İslâm, insanları hem dünyada hem de âhirette mamur edecek, onları huzur ve mutluluğa ulaştıracak tek yoldur. Çünkü Allah’tan daha iyi hüküm veren, Allah’tan daha güzel yasa koyan kim olabilir?
İnsan, yasa yaparken bir gün sonra ne olacağını bilemez. Oysa Allah her şeyi bilendir. İnsan yasa yaparken taraflı davranır, menfaatlerine göre hareket eder. Allah ise kimsenin etkisi altında kalmaz. Bir toplum, Allah’ın yasalarını tanımaz ve insanlara yasa yapma hakkı verirse, bu insanlar öncelikle kendi menfaatlerini gözetirler. Hırsız olan hırsızı, içkici olan sarhoşu, zalim olan zalimi koruyacak düzenlemeler yapar. Böylece toplumun dünya ve âhiret menfaatini değil, bir grup aciz ve hevasına tâbi kimsenin arzusunu kanunlaştırmış olurlar.
Oysa yönetenler de yönetilenler de Allah’ın hükümlerine tâbi olursa herkes, O’nun yasalarının uygulayıcısı olarak eşit bir konumda olur.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onlar, cahiliye hükümlerini mi istiyorlar? Hâlbuki yürekten inanan bir toplum için, Allah’tan daha iyi kim hüküm verebilir?” (Maide: 5/50)
İslâm’da cezaî müeyyideler arasında; hapsedilme, el kesme, kısas, kırbaçla dövme, mala el koyma gibi cezalar bulunur. Ancak İslâm şeriatı sadece cezalandırmadan ibaret değildir. İslâm’ın ilk hedefi, erdemli bir toplum yetiştirmektir. Harama giden yolları kapatır, helali kolaylaştırır ve teşvik eder. Buna rağmen suç işleniyorsa cezası uygulanır.
Örneğin Şeriat, hırsıza ceza vermeden önce hırsızlığa götüren yolları kapatır. Hırsızlığa sebep olan açlık, yoksulluk, adaletsizlik gibi unsurları ortadan kaldırır; helal kazancı kolaylaştırır, infakı, zekâtı, paylaşmayı öğretir. Tüm bu imkânlara rağmen hırsızlıktan vazgeçmeyenlere hak ettikleri ceza verilir.
Haksız Yere Adam Öldüren;
Haksız yere adam öldüren kimse, kısas hükmü gereğince öldürülür; çünkü toplumsal güven ve huzur ancak bu yolla sağlanabilir. Kısas, ilk bakışta bir cana kıyma gibi algılansa da; caydırıcı etkisi sayesinde muhtemel cinayetleri ve kan davalarını engeller; aslında hayatı koruyan bir tedbirdir. Ayrıca kısasın İslâm devletince uygulanması veya öldürülen kişinin yakınlarına affetme yetkisinin tanınması, intikam ateşini söndürür; böylece nesiller boyu süregelen ve sayısız masumun ölümüne yol açan kan davalarının ortaya çıkması engellenmiş olur. İşte bu sebeple, İslâmî hükümlerin uygulandığı toplumlarda cinayet ve kan davalarının yaygınlaşması mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri! Ancak bu şekilde korunabilirsiniz. (Bakara, 2/179)
Ebu Şüryeh radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Kim haksız yere (bile bile) öldürülürse velisi şu üç şeyden birini tercihte muhayyerdir:
- Ya kısas ister.
- Ya affeder.
- Yahut diyet alır. Eğer dördüncü bir şey istemeye kalkarsa elinden tutun (mâni olun)!”
Sonra Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem şu ayeti okudu.
“Kim bundan sonra tecavüz ederse ona elim bir azap vardır” (Bakara: 2/178) (Ebu Davud, Tirmizi)
İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Kim mümin bir kimseyi kasten öldürürse, katil bu sebeple kısas olunur. Kim bu kısasa mâni olursa Allah’ın lânet ve gazabı onun üzerine olsun. Allah onun ne farz ve ne nafile hiçbir hayrını kabul etmez.” (Ebu Davud, Nesâi)
Zekât Vermeyen Zenginin;
İslâmî hükümlerin uygulandığı bir toplumda, uyarı ve ihtarlara rağmen zekât vermeyen kimseler zorla zekâta mecbur edilir; gerekirse mallarına el konulur ve hatta direnç gösterdikleri takdirde onlara karşı güç kullanılır, savaş açılır. Çünkü zekât, bir lütuf değil, Allah’ın emrettiği farz bir yükümlülüktür. İslâm toplumunda zenginle fakir arasında aşırı uçurumların oluşmamasının temel nedeni de budur. Zenginler, devlet eliyle hibe, teşvik veya faizli sistemlerle daha da zenginleştirilmez; bilakis mallarındaki haklar fakirlere ulaştırılarak toplumsal denge korunur.
Peki, Zekât kimlere verilir?
Zekât malları ancak; Temel ihtiyaçlarını gideremeyen yoksulların,
Hiç çalışamayacak durumdaki hasta, yatalak, yaşlı, özürlü ve Benzeri düşkünlerin,
Zekât toplamak ve dağıtmakla görevli memurların,
İslam’a yeni giren veya girmesi umulan kişilerin, yani gönülleri İslam’a ve Müslümanlara ısındırılması gereken kimselerin,
Başkalarının boyunduruğu altında ezilen işçi (günümüzde asgari ücretli) , hizmetçi, esir ve kölelerin, Meşru yöntem ve amaçlarla borçlanmış olup da, elinde olmayan sebeplerle sıkıntıya düştüğü için acil paraya ihtiyacı olanların,
Allah yolunda çarpışan mücahitlerin,
İslam’ı öğretip yayan ilim adamları ve tebliğcilerden ihtiyaç içinde olanların, Cihat ve tebliğ amacıyla kurulan müesseselerin,
Ve evinden yurdundan uzak düşmüş, memleketine dönemeyecek şekilde yolda kalmış kimselerin hakkıdır.
Bu düzenleme, bizzat Allah tarafından konulan ve hepinizin uyması gereken bir yasadır.
Unutmayın ki, Allah ilim ve hikmet sahibidir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Zekât malları ancak; Yoksulların, Düşkünlerin, görevli memurların, gönülleri ısındırılması gereken Kimselerin, kölelerin, borçlanmış olanların, Allah yolunda Ve yolda kalmış kimselerin hakkıdır. Allah tarafından bir yasadır. Allah ilim ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 9/60)
İbni Abbas radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Muaz’ı Yemen’e (vali ve zekât amiri olarak) göndermiş ve ona şu talimatı vermiştir.
“Onları önce Allah’tan başka tanrı olmadığına ve benim, Allah’ın elçisi olduğuma şehadet getirmeye davet et. Eğer bunu itiraf ile sana itaat ederlerse, Allah’ın, onlara günde beş vakit namazı farz kıldığını açıkla. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı Allah’ın farz kıldığını onlara bildir.” (Buhârî Zekât 1 Tevhîd 1; Müslim Îmân 29. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd Zekât 5; Nesâî Zekât 46)
İbni Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in, Allah’ın elçisi olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmam bana emrolundu. Bunları yaparlarsa, –İslâm’ın hakkı olan hadler hariç– canlarını, mallarını benden korumuş olurlar. Gerçek durumlarının hesabını görmek ise Allah’a kalmıştır.” (Buhârî Îmân 17, 28, Salât 28, Zekât 1, İ’tisâm 2, 28; Müslim Îmân 33-36; Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 95)
Ebû Hureyre radıyallahu anh dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatı üzerine, yerine Ebû Bekir halife seçilip de Araplar’dan kimileri dinden dönünce, Ebû Bekir bunlara karşı savaş açtı.
Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ben insanlarla Allah’tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime-i tevhîdi söylerse -İslâm’ın hakkı olan hadler hariç mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah’a kalmıştır” buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaş edersin? Diye karşı çıktı.
Ebû Bekir:
– Allah’a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın (ödenmesi gerekli) hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah’a verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım” cevabını verdi.
Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh şöyle dedi:
“Yemin ederim ki, zekât vermek istemeyenlerle savaş konusunda Allah Teâlâ’nın, Ebû Bekir’in kalbine tam bir kararlılık vermiş olduğunu gördüm ve doğrunun bu olduğunu anladım.” (Buhârî İ’tisâm 2, Zekât 1, 40, İstitâbe 3; Müslim Îmân 32; Ebû Dâvûd Zekât 1; Tirmizî, Îmân 1; Nesâî Zekât 3, Cihâd 1)
Gasp, Rüşvet, Soygun, Hırsızlık;
İslami hükümlerin uygulandığı toplumlarda gasp, rüşvet, soygun, hırsızlık gibi suçların işlenme oranı çok düşük olur. Çünkü İslam erdemli bir toplum yetiştirip, harama giden yolları kapatıp helale giden yolları kolaylaştırır. Böyle bir toplumda suç oranları elbette düşük olacaktır. Böyle bir toplumda banka hortumlayanlar, rüşvetle ihaleleri peşkeş çekenler, gaspçı çeteler ve hırsızlık şebekeleri barınamaz. Buna rağmen gasp, rüşvet, soygun, hırsızlık gibi suçlara tevessül eden olursa da sağ elleri bilekten kesilerek âleme ibret edilir. Bu ceza hem suçluyu ahiret azabından kurtaracak hem caydırıcı olması sebebi ile gasp, rüşvet, soygun, hırsızlık gibi suçların önünü keser. Bu cezalar aynı zamanda toplumda can ve mal güvenliği sağlar. Zira başkalarının malına göz diken mazlumların kanını emen soyguncuları, hırsızları, dolandırıcıları ancak bu şekilde caydırabilirsiniz. Ayrıca belli bir mali değerin altında hırsızlık yapanlara veya açlıktan, yokluktan dolayı hırsızlık yapanları ise el kesme cezası verilmez. Bu insanlar neden hırsızlığa tevessül ettiği araştırılır ve gerekli tedbirler alınır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hırsızlık edenlerin ister erkek ister kadın olsun işledikleri suça karşılık Allah tarafından bir ceza olarak ellerini kesin! Allah sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.” (Maide: 5/38)
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden öncekiler şu sebeple helâk oldular; onlar, şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar. Güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da, ona ceza uygularlardı.” (Eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII,131,136)
Kadın Pazarlayan ve Zina Yapanlar;
Toplumda her türlü ahlaksızlığı ve fuhşiyatı yaymaya çalışanlar, kadın pazarlayanlar, zina yapanlar ibretlik bir şekilde recim edilerek öldürülür. Bu ahlaksız insanların toplumu ifsad etmelerine asla müsaade edilmez. Eğer zina yapan kişi bekâr ve suç bireysel ise bu kişi yüz değnek, sürgün ve hapis ile cezalandırılır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun” (Nur: 24/2)
Bekârlar için sürgün cezası Kur’an’da olmayıp sünnet de emredilen bir cezadır. Zina yapan bekârlara yüz değnek vurulduğu gibi ayrıca hapis veya sürgün cezası da verilir. Böylece bu kişiler toplumdan bir süre tecrit edilirler.
Recm Cezası; Evli veya dul olarak zina yapan Kadın ve Erkeklerin cezası recm edilerek öldürülmeleridir. Recm edilerek öldürülme cezası çok sayıda sahih hadisle sabittir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Zinanın hükmünü benden öğrenin. Allah o kadınlara bir çıkar yol gösterdi. Bekârla bekâr zina ederse yüz değnek ve bir yıl sürgün; evli ile evliye yüz değnek ve recm vardır” (Ibn Mâce Hudûd, 7; Müslim Hudûd, 12)
“Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir:
Bizler Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve -Ya Resulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet! Dedi. Akabinde onun muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve -Ya Resulallah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet ve söz söylemek üzere bana izin ver! Dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’de ona:
Sözünü söyle buyurdu, O da şöyle dedi:
Benim oğlum, bu Arabi’nin yanında asif, -yani ücretle çalışan- bir kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve bir de cariyeyi fidye vererek oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler! Dedi.
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Dedi.
Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince; onun üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır, buyurdu. Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Uneys’e de: Sana gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et buyurdu. Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.” (Buhari; Müslim; Tirmizi)
Zinasını dört defa ikrar eden Mâiz b. Mâlik radıyallahu anh’ın recmedilmesi.
Mâiz b. Mâlik, Peygamber’e gelerek “Beni temizle” dedi. Peygamber “Yazık sana, çık git, Allah’a tövbe ve istiğfar et” buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve “Ey Allah’ın Resulü! Beni temizle” dedi. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında “Seni hangi konuda temizleyeyim?” diye sordu. Mâiz; “Zinadan” dedi. Peygamber “Bunda akıl hastalığı var mıdır?” diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. “Şarap içmiş olabilir mi?” diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tespit edemedi. Peygamber tekrar “sen zina ettin mi?” diye sordu. Mâiz “Evet” cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi.
Recimden sonra onun hakkında sahabeler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz’in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Mâiz b. Mâlik için dua edin” buyurdu. “Allah Mâiz’e mağfiret eylesin” dediler. Peygamber şöyle buyurdu: “Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi”(Müslim; Eş-Şevkânî, Neylül – Evtâr)
İçki, Sigara ve Uyuşturucu
İçki, uyuşturucu ve benzeri maddelerin üretimi, ticareti ve kullanımı yasaktır. Bu tür maddelere bağımlı olanlar tedavi edilir, ısrarla devam ederlerse dövülür ve gerekirse hapsedilirler.
Resulullah (s.a.v.)’e şarap içmiş bir adam getirdiler.
Rasûl-i Ekrem: “Ona hadd vurunuz” buyurdu. Ebu Hüreyre demiştir ki: Bizden bir kısmı eliyle, (bazıları da) ayakkabısı ve elbisesiyle dövdüler. (Dayaktan sonra) çekilip gidince: “Allah seni rüsvay etsin!” dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Böyle söylemeyiniz, ona karşı şeytana yardım etmeyiniz” buyurdu” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Müslümanlara Karşı Savaşanlar;
Müslümanlara karşı savaşan kâfirlerin öldürülmeleri emredilmiştir. Savaş esirleri ise şartlara göre; öldürülür, fidye ile serbest bırakılır ya da Müslüman esirlerle takas edilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Öyleyse, savaş halinde olduğunuz kâfirlerle karşılaştığınız zaman, boyunlarını vurun ve nihâyet, onlara karşı kesin bir üstünlük elde edince, esir alın. Sonra da ya lütfedip karşılıksız salıverin, ya da ödeyecekleri tazminat karşılığında veya Müslüman esirlerle değiş tokuş yaparak serbest bırakın ki böylece, onlar harp silahlarını tamamen bırakmış olsun. İşte, savaş esirleri konusunda Allah’ın hükmü budur. Eğer Allah isteseydi, onları cezalandırabilirdi. Fakat sizi birbirinizle imtihan etmek için Allah yolunda canlarını feda edenlere gelince, Onların yaptıklarını elbette boşa çıkarmayacaktır.” (Muhammed: 47/4)
Toplumu içki, sigara ve uyuşturucu ile zehirleyen çeteler, şer şebekeleri ve uyuşturucu baronları…
Toplumda eşcinselliği, sapık ilişkileri ve buna benzer her türlü ahlaksızlığı yaymaya çalışan hayvandan aşağı sürüler…
İslam da var olan bu cezai müeyyideleri istemeyenler işte bu haddi aşan mücrimlerdir. Bu mücrimler bu cezai müeyyidelerden korkarlar ve bu cezai müeyyideleri istemezler.
Bu cezai müeyyideleri istemeyip kabul etmeyenler Müslümanlık iddiasında bulunmasınlar. Çünkü bu cezai müeyyideler Kur’an ve Sünnetin belirlediği hükümlerdir.
Cezaî Müeyyidelere Kimler Karşı Çıkar?
İslâm’daki bu hükümlerden korkan ve bunları istemeyenler bellidir:
- Başkalarının emeğini çalan hırsızlar, banka hortumlayanlar, rüşvetle ihaleleri peşkeş çekenler…
- Toplumu ifsad eden, fuhşiyatı yayan, kadın ticareti yapan ahlaksızlar…
- Uyuşturucu baronları, içki ve sigara ile nesilleri zehirleyen çeteler…
- Eşcinselliği, sapıklığı, ahlaksızlığı yaymaya çalışan sefih topluluklar…
Bu kimseler, İslâm’ın cezai hükümlerinden korktukları için onları istemezler. Oysa bu hükümler Kur’an ve Sünnet’in belirlediği ilahi kanunlardır. Onları reddeden, Müslümanlık iddiasında bulunamaz.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“De ki: ‘Benim dua ve yakarışlarım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir!” (En-am, 6/162)
O hâlde hayatı yeniden imar ve inşa etmenin zamanı gelmiştir.
Peki, ama neyle ve nasıl?
Elbette Allah’ın şeriatıyla!
Müsennif VELİOĞLU
KADININ İZZETİ
İslami Okul Okulların En Önemlisi