Pazartesi, 5 Cemaziyelevvel 1447

VATAN VE MİLLİYET

Kavmiyetçilik Şeytanî Bir Davadır

Allah’ın en nefret ettiği şeylerden biri, Resulü’nün “Cahiliye davasıdır, kokuşmuş bir leştir, ayaklarımın altındadır” dediği şey kavmiyetçilik davasıdır. Çünkü kavmiyetçilik, şeytanın Allah’a karşı başlattığı isyanın ilk adımıdır. Allah-u Teâlâ, tüm insanlığın temsilcisi ve ilk insan olan Âdem’e secde edilmesini emretti. Bunun üzerine tüm melekler Allah’ın emrine uyarak secde ettiler. Meleklerin arasında bulunan ve aslen bir cin olan İblis, bu emri gururuna yediremeyerek kibre kapıldı. Allah’ın emrine başkaldırma pahasına Âdem’e secde etmedi.

“Hani meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ demiştik. Bunun üzerine secde ettiler; ancak İblis karşı geldi, kibre kapıldı ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34)

İblis, kendi yaratılışını Âdem’in yaratılışından üstün gördü ve kibirlendi. “Benim ırkım, cinsim, maddem, özüm Âdem’den daha hayırlıdır.” diyerek kendini üstün gördü, ilahî emre başkaldırdı ve kâfirlerden oldu. Allah, İblis’in niçin secde etmediği bildiği halde insanlığa ibret olması için ona sordu:

“Sana emrettiğimde Âdem’e secde etmekten seni alıkoyan nedir?”
İblis dedi ki: “Ben ondan daha üstünüm! Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın!”
(A’râf, 7/12)

Oysa gerçek üstünlük, ancak Allah’ın emrine itaat ile mümkündür. Fakat İblis, bunu bile bile kibre kapıldı ve isyanı tercih etti. İblis’in kendi yaratılışını başka bir varlığın yaratılışından üstün görerek kavmiyetçilik yapması gibi bir kısım insanlar da Allah katında sanki üstün bir ırk varmış gibi kendi milletlerini başka milletlerden üstün görerek kavmiyetçilik yapmaktalar. Bu, şeytandan miras kalmış bir kibirdir ve batıl bir davadır.

İşte bu sebepten kavmiyetçilik, Allah’ın en nefret ettiği şeylerden biridir. Allah Resulü, “Cahiliye davasıdır, kokuşmuş bir leştir, ayaklarımın altındadır.” diyerek kavmiyetçiliğin batıl bir dava olduğunu bildirmiştir. Herkes yaratılış itibarıyla eşittir; üstünlük ancak takva iledir. Ne ateşten yaratılmış olmak, ne bir ırka mensup olmak, ne bir imparatorluğun devamı olmak, ne beyaz olmak, ne siyah olmak, ne de bir Peygamber’in soyundan gelmek insanı veya bir milleti Allah katında üstün yapmaz. İnsanı değerli kılan iman, takva ve Salih ameldir. İnsanı alçaltan ise küfür, şirk ve haramlardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi ırklara ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 49/13)

Vatan, Milliyet ve Beşerî Sistemlere Bağlılık

Bugün vatan ve milliyet gibi kavramlar, beşerî sistemlerin bekasını sağlayan kutsallar haline getirilmiştir. Bu rejimlere olan sadakat oranında “vatansever” veya “milliyetçi” olunmakta; buna karşılık “Allah’ın hükmü yeryüzünde egemen olmalıdır.” diyen müminler ise “vatan haini” veya “fitneci” olarak yaftalamaktadır.

Oysa insanı yoktan var eden, rızkınızı veren, üzerinde yaşadığınız toprakları ve dünyayı yaratan Allah değil mi? Allah’ın dünyasında O’nun hükmü egemen olmalı değil mi? Öyleyse Allah’ın hükmünü isteyen müminlere “fitneci” ve “vatan haini” demekten utanmaz mısınız? Asıl fitneci ve hain olanlar, Allah’ın dünyasında Allah yasalarına karşı olanlardır. Allah-u Teâlâ fitneci ve bozguncular hakkında şöyle buyurmaktadır.

“O, (birileriyle) konuştuğu zaman seni hayran bırakır; fakat yönetimi ele geçirince yeryüzünde bozgunculuk çıkarır, ekini ve nesli yok eder. Oysa Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 2/205)

Kur’an, Allah’ın şeriatını kaldırıp beşerî sistemler ihdas edenleri “bozguncu” ilan ediyor.

“Vatan Sevgisi İmandandır” Sözü: Uydurma mı, Sahih mi?

“Vatan sevgisi imandandır” sözü, sahih hadis kaynaklarında yoktur; mevzu (uydurma) hadis kitaplarında geçmektedir. Yani bu söz uydurma bir hadistir.

Her insanın doğup büyüdüğü topraklara karşı fıtrî bir sevgisi vardır. Bu sevgi imandan değil, fıtrattan kaynaklanan bir sevgidir. Çünkü vatan sevgisi, nefis, mal ve mülk sevgisi gibi doğuştan gelen fıtrî bir sevgidir. Bu yüzden her insan –dini, ırkı ne olursa olsun– doğup büyüdüğü vatanını sever. Bu sevgi imandan değil, fıtrattan kaynaklanır.

İnançtan kaynaklanan sevgiye örnek olarak; müminlerin İslam’ı sevip Allah için mücadele etmelerini, kâfirlerin ise kendi düzenlerini savunarak o uğurda savaşmalarını gösterebiliriz. Bunlar, hak veya batıl olsun, inanca dayalı bir sevgidir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

“İnananlar Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tağutlar yolunda. O hâlde şeytanın dostlarına karşı savaşın! Şeytanın hilesi gerçekten zayıftır.” (Nisa, 4/76)

Yahudilerin ve Modern Irkçıların Kibri

Yahudiler, “Biz Allah’ın seçkin milletiyiz.” diyerek kavmiyetçilik yaptılar ve son peygamberin kendi kavimlerinden çıkmamasını bekliyorlardı. Bu göreve kendi kavimlerinden başka hiçbir milleti layık görmüyorlardı. Son Peygamber Araplardan çıkınca kibirleri ve kavmiyetçilikleri iyice kabardı; O’nu bile bile inkâr ettiler. Peygamberlere ve İslam’a olan düşmanlıkları sebebiyle gazaba uğradılar. İşte kibir ve kavmiyetçilik, bir milleti böyle inkârcılığa ve küfre sürüklemiştir. Sadece Yahudiler değil, yeryüzünde fıtratı bozulmuş ve vahye sırtını dönmüş tüm kavimler de kibir ve kavmiyetçilik vardır. Sanki Allah’tan üstünlük adına söz almışlar gibi, diğer kavimleri küçümsemiş ve cahilce söylemlerle üstünlük taslamışlardır.

İslam’ın Evrensel Kardeşlik Mesajı

Kur’an, tüm insanların Âdem ve Havva’dan türediğini ve farklı ırklara bölünmelerinin tanışmak, yardımlaşmak ve yarışmak için olduğunu bildirmiştir. Takva dışında bir üstünlük tanımayan İslam, her türlü ırkçılık ve kavmiyetçiliği yasaklanmıştır. Bugün bazı milletler kendilerini Allah’ın seçkin kıldığı bir miller gibi görmektedir. Allah’ın yalnızca onlara liderlik verdiğine, İslam’ın sancaktarlığını sadece kendilerinin yapabileceğine inanırlar. Bu düşünceler kavmiyetçilik hastalığının bir tezahürüdür.

Allah-u Teâlâ, milletlerin kibir ve benlikten arınıp, kardeşler olarak hak yolda yardımlaşmalarını ve yarışmalarını emretmektedir. Hak uğruna yapılan bu yarışta ödülü verecek olan da Allah’tır ve O, kullarına hak ettiklerinden fazlasını da ihsan edendir. Nitekim: “Allah, dilediğine sınırsız nimetler bahşeder.”

Resulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

“O hâlde hayırlı işlerde birbirinizle yarışın!”

Ey insan! Senin görevin Allah’a kulluk etmektir; benlik, kibir ve kavmiyetçilik yapmak değil.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İşte onlar, iyilik yapma konusunda birbirleriyle yarışanlardır ve bu yarışta öne geçenlerdir.” (Mü’minûn, 23/61)

Milletlerin Akıbeti: Sadakat ile Yükseliş, İhanet ile Helak

Bir millet, Allah’ın şeriatına sadakatle sarılırsa, fakir de olsa, siyah tenli de olsa Allah onları yüceltir. Eğer bir millet Allah’ın dinini terk eder veya bidatler ile bozar veya beşerî sistemlere teslim olursa, Allah o milleti ya helak eder ya da zilletle cezalandırır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Bir Millet Düşünün:

– Allah’ın şeriatını yürürlükten kaldırmış,

– Küfür yasalarını egemen kılmış,

– Heykellere, anıt mezarlara, türbelere tapar olmuş,

– Küresel küfür çetelerinin ortağı olmuş,

– Laikliğe, ateizme, feminizme ve putperestliğe teslim olmuş,

–İçki, kumar, faiz, zina, domuz eti, eşcinsellik ve her türlü ahlaksızlığı yasallaştırıp meşrulaştırmış.

Böyle bir millet, Müslüman olduğunu söyleyerek Allah’ın kendilerine İslam’ın sancaktarlığını ve ümmete liderliği vereceğini bekliyor!

Bir millet, Allah’ın dininden dönersa, bid’at ve hurafelerle dini bozarsa, beşerî sistemlere teslim olursa, bu millet ancak kendine zarar verir. Allah, bu milleti ya doğrudan helak eder veya iç karışıklık, anarşi, afet gibi sıkıntılar verir. Veya başka milletlerin işgaline uğratır, aile yapısını çökertir, nüfusunu azaltır. Böylece bu millet zamanla zillete düşer ve yok olmaya mahkûm olur.

Helak edilen kavimleri, Endülüs’ü, Doğu Türkistan’ı, üç kıtaya hükmeden Osmanlı’yı düşünün. Allah’ın dinine sadakatle sarıldıklarında nasıl izzete kavuştuklarını göreceksiniz.

Bir Millet Düşünün:

–Allah’ın yasalarını egemen kılmayı hedeflemiş,

–Yerli mürtetlere ve işgalci kâfirlere karşı cihad etmiş,

–Putları kıran liderlerin öncülüğünde mücadele etmiş,

–Komünizm, kapitalizm, sosyalizm, laiklik gibi beşeri sistemlere teslim olmamış.

Böyle bir millet, kafatasçılara göre İslam’ın sancaktarlığını yapamaz!

O hâlde bekleyip görelim: Allah hangi milleti İslam ile izzete kavuşturacak?
Allah hangi milleti şirk, kibir ve kavmiyetçilik sebebiyle zillete düşürecek? Hak yolunda bayrak yarışı devam ediyor. Tüm fertlere, kabilelere ve milletlere duyurulur.

Bir millet, Allah’ın dinine samimiyetle sahip çıkarsa; fakir de olsa, siyah tenli de olsa, Allah bu millete hidayet eder ve yollarını açar. O millet Allah’ın şeriatını hayat nizamı yapar, mallarıyla ve canlarıyla cihad eder. Karşılarına çıkan hiçbir engel onları durduramaz. Çünkü onlar sadece Rablerinin rızasını ister. Ne kınayanın kınamasına ne de tehdit ve işkencelere aldırırlar.

Tarihe bir bakın! Gariban, dışlanmış nice milletler Allah’ın dinine sarıldıkları için yükseldiklerini göreceksiniz. Nice milletlerinde dinsizlik ve ahlaksızlık yüzünden nasıl küçülüp yok olduklarını göreceksiniz.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönerse, Allah onun yerine öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. Hiç kimsenin kınamasından korkmazlar.” (Mâide, 5/54)

Allah-u Teâlâ, tüm insanlığı Âdem ve Havva’dan yaratarak hepimizin aynı anne ve babadan türeyen kardeşler olduğumuzu ilan etmiştir. Hiçbir ırkın başka bir ırka üstünlüğü yoktur. İnsanların farklı ırklara ve kabilelere ayrılmasının hikmeti, birbirlerini tanımaları ve kardeşçe yaşamaları içindir. Farklı ırklar ve kabileler, iyilikte yardımlaşmak ve güzellikte yarışmak için vardır. Birbirine üstünlük taslamak veya birbirini yok etmek için değil.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi ırklara ve boylara ayırdık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, takva bakımından en ileride olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 49/13)

Resûlullah’ın Kavmiyetçiliğe Karşı Net Tavrı

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Bilin ki Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza, takvadan başka bir üstünlüğü yoktur.”
(Müsned, 5/411; Beyhakî, Şuabü’l-İman, 4/289)

Irkçılık propagandasıyla ölen cahiliye üzere ölür.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kim ırkçılık davasına çağırarak veya kabilecilik adına savaşarak, sapkın bir topluluğun sancağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ölümü gibidir.” (Müslim, İmâre, 53)

Irkçılığa çağıran bizden değildir.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 121; Müsned, 5/344)

İnsanlar Âdem’in Çocuklarıdır.

İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) Mekke’nin fethinde halka şöyle hitap etmiştir:

“Ey insanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini kaldırmıştır. İnsanlar iki gruptur: Takva sahibi, Allah katında değerli kişi; günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 112; Tirmizî, Tefsîr, Hucurât/3270)

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kim cahiliye davasına çağırırsa, şüphesiz o cehennemliktir.” Bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resulü! O kişi namaz kılıyor ve oruç tutuyorsa da mı?”
Resûlullah şöyle buyurdu: “Namaz kılsa da, oruç tutsa da fark etmez; o yine de böyledir.”
(Hâkim, Müstedrek, 1/218; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/133)

Hak Uğrunda Bayrak Yarışı Devam Ediyor

Allah katında üstünlük; ırk, renk, mal, makam, şöhret veya güzellikte değil, takvadadır. Takvaya ulaşmak için de insanların “iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin” gibi bütün değer ölçülerini Allah’ın Kitabı’ndan ve Resûl’ünün sünnetinden almaları gerekir. Bu yüzden İslam davası dışında kalan her dava, cahiliye davasıdır.

“Hep birlikte Allah’ın ipine, Kur’an’a sımsıkı sarılın; parçalanıp bölünmeyin.” (Âl-i İmrân, 3/103)

Bu emri unutup, kavmiyetçilik mikrobuna yakalanan, baş olma hırsına kapılan Müslümanlar yüzünden, Endülüs Emevi İslam Devleti’nin nasıl yıkıldığını ve nasıl yok edildiğini ibretle okuyalım.

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.