Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

TASAVVUFUN “AMENTÜSÜ”

Vahdet-i Vücut

Tasavvufun temel inançlarından biri olan “Vahdet-i Vücut”, açıkça söylemek gerekirse tasavvufun amentüsüdür. Bu anlayış, tasavvufî geleneğin iman esasları arasında görülmektedir. Öyleyse önce şu soruyu soralım: Vahdet-i vücut nedir?

Tasavvuf büyüklerinin iddiasına göre Allah’tan başka varlık yoktur. Görülen, duyulan, koklanan, dokunulan ve hissedilen her şey aslında Allah’ın bir parçasıdır. İşte bu inanca “Vahdet-i Vücut” denir. Bu inancı benimseyen sufiler, bu düşünceyi eserlerinde açıkça savunmuş; zikir halkalarında sıkça “Lâ mevcude illallah” yani “Allah’tan başka mevcut yoktur” ifadesini tekrar etmişlerdir.

Bu tanım iki temel anlamı içermektedir:

1 Mahlûkatın Varlığını İnkâr

Sufiler, Allah’ın yarattığını beyan ettiği, isimlerini tek tek saydığı ve varlığına iman etmemizi istediği mahlûkatı yok sayar. Bu, Allah’ın yarattığını inkâr etmek ve O’nu yalanlamak anlamına gelir. Bu inkâr küfürdür. Aynı zamanda insanın beş duyusuyla algıladığı mahlûkatı yok saymak ahmaklıktır.

Kur’an ve sahih hadislerde “Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur” şeklinde bir ifade yer almaz. Meleklerin, cinlerin, cennet ve cehennemin, yeryüzündeki canlı ve cansız tüm varlıkların gerçek anlamda var olduğu, hem duyularla hem de Kur’an ve sünnetle sabittir. Bu açık gerçekliği inkâr, hem aklî hem de naklî delillere karşı gelmektir.

2 Mahlûkatın Allah’ın Parçası Olduğunu İddia Etmek

Birinci aşamada mahlûkatın varlığını inkâr eden Sufilere gördüğünüz, duyduğunuz, dokunduğunuz bu varlıklar neyin nesidir diye sorduğunuzda; Onlar haşa Allah’ın bir parçası, bir cüzü ve bir yansıması olduğunu iddia ederler. Oysa Kur’an ve sünnet, Allah’ın zatının mahlûkattan ayrı olduğunu, mahlûkatın O’na benzemediğini ve hiçbir şekilde O’na ortak olamayacağını defalarca bildirmiştir.

Allah’ın bir parçası olduğu iddia edilen her şey —ister put, ister taş, ister hayvan, ister pislik olsun— Kur’an’a göre sadece yaratılmıştır; ne Allah’tır ne de O’nun bir parçasıdır. Böyle bir inanç, Hristiyanların “İsa Allah’ın oğludur” ya da “İsa Allah’ın bir parçasıdır” şeklindeki küfrüne benzer. Tasavvufun “vahdet-i vücut” küfrü de bu bağlamda aynı minvaldedir.

Allah, kâinatı yoktan yaratmıştır. Ayetler kâinatın gerçekliğini ve yaratılışını ispatlarla anlatır. Güneş, ay, yıldız, toprak, ağaç, hayvan ve diğer tüm mahlûkat; Allah’ın yaratmasıyla var olmuş, varlıkları Kur’an’da delillerle sabit kılınmıştır. Bunların hem var olduklarını kabul edip hem de (haşa) Allah’ın bir parçası olduklarını iddia etmek, çelişki ve hezeyandan başka bir şey değildir.

Kur’an’ın Açık Uyarısı

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın bazı kullarını O’nun bir parçası yaptılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür.” (Zuhruf, 43/15)

Bir başka ayette ise şöyle buyrulur:

“Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. Sizin için kendi cinsinizden eşler yaratmış, hayvanlardan da çiftler meydana getirmiştir. Böylece sizi çoğaltıp yaymıştır. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işiten ve görendir.” (Şûrâ, 42/11)

Bir Küfür Peşinden Yeni Küfürler Türetir

“Bir yalan peşine kırk yalan söyletir” misali, vahdet-i vücut küfrü de ardı sıra başka batıl inançlar doğurmuştur. Örneğin bazı sufiler şöyle demiştir: “Madem bütün mahlûkat Allah’ın bir parçasıysa, zahirde puta tapan bir kişi de aslında Allah’a tapıyor sayılır. Çünkü o put da Allah’ın bir parçasıdır.”

Bu akılsızca iddiaya göre bir tarikat şeyhi de Allah’ın bir parçasıdır, her insan (ister mümin ister kâfir olsun) Allah’ın bir parçasıdır. Aynı şekilde dağ, taş, kedi, köpek, domuz, fare hatta pislik bile (haşa) Allah’ın bir parçası sayılır. Bu iddialara göre onlara “Allah” demek doğru olur. Bu sapıklığın zirvesinde ise Hallâc-ı Mansûr gibi kişiler yer alır. Hallâc “Enel-Hak” (Ben Allah’ım) diyerek açıkça küfrünü dile getirmiş ve bu sebeple şer’î mahkeme tarafından idam edilmiştir.

Bu bâtıl inanca sahip sufilerden bazıları da şunları söylemiştir:

  • “Allah cübbemin altındadır.”
  • “Allah kadın suretinde geldi, beni eğlendirdi.”
  • “Ete kemiğe büründü, Mahmud diye göründü.”
  • “Allah eşittir Muhammed’tir.”
  • “Peygamberler denizin kıyısında kaldı, ben o denize daldım.”
  • “Allah rahmetini benim vasıtamla dağıtır.”

Bu tür küfür sözlerini sarf eden tasavvuf büyükleri, veli/evliya kabul edilip el üstünde tutulmuş, kutsanmış ve halk onların peşinden gitmiştir.

Vahdet-i Vücut Küfrü ve Şeyhlerin Dokunulmazlığı

Vahdet-i vücut gibi bir hezeyanı uyduran münafıklar, İslam ümmetini asırlar boyunca oyalamış; dini, bâtıl inançlar ve bid’atlerle tanınmaz hâle getirmişlerdir. Aslında birçok insan, vahdet-i vücut inancının küfür olduğunu sezmekte, bu bâtılın hakikatiyle yüzleşmektedir. Ancak ne var ki, gözlerinde büyüttükleri, kutsiyet atfettikleri, dokunulmaz addettikleri ve ulaşılmaz mertebelere ulaştığına inandırıldıkları tasavvuf fırkasının elebaşlarına toz konduramamaktadırlar. Zihinlerine adeta kazınan bu kişiler, tasavvuf önderlerini insanüstü, kutsal ve sorgulanamaz varlıklar olarak gördüklerinden, apaçık hakikatleri dahi kabule yanaşmamaktadırlar. Bu sebeple, gerçeği perdelemek için şu tür bâtıl sözlerin ardına sığınırlar: “Bâtıni manayı biz bilemeyiz”, “Ben bilmem, şeyhim bilir”, “Büyükler söylemişse vardır bir hikmeti”, “Evliyanın sırrına akıl ermez” ve benzeri nice mesnetsiz ifadelerle savunmaya kalkışırlar.

İtirazlara Verilecek Cevaplar

Tasavvuf yoluna körü körüne bağlı olanlar, bu tür küfür sözleri aklamak için birde şöyle derler:

“Bunlar vecd hâlinde, cezbe anında, Allah aşkı ile söylenmiş sözlerdir. Şeriata göre küfür gibi görünse de aslında değildir.”

Bu iddiaya şöyle cevap verilir: Allah Resûlü ve sahabe, Allah’a herkesten daha yakın ve O’nu herkesten çok seven kimselerdi. Buna rağmen ne akıllarını yitirdiler, ne de vecd hâlinde küfür sözleri sarf ettiler. Onlardan böyle bir şey ne duyulmuş ne de rivayet edilmiştir.

İslam, sarhoş eden her şeyi yasaklamıştır. Akıl kaybına sebep olan ister içki, ister çile odasında geçirilen vakit olsun, bunların hepsi dinen yasaktır. Hatta Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın…” (Nisâ, 4/43)

Tasavvuf büyükleri ise vecd hâlinde her türlü küfrü dillendirir. Bu sözler kitaplarına geçirilmiş, tövbe edilmemiş ve itiraz eden âlimlere düşmanlık edilmiştir. Sufilere sormak gerekir: Bu küfür sözleri sarf eden büyükleriniz, hiç mi akıllarını başlarına almadı? Madem sarhoştular, neden sonra tövbe etmediler? Eğer deli idilerse, niçin bu akılsız insanları savunuyorsunuz?

Aynı sufiler, sokakta sarhoş birinin küfrüne tahammül edemezken, söz konusu olan “efendi hazretleri” olunca vecd, sır, bâtın, hikmet gibi kavramlarla işi geçiştirirler.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz; Mekke müşrikleri “Biz Allah’ın sevgili kullarıyız” diyordu. Bugünün müşrikleri ise “Biz Allah’ın veli kullarıyız”, “Efendi hazretleri Allah’ın evliyasıdır” diyerek halkı aldatıyor. “Allah, inananların velisidir.” (Bakara, 2/257) ayetine iman eden gerçek mü’minler ise bugün “radikal”, “aşırı”, “fitneci”, “terörist” gibi ithamlarla karalanmaya çalışılmaktadır.

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir