiçbir delil yoktur.
Tevhid akidesine göre yardım ancak diri olan, hayatta bulunan ve yardım etmeye gücü yetenlerden istenir. Gaybı bilme, kalplere nüfuz etme veya her yerde hazır bulunma gibi sıfatlar ise yalnızca Allah’a aittir. Şehitler, her ne kadar berzah âleminde nimetler içinde yaşıyor olsalar da, bu dünyaya müdahale etme, ihtiyaçları karşılama veya dua taleplerini işitme yetkisine sahip değildir.
Nitekim Resûlullah (s.a.v.)’in hayatında bile, sahabe ihtiyaçlarını doğrudan O’na arz ederken, vefatından sonra böyle bir talepte bulunmamış, tüm isteklerini doğrudan Allah’a yöneltmişlerdir. Bu, İslâm’ın tevhid esasının net bir göstergesidir.
Dolayısıyla “şehitler diridir” ayeti, onlardan dünyevî anlamda yardım istenebileceği anlamına gelmez; bilakis, Allah’ın katında onlara verilen özel hayatın ve ikramın bir müjdesidir. Yardım ve medet ise sadece Allah’tan istenir.
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi