Salı, 6 Cemaziyelevvel 1447

İSLAM’A GİRMEKTE ÖZGÜRSÜNÜZ

İslâm; insanoğlunu dünya ve âhirette mutluluğa ulaştıracak olan yegâne dindir. Bu din, kişisel çıkarları, arzu ve ihtirasları terk edip Allah’ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğmeyi emreder. Allah Teâlâ’nın bütün insanlığa peygamberler aracılığıyla gönderdiği, en son olarak da Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in örnekliğiyle tamamladığı mükemmel bir inanç ve hayat nizamıdır.

Âdem aleyhisselâm’dan bu yana bütün peygamberlerin tebliğ ettiği hak din, İslâm’dır. Ancak ne var ki, bu din kendilerine ulaştığı hâlde insanların birçoğu; cehalet, menfaat, kibir, ihtiras, azgınlık ve çekememezlik gibi sebeplerle hakikati reddetmiş, din konusunda anlaşmazlığa düşmüştür.

Bir kısmı peygamberleri inkâr ederek kendi uydurdukları batıl dinleri ve beşerî sistemleri hayat nizamı olarak benimseyip sapmışlardır. Bir kısmı hakkı bildikleri hâlde servet, güç, makam ve şöhret uğruna hak dini tahrif etmiş, bile bile inkâr etmiştir. Bir kısmı ise hakka tabi olduklarını zannederken bid’at ve hurafeleri İslam’a sokarak sapıklığa düşmüştür.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Gerçek şu ki, Allah katında din, İslâm’dır. Kendilerine Kitap verilenler, onlara ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki çekememezlik yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Her kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, Allah hesabı çabuk görendir!” (Al-i İmran, 3/19)

Bu din, Allah tarafından indirilen, kemale erdirilen ve kıyamete kadar hiçbir değişime ihtiyaç bırakmayacak mükemmel bir inanç sistemidir. Yüce Allah’ın kıyamete kadar gelecek bütün insanlık için seçip beğendiği bu din, yalnızca Allah’a kulluk etme esasına dayanır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Bugün, dininizi kemale erdirdim; size nimetimi tamamladım ve size din olarak, İslâm’ı beğendim. Her kim, bir açlıktan dolayı günaha istekle yönelmeksizin mecbur olursa, Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Maide: 5/3)

İmanda Zorlama Yoktur

İnsanlık, tek hak din olan İslâm’a iman edip bu imanın gereklerini yerine getirmediği sürece asla kurtuluşa ulaşamayacaktır. Bu sebeple Müslümanlara düşen vazife; apaçık ve ikna edici delillerle hak dine davet etmek, tebliğ görevini yerine getirmektir. Ancak insanlar iman etme konusunda zorlanamazlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, eğri yoldan tamamen ayrılıp açıkça ortaya konmuştur. Artık her kim, tağutları inkâr eder, Lâ ilâhe der ve hayatın her alanında tek egemen güç olarak Allah’a inanırsa, illallah derse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa tutunmuş olur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara: 2/256)

İslâm dini, hem bir inanç sistemi hem de bu inanca uygun bir yaşam tarzıdır. Onu kabul etmek tamamen kişinin özgür tercihine bırakılmıştır. Çünkü dine girme konusunda “dinde zorlama yoktur.” Gerçekler açıkça ortaya konduktan sonra herkes kendi iradesiyle bir tercihte bulunur ve bu tercihin sorumluluğunu da kendisi taşır.

Seçimin Sonuçları

Dileyen; Kelime-i Tevhid’in ilk rüknünde belirtildiği gibi, Allah’ın otoritesini reddeden insan ve cin şeytanlarının egemenliğini, yani tağutları inkâr eder, “Lâ ilâhe” der; ardından hayatın her alanında tek egemen güç olarak Allah’a iman eder, yani “illallah” der.

Dileyen hakkın tarafında, dileyen batılın safında yer alır. Evet, inanıp inanmamakta serbestsiniz; fakat şunu da iyi bilin ki:

“Allah, inananların velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran insan ve cin şeytanları, yani tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır!” (Bakara: 2/257)

İslam’a Giren, İslam’a Uyar

Kendi özgür iradesiyle İslam’a giren kişi artık İslam’a uymak zorundadır. Hiç kimse bu dini kendi heva ve hevesine göre tahrif etmeye veya hükümlerini gizlemeye hakkı yoktur.

Ne yazık ki tarih boyunca bazı kimseler, Yahudileşme temayülleriyle dini hevalarına göre tahrif etmişlerdir. Sünneti devre dışı bırakarak Kur’an’ı kendi arzularına göre yorumlayan bu kişiler, gerçekte hem sünneti hem de Kur’an’ı inkâr etmiş olurlar.

Bu kimseler, Peygamber’e verilmesi gereken yetkiyi kendilerine verir, Kur’an’ın anlamını dillerini eğip bükerek çarpıtırlar. İşlerine gelen rivayetleri delil gösterirken, sahih de olsa işlerine gelmeyen hadisleri reddederler.

Sünneti Reddetmenin Tehlikesi

Bu sapkın anlayış, öyle bir noktaya gelmiştir ki; sünneti inkâr ettikleri gibi Kur’an’daki açık ayetleri bile tahrif edecek kadar haddi aşmışlardır. Çağdaş şeytanlara yaranmak ve az bir dünyalık menfaat elde etmek için kitapta olmadığı hâlde bâtıl teviller yaparak ilâhî hükümleri çarpıtmışlardır.

Uydurdukları sözleri “Allah katındandır” diyerek insanlara yutturmaya kalkışmışlar, böylece Allah adına yalan söylemekten çekinmemişlerdir.

Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

 “Onlardan bir kısmıda, söyledikleri Kitaptan olmadığı hâlde, siz onları Kitaba ait sanasınız diye Kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Allah katından olmadığı hâlde, “Bunlar Allah katındandır!” diyerek Allah adına bile bile yalan söylerler.” (Âl-i İmrân, 3/78)

Kur’an Bize Yeter Diyenlerin Aldanışı

“Kur’an bize yeter” diyerek Peygamber’i ve sünneti devre dışı bırakanlar, gerçekte Kur’an’ı inkâr ettiklerinin farkında değildirler. Çünkü Kur’an’ın bizzat kendisi, Peygamber’e itaati emretmekte ve sünnete ittibayı farz kılmaktadır.

Oysa onlar hem sünneti inkâr ediyor, hem de bir kısım ayetleri gizleyip bir kısmını bile bile tahrif ediyorlar. Oysa…

Kur’an’ı gerçekten anlamak isteyenler, onu Peygamber’in tebliği ve sünnetiyle birlikte anlamak zorundadır. Zira Resûlullah olmadan Kur’an’ı anlamaya kalkmak, ışığı söndürülmüş bir kandille karanlığı aydınlatmaya çalışmak gibidir. 

Müsennif VELİOĞLU

 KADININ İZZETİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.