Gençlik, Allah Teâlâ’nın kullarına lütfettiği en büyük nimetlerden biridir. İnsan, gençlik döneminde ruhen ve bedenen en verimli çağını yaşar. Bu nimetin kıymetini bilerek değerlendirenler büyük kazanç elde ederken; kıymetini bilmeyenler telafisi mümkün olmayan kayıplara uğrar. Her nimetten hesaba çekileceğimiz gibi, gençliğimizin de hesabını vereceğiz.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü âdemoğlu şu beş şeyden sorgulanmadıkça Rabbinin huzurunda (sorgudan) kurtulamayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden.” (Tirmizî, Kıyâme 1, No: 2418)
18 Yaş Sınırı ve Ergenlik Efsanesi
Son asra baktığımızda, “18 yaş sınırı” ve “Ergenlik Geçiş Süreci” adıyla bir hukuk ve bir anlayış icat edildiğini görürüz. Ergen olmasına rağmen hâlâ “çocuk” sayılan, yasal yetki ve sorumluluk verilmeyen, suç işlediğinde cezai müeyyide uygulanmayan, evlenmek istediğinde engellenen bir gençlik tipi ortaya çıkarılmıştır.
Adam olmasına izin verilmeyen, fakat “adamdan sayılmayan” bir nesil… Karma eğitimle, kız-erkek arkadaşlık ilişkileriyle, müstehcen içeriklerle, kadınların tesettüre riayet etmemesiyle ve şehevî arzuların tahrik edilmesiyle ahlâkî dokusu zedelenmiş bir gençlik… Edep ve hayâ duygularının yitirildiği bu ortamda, harama bulaşmamak için helalinden evlenmek isteyen gençler “18 yaş altı çocuktur” tabusu ile karşı karşıya bırakıldı.
İnsanın yaratılış fıtratına baktığımızda, bu anlayışın büyük bir yalan olduğunu görürüz. Buna ek olarak bir de “bitmek bilmeyen ergenlik geçiş süreci” efsanesi uyduruldu. Eğer sorumsuz, başıboş, amacı ve hedefi olmayan bir gençlik yetiştirmek istiyorsanız, önce “18 yaş sınırı” tabusunu, ardından “ergenlik süreci” efsanesini toplumun zihnine yerleştirmeniz yeterlidir. Artık o gençleri yirmili yaşlarına kadar yok sayabilirsiniz.
Asr-ı Saadet’te Gençlik
Oysa İslâm’ın altın çağı olan Asr-ı Saadet’e baktığınızda bambaşka bir tablo görürsünüz. Henüz ergenlik çağına girmeden önce özgüven ve izzet tohumlarıyla yetiştirilen, Kur’an ve Sünnet rehberliğinde takva ile süslenen, cihat aşkı ve Peygamber sevgisiyle büyüyen çocuklar…
Onlar, büyük işler başaracak “büyük insanlar” olarak yetiştirildiler.
Ergenlik çağına geldiklerinde ise artık hayata dair her türlü sorumluluğu üstlenebilen, helal-haram bilinciyle hareket eden, suç işlediklerinde cezai müeyyidelere muhatap olan, evlenmek istediklerinde evlenmelerine izin verilen bir gençlik vardı. Onlar “adamdan sayılan”, “adam gibi muamele gören” bir gençlikti. Ufukları geniş, hedefleri yüceydi.
Bugün ise aynı yaşlardaki gençler “çocuk” sayılarak hayatın dışına itiliyor. Oysa o çağın gençleri, tarihe emsalsiz bir destan yazmışlardı.
İslâm ilk olarak bu gençlerin gönlünde filizlendi. Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) iman edip küfre karşı mücadele eden, İslâm uğrunda mallarını ve canlarını feda eden, dinleri uğruna nice meşakkatlere katlananlar çoğunlukla gençlerdi. İslâm, bu gençlerin sayesinde bize kadar ulaştı; nice beldeler onların vesilesiyle hidayetle tanıştı, insanlık İslâm ahlâkı ile huzura kavuştu.
Gençliğin Potansiyeli ve Fıtrî Saflığı
Gençler, farklılıkları ve yeni gelişmeleri yaşlılardan daha çabuk idrak eder ve uyum sağlarlar. Çünkü gençlerin zihinleri berrak, kalpleri saf ve temizdir. Bu sebeple İslâm’ın ilk günlerinden itibaren iman ve itaate en çok yönelenler gençler olmuştur.
Yaşlıların çoğu ise, dünya sevgisiyle kalpleri katılaşmış, makam ve mal hırsıyla zihinleri kirlenmiştir. Gençliğinde iman ve ibadetle buluşamayan kimseler, yaşlandıklarında kalplerinin katılığı sebebiyle İslâm’a karşı daha dirençli hâle gelirler.
Resulullah (s.a.v.) gençlere büyük bir değer vermiştir.
“Semure bin Cündeb’in naklettiğine göre, Efendimiz ashabına, müşriklerin gençlerini öldürmemeleri talimatını vermişti. Ahmet bin Hanbel’e bunun sebebi sorulunca cevaben O: “Yaşlı, genellikle kolay kolay İslâm’a girmez! Genç ise İslam’a yaşlıdan daha yakındır.” demiştir.” (Ahmet bin Hanbel, Müsnet)
Peygamberin davetine en çok gençler icabet etmiştir. İslâm davası, bu fedakâr ve imanlı gençlerin omuzlarında yükselmiştir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yetiştirdiği gençleri tebliğ ve irşad faaliyetlerinde, valilikten hâkimliğe, komutanlıktan öğretmenliğe kadar devletin en üst kademelerinde görevlendirmiştir. Gençler ise kendilerine verilen bu görevleri hakkıyla yerine getirmişlerdir.
Bu sebeple gençlik, hem bir imtihan hem de bir fırsattır. Allah’ın verdiği bu kıymetli dönemi fıtratımıza uygun, Kur’an ve Sünnet rehberliğinde geçirmek, hem dünyada huzurun hem ahirette kurtuluşun anahtarıdır.
Gençler, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in en samimi arkadaşları oldular. Onunla daima beraber oldular, ona destek verdiler; onunla birlikte cihad ettiler, İslâm uğruna şehit ve gazi oldular. Onlar önce alın terlerini ve gözyaşlarını, sonra mallarını, nihayet canlarını Allah yolunda vermekten çekinmediler. Üstelik onların birçoğu, günümüzde bir ortaokul ya da lise öğrencisinin yaşındaydı. Müslüman olmakla son derece mühim bir karar vermiş; bu uğurda her türlü fedakârlığı, azmi ve cesareti göstermişlerdi.
Amr bin Cemûh’un oğlu Muâz radıyallahu anh. Kabilesindeki Müslüman gençlerle anlaşarak, bir gece babasının putunu gizlice civarda bulunan pislik çukuruna attı. Sabahleyin bu hali gören Amr, dehşet içerisinde kalarak putunu çukurdan çıkardı. Temizleyip güzel kokular sürerek yerine koydu. Aynı hâdise birkaç gün daha tekerrür edince, putun kendisini müdafaa etmesi için boynuna kılıcını astı. Ertesi gün putunu tekrar çukurda gören Amr, ibadet ettiği cansız nesnenin kendini korumaktan bile âciz olduğunu anladı. Şirk karanlığından İslâm’ın nurlu sabahına uyandı. Daha sonra da kavmini İslâm’a teşvik etti. (İbn-i Hişam, Zehebî, Siyer)
Enes bin Mâlik radıyallâhu anh şöyle buyurur: “Ensâr’dan 70 genç vardı, Kurrâ diye isimlendirilirlerdi. Mescitte bulunurlardı, akşam olup hava karardığında Medîne-i Münevvere’nin kenarında tayin ettikleri bir yere çekilirler, orada sabaha kadar Kur’ân-ı Kerîm dersi yapar, onun mânâlarını anlamak için uzun uzun müzâkerelerde bulunurlar ve uzun uzun namaz kılarlardı. Aileleri onların Mescid’de olduğunu, Mescid’deki Ehl-i Suffe de gençlerin evlerine gittiğini zannederlerdi. Sabah olduğunda gücü olan gençler civardaki kuyulardan Mescid’e tatlı su getirir, dağdan odun getirip bunları Rasûlullâh r Efendimiz’in odasının duvarına dayarlardı. (Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ihtiyacı dışındaki odunları satıp Ehl-i Suffe’ye yiyecek alırlardı.) Mâlî imkânı yerinde olan gençler de toplanıp bir koyun satın alır, onu hazırlayıp pişirir ve yine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in odasının duvarına asarlardı. (Bu şekilde imkânları nispetinde infak eder ve muhtaç mü’minlere ikramlarda bulunurlardı.)
Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- onların hepsini muallim olarak Arap kabîlelerine gönderdi. Onlar Bi’r-i Maûne’de ihânete uğradılar. Hainlerle çarpışarak şehit oldular. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in onlara üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim. Bu hâdise Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e o kadar ağır geldi ki Kurrâ’nın kâtillerine (bir ay boyunca) sabah namazından sonra beddua ettiler.” (Ahmed, III, 235, 137; Buhârî, Cihâd 9, Vitr 7, Meğâzî 28; Müslim, İmâre, 147)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında Ensâr’dan yirmi kadar genç bulunurdu. Bir ihtiyacı olursa hemen koşmak için hazır beklerlerdi. Bir defasında bu gençleri, Ureyneli katilleri yakalamak üzere göndermişti. (Müslim, Kasâme, 13)
Abdurrahman bin Avf (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından dördümüz veya beşimiz, herhangi bir ihtiyacı olabilir diye, gece-gündüz nöbetleşe onun yanında kalırdık.” (Ebû Yaʻlâ, Müsned, II, 164/858; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 448)
Bugünün Gençliği ve Sorumluluğu
Bugün İslâm coğrafyası her yönüyle perişan bir durumda. Bu coğrafyayı yeniden ayağa kaldırmak için her Müslümana, özellikle de gençlere büyük görev düşüyor.
Ey bu çağın Müslüman gençleri!
Peygamber asrının gençleri gibi sizler de bir araya gelseniz, cemaatleşseniz; ilim öğrenseniz, sohbet meclisleri kursanız, Kur’an ve hadis okumalarıyla, davet çalışmalarıyla büyük hedefler belirleseniz…
Allah yolunda yürümeye niyet etseniz…
İşte o zaman sizler, Resûlullah’ın ahir zamanda müjdelediği mü’min kardeşleri olursunuz.
Öyleyse bu kutlu yola çıkmaya var mısınız?
Akabe Biatı ve Gençlerin Fedakârlığı
Abbas (radıyallahu anh), ikinci Akabe Biatı’na gelen Medineli heyetin yüzlerine bakınca, onların hiç tanımadığı genç insanlar olduğunu görmüş ve endişeyle şöyle demişti:
“Ey kardeşimin oğlu! Sana gelen şu insanlar kimdir bilmiyorum! Hâlbuki ben Yesrib ehlini tanırım… Bunlar benim tanımadığım insanlar; bunların hepsi genç!”
Bu sözleriyle, Allah Resûlü’ne biat için gelenlerin büyük çoğunluğunun gençler olduğunu vurgulamıştı. (Ahmed bin Hanbel)
Fıtrata Aykırı Yasal Düzenler
Küresel şer odakları tarafından uydurulan “18 yaş sınırı” ve “Ergenlik Geçiş Süreci” adı altındaki hukuk ve anlayış, insan fıtratına tamamen aykırıdır. Bu durumu şöyle düşünelim:
Gün gelir, bir başka “yarım akıllı” çıkar ve “18 yaş az, bunu 20 yapalım” der. Ardından bir başkası “20 yaş da az, bunu 22 yapalım” der. Böylece, el kaldırıp bir fazla oyla kabul edilen yasalarla insan fıtratı hiçe sayılır.
Nasıl ki meyhane yasası, zinanın serbest bırakılması, faiz düzenlemeleri, kerhane izinleri ve İstanbul Sözleşmesi gibi hükümler toplumun değerlerini çökerttiyse; bu tür yasalar da aynı mantığın ürünüdür.
Yasa çıkarıldı diye haram helal olmaz. İçki, zina, faiz ve her türlü ahlâksızlık nasıl yasa ile helal hale gelmiyorsa, 18 yaş veya 22 yaş altındaki gençler de yasa ile “çocuk” olmaz.
Yasalar Fıtratı Değiştiremez
Biraz düşünelim: Bugün birçok ülkede erkek erkeğe evliliğe yasal izin verilmiştir. Ancak bu yasalar, o çirkin fiili helal ve doğru kılmaz. Aynı şekilde, “18 yaş altı çocuk” yasaları da insanın yaratılış hakikatini değiştirmez.
Bu yasaları yapanlar, yaratılış fıtratına aykırı hareket ederek büyük bir ahlâksızlığa hukuk desteği sağlamışlardır. Böylece, insanlığın yüz karası olan aşağılık bir zihniyeti temsil etmişlerdir.
Bu coğrafyada 12–13 yaşında ergen olmuş bir genç hanımefendiye veya 14–15 yaşlarında ergen olmuş bir delikanlıya 18 yaşına kadar “çocuk” muamelesi yapmak, bu gençlere yapılabilecek en büyük kötülüktür ve hakarettir.
Allah’ın Uyarısı
Allah’ın şeriatını yürürlükten kaldıran, hükümlerini görmezden gelip kendi yasalarını koyan kâfirleri, Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle uyarmaktadır:
“Neyiniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?
Yoksa elinizde, okuyup ders yaptığınız bir kitap mı var?
O kitapta ‘Dilediğiniz şey sizindir’ mi yazıyor?
Yoksa Bizden, dilediğiniz hükmü verebileceğinize dair kıyamet gününe kadar geçerli bir taahhüt mü aldınız?
Sor onlara: İçlerinden hangisi bunun sorumluluğunu üstlenecek?
Yoksa onların ortakları mı var?
Öyleyse ortaklarını getirsinler, eğer samimi iseler!” (Kalem, 68/36–41)
Fakat heyhat! Onlar iddialarını asla ispatlayamayacaklar. Hesap gününde ise bunun cezasını en ağır biçimde ödeyeceklerdir.
Bugünün İhtiyacı: Sahabe Ruhu Taşıyan Gençlik
Bugün, sahabe gençliği gibi dinamik, çalışkan, cömert, fedakâr, yürekli ve tavizsiz gençlere her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. İslâm davasının bayraktarlığını şerefle taşıyacak, imanına hizmeti en büyük hedef sayacak, kardeşliğini yaşayacak ve ümmetin dertlerini dert edinecek bir gençliğe muhtacız.
Ne var ki bugünkü gençlik; laik eğitim sisteminin, beşerî ideolojilerin, medya, içki, kumar, fuhuş, zina, futbol ve müzik bataklığının içinde ifsat edilmektedir.
İslâm medeniyetinin yetiştirdiği o büyük insanlar ve onların asırlar boyu süren takipçileri, hiçbir zaman “18 yaş sınırı” veya “Ergenlik Geçiş Süreci” safsatasını tanımadılar. Böylesine bir kavramı veya benzer manayı kasteden en ufak bir işaret ne Kur’an’da ne de Sünnet’te bulunur.
İnsan fıtratına aykırı bu anlayışlar, koca bir yalandan ibarettir.
Kutlu Döneme Dönüş Çağrısı
Ümitsizliğe kapılmadan o kutlu Nebî’nin örnek yaşantısından ders çıkaralım.
Geliniz, İslâm’ın çağı olan Asr-ı Saadet’e gidelim; gençliğin izzet, fedakârlık ve cesaretle yeniden dirildiği o kutlu çağa…
Müsennif VELİOĞLU
KADININ İZZETİ
İslami Okul Okulların En Önemlisi