Pazar, 4 Cemaziyelevvel 1447
Said Nursi Kimdir Hayatindan Kesitler

SAİD NURSİ KİMDİR? Hayatından Kesitler!

Doğumu ve Çocukluğu

Said Nursî, 1878 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğmuş ve 1960 yılında Şanlıurfa’da vefat etmiştir. Kendi hayatını iki döneme ayırarak tasnif etmiştir: 1878-1923 yıllarını kapsayan döneme “Eski Said”, 1923–1960 arasını ise “Yeni Said” dönemi olarak tanımlamıştır.

Said Nursi’nin hayatı anlatılırken çocukken kaybolan bilyelerini bulmak için Abdulkadir Geylani’nin ruhuna bir Fatiha hediye edip: “Medet ya Geylani bilyelerimi bana buldur.” diyerek ölülerden yardım isteme hikâyesi anlatılır.

Medrese Dönemi ve İstanbul’a Gelişi

Said Nursi’nin hayatı anlatılırken gençlik döneminde gittiği medreselerde hocalarla veya talebelerle geçinemediği, anlaşamadığı anlatılır. Bu sebeple Said Nursi gittiği birçok medresede uzun süre kalamıyor ya kendisi ayrılıyor veya hocaları gönderiyor.

Daha sonra İstanbul’a gelen Said Nursî, meşrutiyet yanlısı fikirleri savunuyor. Volkan ve Marifet gibi dönemin etkili gazetelerinde Sultan II. Abdülhamid aleyhine yazılar yazıyor. “Zalimler için yaşasın Cehennem” sözünü Abdülhamid Han için söylüyor. Selanik’e giderek İttihat ve Terakki mensupları ile Abdülhamid Han’ı devirme planları yapıyor. Yine Said Nursi, Abdülhamid Han’ı devirmek için Fırkatül Muhammedi’ye isimli bir teşkilatın kurulmasına öncülük ediyor.

Buradan açıkça şu anlaşılıyor: Said Nursi, İslam Halifesi Abdülhamid Han taraftarlarına ihanet ediyor. Buna mukabil haçlı ittifakının kurduğu İttihat ve Terakki örgütü ile iş birliği yapıyor.

İttihat ve Terakki İle İlişkileri

Said Nursi, İttihat ve Terakki’nin Abdülhamid’i devirmek için yaptığı darbeye açıkça destek vermiştir. İttihatçılar bu darbeden sonra Abdülhamid’i destekleyen birçok âlimi, birçok Müslümanı idam etmiştir. Bu darbe esnasında bir karışıklık yaşanıyor ve Said Nursi, Abdülhamid taraftarı zannedilerek bir süre tutuklanıyor. Said Nursi daha sonra Örfi İdare Mahkemesi’nde yargılanıyor ve serbest bırakılıyor. Abdülhamid’i destekleyen Müslümanları idam eden Örfi İdare Mahkemesi, Said Nursi’yi ise şu açıklamayı yaparak serbest bırakıyor:

“Said Kürdi hakkında yapılan bu şikâyetin uydurmadan ibaret olduğu, bilakis tam tersine kendisinin meşrutiyetin sağlanmasında ve ilan edilmesinde üstün hizmetlerinin olduğu bilindiği için ve hakikat ortaya çıkmasından dolayı tahliye edilmiştir.” Yani beraetine karar verilerek serbest bırakılmıştır diyor.

Buradan açıkça şu anlaşılıyor: Said Nursi’nin, bu örgütünün vazgeçilmez bir üyesi olduğu açıkça görülmektedir. Bunu şuradan anlayabiliriz: İttihat ve Terakki kontrolündeki Örfi İdare Mahkemesi Müslümanları ve Abdülhamid yanlısı kişileri idam ederken, aynı mahkeme Said Nursi’yi ise “bu bizdendir”, “bize hizmet ediyor”, “bu bizim adamımızdır” diyerek taltif ediyor ve serbest bırakıyor.

Harekât Ordusu ve Darbe Süreci

Said Nursi, Abdülhamid’e yapılan darbeden sonra, Serbesti gazetesinde darbeyi yapan Harekât Ordusunu öven yazılar yazmıştır. Harekât ordusu adı verilen bu ordu Selanik’ten gelmiştir ve bu ordu; Yahudi, Hristiyan, Rum, Ermeni ve kâfir Türklerden oluşan bir haçlı ittifakıdır. İşte Said Nursi, Abdülhamid’i deviren bu haçlı ordusuna methiyeler dizmiştir.

“Ordunun ruhu ve ülküsünün okullu subaylar olduğunu bunlara isyan etmenin de cinayet olduğunu söylüyor ve Abdülhamid’e yapılan bu darbeye sessiz kalınmasını herkesin evinde oturması gerektiğini söylüyor.” Said Nursi burada da açıkça darbecileri destekliyor ve halkın darbecilere karşı çıkmamasını ve darbecileri desteklenmesini istiyor. Bugün de FETÖ ihanet örgütü ABD’yi ve Avrupa’yı arkasına alarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünde bulunmuştur.

Said Nursi darbeden sonra bir süre İstanbul’da kalıyor sonra deniz yoluyla Batum’a geçiyor, Batum’dan Van’a geçiyor. Bir süre Van’da kalıyor ve çeşitli çalışmalar yapıyor ve sonra Şam’a gidiyor.

  1. Dünya Savaşı ve Esaret Dönemi

Said Nursi 1. Dünya Savaşı başladığında Doğu cephesinde gönüllü milis albay olarak görev almış; Bitlis, Van ve çevresinde Rus ve Ermeni birliklerine karşı çatışmalara katılmıştır. Bitlis yakınlarında geçirdiği bir kaza sonucu Ruslara esir düşmüş ve önce Batum’a, oradan da Kostroma’ya götürülmüştür. Said Nursi 3 Mart 1916’da esir düşüyor 18 Haziran 1918’de serbest bırakılıyor. Esaretten kurtulduktan sonra Enver Paşa tarafından kendisine önce madalya veriliyor, sonra Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye diye bilinen bir devlet makamına atanıyor ve bu makamdaki heyetin bir azası oluyor.

Burada şu ayrıntıyı görmek lazım; Bu tarihlerde Osmanlı Devleti’ni İttihat ve Terakki örgütü yönetiyordu. Said Nursi’nin bu ihanet örgütünün vazgeçilmez bir üyesi olduğunu şundan anlayabiliriz. Said Nursi esaretten kurtulup Osmanlı topraklarına girince önce madalya ile taltif ediliyor, sonrada devlette önemli bir makam veriliyor.

Bağdat Harap Olduktan Sonra Ne Yapsan Boş

Said Nursi, Kurtuluş Savaşı başladığında İngiliz karşıtı bazı cemiyetlere katılmıştır. Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve Teali İslam Cemiyeti gibi yapılar içinde yer alarak İngilizlere karşı mücadele vermiştir. Ancak ne var ki Osmanlı Devleti yıkılmış, hilafet kaldırılmıştır. Ümmetin içine düştüğü bu yıkımın, bu işgallerin ve bu zilletin sebeplerinden biri de Said Nursi’dir.

İttihat ve Terakki yanlısı hainlerle iş birliği yapan, Abdülhamid’i darbe ile deviren Haçlı ittifakının içinde Said Nursi de yer almıştır. Osmanlı Devleti yıkılırken yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş. Osmanlıyı yıkan örgüt İttihat ve Terakki tabelasını indirilmiş, yerine Halk Partisi tabelası asılmıştır. Ne gariptir ki aynı dönemde “Eski Said” dönemi sona ermiş, “Yeni Said” dönemi başlamıştır. Acaba neden?

Tabelalar değişse de, yeni isimler gelse de hak ile bâtılın mücadelesi sürmektedir. Yeni dönemde, Said Nursi’nin Papalığa yazdığı diyalog mektupları vardır. Hristiyanların cennete gireceğine dair söylemleri vardır. Amerika’ya muhabbet ifadeleri vardır. Müslümanlarla Hristiyanların kardeş yapılması düşüncesi ve dinler arası diyalog çalışmaları vardır.

Yeni Said Gaybdan Haber Veriyor

Said Nursi, Kurtuluş Savaşı başladığında Bitlis milletvekili olarak Ankara’ya geliyor, bir süre Ankara’da kalıyor, Mustafa Kemal ile görüşüyor ve bazı hadiselere şahitlik ettiğini iddia ediyor.

İddiasına göre güya bazı inkişaflar / olağanüstü haller görüyor, bazı olağanüstü haller yaşıyor ve gelecekle ilgili bazı şeyler gördüğünü iddia ediyor.

Said Nursi, Mustafa Kemal’in deccal olduğunu söylüyor. Gelecekte nelerin yaşanacağını manevi âlemde kendisine gösterildiğini iddia ediyor.

Said Nursi bu sebepten: “Eyvah eyvah çok ilginç şeyler olacak” diyerek Ankara’dan ayrılıyor. Böylece Eski Said dönemini kapatıp, yeni Said dönemini başlatıyor!

Burada anlatılanları şöyle değerlendirebiliriz:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Gaybı bilen O’dur fakat hiç kimseye gaybını açıklamaz! Ancak dilediği Peygamber hariç önüne ve arkasına gözcüler diker.” (Cin, 72/26-27)

Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmektedir:

“Çünkü evrende Allah’ın rıza ve gazap yollarını, yani gaybı bilen, yalnızca O’dur fakat hiç kimseye gaybını açıklamaz! Ancak, dilediği Peygamber hariç Çünkü Allah, ihtiyacınız kadar gayb bilgisini size öğretmek üzere, elçilerinden dilediğini seçer ve bu bilgileri sadece ona vahyeder. İşte Kur’an, böyle vahiy ürünü bir kitaptır. Allah bir Peygamber’e gaybı bildirirken, onu şeytanın dürtülerine ve ayartma girişimlerine karşı korumak için, önüne ve arkasına meleklerden gözcüler diker.” (Cin, 72/26-27)

Allah-u Teâlâ, Kur’an’da birçok ayette gaybı sadece kendisinin bildiğini ve sadece Peygamberlerine dilediği kadar bildirdiğini haber veriyor. Yine birçok hadiste gaybı sadece Allah’ın bildiğini ve Allah’ın bildirdiği kadar Peygamberlerin bildiğini haber vermektedir. Bunun dışında gaybdan haber verenlerin yalancı ve aldatıcı olduğunu ayetler ve hadisler aracılığıyla defalarca haber vermektedir. Said Nursi ise Ankara’da gördüğü birkaç hadiseye bakarak, Mustafa Kemal’e bakarak “gelecekte şöyle olacak, böyle olacak” diyerek gaybdan haberler vermeye kalkışıyor. Gaybı bildiğini iddia ederek evliyalık (!) taslamaya kalkışıyor, uyduruk gayb haberleri ile cahil insanları aldatmaya çalışıyor.

Çünkü cahil insanların din anlayışında “evliyalar gaybı bilir” algısı vardır. Oysa bu, bâtıl bir din anlayışıdır. Said Nursi gibi saptırıcılar, cahil bir toplumu uydurma hikâyelerle, ne olduğu belirsiz rüyalarla ve sözde gayb bilgisi yalanlarıyla kendilerine bağlamaya çalışmıştır.

Ey Said Nursi! Sen, İttihat ve Terakki yanlısı hainlerle iş birliği yapıp Abdülhamid’i devirirken neden gaybı görmedin? Abdülhamid devrilirse bu ümmetin başına ne tür felaketlerin geleceğini o zaman göremedin mi? Yoksa o dönemde kör müydün de gaybı görmedin? Zaten gaybı göremezsin! Gaybı gördüğünü iddia edenler yalan söylüyor. Öyleyse, ey yalan söyleyen Said! Sende iman da mı yoktu ki kâfirlerle iş birliği yaparak Müslümanlara karşı yapılan bir darbeye destek verdin.

Said Nursi, sahayı Mustafa Kemal’e teslim edip Ankara’dan ayrılıyor. Said Nursi’nin Mustafa Kemal ile laf dalaşına girmesi ise “Müslümanlar bizi düşman bilsin” tiyatrosundan başka bir şey değil. Bu tiyatronun devamını yakın tarihte Fetö elebaşı  oynadı.

Allah Resulü’nün bir hadisini hatırlayalım:

“…Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, dalâlete sürükleyen (yoldan çıkarıp bid’atları emreden) liderlerdir…” (Ebu Davud Fiten, 1/4252; Müslim Fiten 19; TirmiiziFiten32)

Eski Said; Kime Karşı Siyasi Mücadele Verdi

Said Nursî’nin hayatı genellikle “Eski Said” ve “Yeni Said” olmak üzere iki döneme ayrılarak incelenir. Eski Said dönemi (1878–1923) bu dönem onun siyasî mücadeleyle öne çıktığı yılları kapsar. Bu dönemde Said Nursî, istibdat rejimine karşı olduğunu beyan ederek Osmanlı yönetimine karşı muhalefet etmiştir. “Zalimler için yaşasın cehennem” sözünü II. Abdülhamid’e yönelik sarf ederek safını netleştirmiştir. Meşrutiyet yanlısı söylemleriyle gayrimüslim azınlıkların ve batıcı çevrelerin safında durmuştur. İttihat ve Terakki ile işbirliği yaparak Abdülhamid’in tahttan indirilmesini desteklemiştir. Fiilî olarak 31 Mart darbesine destek vererek siyasî pozisyonunu daha da belirgin hale getirmiştir. Sonuç olarak, bu darbe girişimi sonrasında Osmanlı yönetimi, İttihat ve Terakki ihanet örgütünün yönetimine geçmiştir.

Eski Said bu dönemde eğitim reformunu savunmuş, Medresetü’z-Zehra adlı üniversite projesiyle Osmanlı yönetiminden önemli miktarda maddi destek almıştır. Ancak bu projenin gerçekleşip gerçekleşmediği ve alınan paranın amacına uygun harcanıp harcanmadığı hâlâ tartışmalıdır.

Yeni Said; Siyasi Sahayı Kime Teslim Etti  

Yeni Said dönemi (1923–1960) ise genellikle Nursî’nin siyasetten uzaklaştığı, bireysel iman ve ahlâk inşasını merkeze aldığı dönem olarak takdim edilir. Ancak bu dönemde Said Nursî’nin siyasetten uzak durmasının ardında, Eski Said döneminde birlikte hareket ettiği İttihatçı kadroların iktidarı ele geçirmiş olması dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Abdülhamit’e darbe yapıp Osmanlı Devletini yıkan İttihat ve Terakki örgütü isim değiştirerek yoluna devam etmekteydi. Bu çerçevede Nursî’nin siyasetten çekilmesi, siyasi sahayı Cumhuriyet Halk Fırkasına teslim etmesi manasına gelir. Oysa bir Müslüman, hele de bir âlim Halk Fırkasına karşı mücadele etmesi gerekmez mi?

Yeni Said, bu dönemde “siyasetin şeytan işi olduğu” yönündeki söylemleriyle Müslümanları siyasî mücadeleden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bu söylem, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki baskıcı uygulamalar karşısında halkı pasifleştirme etkisi yaratmıştır. Bu anlayış, din düşmanlarının siyasî arenada daha rahat hareket etmesine zemin hazırlamış. İslâmî hassasiyetlerin siyasetten dışlanmasına sebep olmuştur. Siyasî sorumluluğu geri plana iten bu yaklaşım, halk nezdinde dinin kamusal alandan çekilmesini normalleştirilmiş.

İslam hayatın her alanına hükmeden bir din iken, Bu Yoldan Saptıranlar sebebiyle İslam sadece ahlak ve kişisel ibadetlerle sınırlı ruhban bir din anlayışına hapsedilmiştir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz; Tarih boyunca din düşmanları, İslam’ı ya doğrudan yok etmek ya da onu içeriden tahrif ederek etkisizleştirmek istemiştir. Bunu başaramadıklarında, paralel din anlayışlarını destekleyerek sahih İslam’ı gölgede bırakmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda hadis inkârcıları, tasavvufî gruplar, Nur hareketi mensupları ve Şiî mezhepler İslam’ın tahrif edilmesinde önemli rol oynamıştır.

Said Nursî, Risale-i Nurların hatasız, dokunulmaz ve ilhamla yazdırıldığını ileri sürerek bu eserleri kutsal metinler gibi takdim etmiştir. Oysa bu eserler, batıl, bidat ve hurafe şeyleri İslam diye pazarlayarak gerçek İslam’ı saf dışı bırakmıştır. Neticede Kur’an, ölüler için okunan ama hayata yön vermeyen bir kitap hâline getirilmiş; Risale-i Nur ise başucu kitabı yapılmıştır.

Bu durumun sonucunda Resûlullah’ın şu şikâyeti gün yüzüne çıkmıştır:

“Peygamber: ‘Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi’ dedi.” (Furkan, 25/30)

 

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.