Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

Takiyye Siyaseti

 

İslam’da takiyye, bir Müslümanın can ve namus gibi kutsal değerleri tehdit altına girdiğinde, bu durumdan kurtulmak amacıyla İslam’ı inkâr ederek Müslüman değilmiş gibi davranmasıdır. Bu tür bir durumda Müslümanın takiyye yapmasına ruhsat verilmiştir.

Mekke döneminde bazı Müslümanlara işkence yapılmış, iman ile küfür arasında tercihe zorlanmışlardır. Bu Müslümanlardan Habbab bin Eret, kor ateş üzerine sırt üstü yatırılmasına rağmen imanından taviz vermemiştir. Bilal-i Habeşî, demirden bir zırh içinde sıcağın altında bırakılmış, kızgın kumlar üzerinde sürüklenmiş, buna rağmen inancını korumuştur. Yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzab’ın adamları tarafından organları birer birer kesilen Habib bin Zeyd bin Asım ise son nefesine kadar onların taleplerini reddetmiş, Müseyleme’nin peygamber olmadığını haykırarak şehit olmuştur.

İslam tarihinin ilk şehidi olan Sümeyye, putlara tapmaya zorlandığı halde işkencelere rağmen direnir ve şahadeti tercih eder. Sümeyye ve eşi Yasir işkenceyle şehit edilirken, oğulları Ammar bin Yasir işkencelere dayanamayarak müşriklerin istediklerini söylemek zorunda kalır ve böylece ölümden kurtulur. Ağlayarak Peygamber Efendimize gelir ve “Ey Allah’ın Resulü! Senin hakkında kötü söz söylemeden ve onların ilahlarını övmeden beni bırakmadılar.” diyerek özür beyan eder. Resûlullah (s.a.v.) ona, “O anda gönlünde ne hissediyordun?” diye sorar. Kalbinin imanla dolu olduğunu söyleyince, Peygamber Efendimiz benzer bir durumla karşılaşması hâlinde yine böyle davranmasına izin verir. Ardından şu ayet nazil olur:

“Her kim iman ettikten ve İslâm’ın güzelliklerini bizzat yaşadıktan sonra, yeniden küfre dönerek Allah’ın dinini inkâr edecek olursa, —tabii ki bundan maksat, kalbi imanla dopdolu olduğu hâlde, baskı altında inkâr etmiş görünenler değil fakat imanın coşkusunu tatmış olmasına rağmen gönlünü yeniden inkâra açıp da, İslâm dışı herhangi bir inanç veya ideolojiyi bilerek ve isteyerek onaylayan kimselerdir— işte Allah’ın kahredici gazabı onların üzerindedir ve onlar için korkunç bir azap vardır!” (Nahl, 16/106)

Bu ayetin kısa tefsirinde şöyle denilmektedir:

“Demek ki, baskı altında bulunan bir Müslüman, öldürülme veya bir uzvunun kesilmesi gibi hayati bir tehlikeyle yüz yüze geldiğinde —her ne kadar şehadeti göze alıp direnmesi daha faziletli ise de— kendisini kurtarmak için diliyle inkâr edebilir. Ancak şu da var ki, Peygamberlerin ve onların temsilcisi konumundaki İslâm âlimlerinin her ne sebeple olursa olsun İslâm’ı inkâr anlamına gelebilecek bir beyanatta bulunmaları câiz değildir. Çünkü halk, İslâm’ın hükümlerini onlardan öğrenir. Dolayısıyla âlimlerin sözleri bir anlamda hüccet olduğundan ve yalnızca kendilerini değil, onlara itaat etmekle yükümlü olan bütün Müslümanları bağladığından, onların dini hükümler konusunda yalan söylemeleri kesinlikle doğru değildir.”

“Öte yandan, eğer bir Müslüman, daha aşağı derecede bir baskı ile karşılaşırsa, yalnızca diliyle bile olsa inkâr edemez, ederse —her ne kadar kâfir olmasa da— günaha girmiş olur. Ancak daha da ileri gidip “gönlünü inkâra açarak” kâfirliği benimsediği takdirde, dinden çıkarak Allah’ın gazabına müstahak olur.”

Tehlikeli bir durumda takiyye yapılıp yapılmayacağı, o durumu yaşayan Müslümanın karar vereceği bir husustur. Bununla birlikte Allah, insanlara güçlerinin yetmeyeceği bir yük yüklemez. İşkence karşısında imanını kalbinde gizleyip, sadece dil ile inkâr eden kimseye bu durumda ruhsat verilmiştir. Takiyye, bu anlamda zaruret hâlinde bir istisna olarak görülür. Ancak, güya İslam adına ya da iktidar olmak için takiyye yapılması kesinlikle caiz değildir.

Takiyyenin Siyasete Taşınması

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dönemindeki cahiliye toplumuna baktığınızda, hangi dine inanıyorlarsa onu açıkça savunduklarını görürsünüz. Başka kesimlere yaranmak veya menfaat sağlamak için inançlarını gizlememişlerdir. Bu yüzden o dönemde insanlar hangi dine mensuplarsa, o konuda samimi olmuşlardır. Müslüman olduklarında da samimiyetle bu dini benimseyip, hayatlarını hızla değiştirmişlerdir.

Günümüzde ise durum oldukça karmaşık hâle gelmiştir. Toplumda kimin neye inandığını, hangi davayı savunduğunu anlamak neredeyse imkânsızdır. Özellikle seçim dönemlerinde bu durum çok daha belirgin hâle gelir. Örneğin, bazı sol görüşlü siyasetçilerin seçim öncesi söylemleriyle seçim sonrası uygulamaları arasında beyazla siyah kadar fark vardır.

Sol partilerin dünya görüşü büyük oranda İslam karşıtlığı üzerine şekillenmiştir. Buna rağmen seçim öncesinde iyi bir Müslüman gibi görünmeye çalışırlar; camilere giderler, iftarlara katılırlar, Kur’an okurlar, türbeleri ziyaret ederler. Ancak gerçek yüzlerini, iktidarı ele geçirdiklerinde gösterirler. Dindarlık maskesini çıkarır, İslam karşıtı politikalarına devam ederler. Bu tür davranışlara “takiyye siyaseti” denir. Bu anlayış, dini siyasete araç etmektir ve münafıklıktır.

Benzer şekilde, Müslüman kimliğiyle tanıdığımız bazı siyasetçiler de İslam’a göre laikliğin küfür olduğunu bilmelerine rağmen, sırf oy kazanmak ve iktidara gelmek için laikliği savunur, demokrasiyi kutsal bir değer gibi sunarlar. Laik anayasaya bağlılık yemini eder, heykellerin önünde saygı duruşunda bulunurlar. Ancak inandıkları İslam, bu davranışların haram olduğunu ve kişiyi dinden çıkarabileceğini bildirir.

Sol görüşlü siyasetçiler seçim sonrası din düşmanlığına devam ederler. Ancak Müslüman bildiğimiz siyasetçiler ise laiklik güzellemelerine devam ederler. Bu da Müslümanların takiyye siyaseti ile yoldan sapması anlamına gelir. Takiyye siyaseti, dini araç hâline getirir ve Müslümanı müşrik konumuna düşürür.

Takiyye siyaseti yapanlar, süslü vaatlerde bulunur, inanmadığını söyler, inandığını gizler, dini ve ideolojileri araç olarak kullanır. Her kesime farklı konuşur, her renge bürünür. Böyle bir siyaset tarzı, güveni yıkar, ahlakı bozar. Bu zihniyetteki siyasetçi vadettiklerini yerine getirmez, yolsuzluk yapar, toplum kaynaklarını talan eder. Bu siyasetçiler artık iktidar olmak için, makam için her şeyi mubah sayarlar.

İnandıklarını açıkça savunmayan siyasetçiler, dinin esaslarını anlatmayan din adamları ve sorgulamayan bir toplum bir araya geldiğinde, hakikatin bulunması imkânsız hâle gelir. Sonuçta çıkar ve menfaat için her renge giren ahlaksız, seviyesiz ve münafık karakterli bir toplum oluşur.

Takiyye siyasetiyle yönetilen bir toplumda, ikiyüzlü ve her türlü yolsuzluğu meşru gören siyasetçiler yetişir. Siyaset, yalan ve ilkesizlik zemini hâline gelir. Siyasetçilere güven azalır. Din, çıkar için kullanılan bir araç olur. Halkın dini duyguları suiistimal edilir. Doğruluk ve samimiyet değil, riyakârlık ve gösteriş ön plana çıkar. Böyle bir toplumda güven yıkılır, ahlaki çürüme baş gösterir. İşte bu yüzden İslam, takiyye siyasetini yasaklamıştır. İslam, tevhid esaslarına bağlı, dosdoğru ve şeffaf bir siyaset emreder.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“O hâlde, ey Peygamber ve ey İslâm toplumunun önderi! Rabb’inin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol! Sadece sen değil, günahlarından tövbe edip senin yanında yer alan diğer Müslümanlarda böyle olsunlar! Ve sakın ilâhî yasaları ihlal ederek yahut hak ve adâlet sınırlarını aşarak azgınlık etmeyin! Unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyi görmektedir.” (Hud 11/112)

Abdullah bin Amr bin Âs’tan rivayet edildiğine göre

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Dört özellik vardır ki, kimde bulunursa tam bir münafık olur. Kimde bunlardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar onda münafıklıktan bir özellik vardır: Kendisine emanet edildiğinde hıyanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, düşmanlık ettiğinde haddi aşar.” (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 106)

Bu uyarılar, takiyye siyasetine açık bir reddiyedir. Gerçek İslami siyaset; dürüstlük, açıklık, sadakat ve ahlaki tutarlılık üzerine inşa edilir. Müslüman bir siyasetçi, halka ne vaat ediyorsa onu yapmalı, sözüyle kalbi bir olmalı ve iktidara geldiğinde değişmemelidir.

Takiyye siyaseti kısa vadede kazanç sağlasa da, uzun vadede toplumsal güveni yıkar. Bu yöntemle siyaset yapanlar dışarıdan kazanıyor gibi görünse de, aslında toplumun ahlakını, siyasetin itibarını ve dinin inandırıcılığını kaybettirir. İslam, siyasette samimiyet, sorumluluk ve hesap verebilirlik ister. Müslümanların siyaseti, maskelerle değil, mertlikle yapılmalıdır.

Takiyye, yalnızca can ve namus gibi temel değerlerin korunması amacıyla zaruret hâlinde yapılmasına ruhsat verilmiştir. Nahl 16/106 ayetinde belirtilen bu ruhsat, özel durumlara yöneliktir. Ancak bazı kesimler bu ruhsatı siyasal stratejiye dönüştürmüş, makam ve iktidar elde etmek için inandıkları değerleri gizleyerek farklı kimliklere bürünmüşlerdir. Bu Takiyyenin sınırlarını aşarak siyasal riyakârlığa ve şirke dönüşmesidir.

 

Takiyye ile Tedbir Arasındaki Fark

Şunu açıklamak gerekir: Baskıcı rejimlerde siyaset yapanlar, tehdit ve zor şartlarda doğru siyasi manevralar yapabilir. Yani, doğruyu doğru zamanda ve doğru üslupla söylemek hem meşrudur hem gereklidir. Bu, hikmetli hareket etmektir ve buna “tedbir siyaseti” denir.

Ancak niyeti gizlemek, inandığının tersini söylemek ve başka bir kimliğe bürünmek doğru bir siyaset tarzı değildir. Takiyye siyaseti gizli ajandadır, muhatabı kandırmaktır. Tedbir siyaseti ise hakkı yerinde, zamanında ve hikmetle söylemektir; muhatabı kazanma sanatıdır. Takiyye ve tedbir siyaseti, siyahla beyaz kadar farklıdır.

Takiyye siyaseti kısa vadede başarı getirse bile uzun vadede toplumu yıkar. Güveni zedeler, dinin samimiyetini sarsar, siyaseti itibarsızlaştırır ve ahlaki çürümeye yol açar. Siyasetçinin ruhunu kirletir, toplumu ifsat eder. Bu sebeple takiyye siyaseti, ahlaki yıkıma neden olur.

İslam’da siyasetin temel kaideleri tevhid, adalet, emanet ve şûra anlayışına dayanır. Müslüman bir siyasetçi, halkın karşısına samimi, ilkeli ve şeffaf bir duruşla çıkmak zorundadır. Siyasal tutarlılık sadece imanla değil, toplumla yapılan ahlaki bir sözleşmedir.

Gelecek nesillere bırakılacak en büyük siyasi miras, makamlar değil; güven duygusu ve ilkeli yönetim anlayışıdır. Müslümanların siyaseti, takiyye ile değil; tevhidi bir duruşla, hesap verebilirlik ve açıklıkla yürütülmelidir.

Günümüzde siyaset iktidar mücadelesine indirgenmiş; ilke ve değerler geri plana atılmıştır. Siyasetçilerin inançlarını ve hedeflerini gizleyerek toplum karşısında farklı bir yüzle görünmeleri, bir strateji değil; ahlaki yozlaşmadır. Bu sebepten toplumun takiyye siyasetinden uzak durması gerekir.   

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir