Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

Gelen İlhamlar Kimden?

Said Nursi, Risale-i Nurlar’ın kendisine Allah tarafından ilham edildiğini hatta Allah tarafından yazdırıldığını söylüyor ve diyor ki: “Bu Risale-i Nur bana Kur’an’ın indirildiği yerden indirilmiştir. Kimin haddine onun bir noktasına bile itiraz etmek…” diyerek kitaplarının vahiy kaynaklı olduğunu ve hatasız olduğunu iddia ediyor.

Bu iddiaların kaynakları: (Mektubat, 353-354; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 267; Barla Lâhikası, 12. — Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 36. — Şuâlar, 572; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 124, Sekizinci Şua.  — Tarihçe-i Hayat, 579,– Barla Lâhikası, 21, Yirmiyedinci Mektuptan/Hulûsi.   — Rehberler, 141 — Müdâfaalar, 300, Afyon Müdâfâsı/Zübeyir’in Müdafaasıdır.  — Müdâfaalar, 347, Afyon Müdâfâsı.)

CEVAP: Risale-i Nurların kendisine ilham edildiğini, yazdırıldığını iddia eden Said Nursi’ye Abdullah TEKHAFIZOĞLU Hoca’nın, Risale-i Nurların İç Yüzü adlı eserinde verdiği cevabı özetleyerek ilginize sunuyoruz:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kitabı kendi elleriyle yazıp da, onunla basit çıkarlar elde etmek için: “Bunlar Allah’tan gelmiştir!” diyen kimselerin vay hâline! Ellerinin yazdığından ötürü vay hâline onların ve o kazandıklarından dolayı, vay hâline onların!” (Bakara: 2/79)

“İşte böylece Biz, hem insanlar, hem de cinler arasından şeytanları, bütün Peygamberlerin can düşmanı yaptık! Bu şeytanlar, aldatmak amacıyla, birbirlerine yaldızlı sözler ilham ederler. Gerçi Rabbin dileseydi bunları yapamazlardı. O hâlde bırak onları, uydurdukları ile baş başa kalsınlar!” (En’am: 6/112)

Allah-u Teâlâ, burada; batıl ve asılsız şeyden “yaldızlı söz” diye bahsetmiştir. Çünkü sahibi onu elinden geldiğince süsler ve aldanmaya müsait kişinin kulağına atar; o da buna kanar ve inanır. Said Nursî, Risale-i Nurlar’ın vahiy eseri olduğunu iddia ediyor. Hatta: “Bu eseri Allah yazdırdı.” diyor. Ancak biz Peygamber olmayan bir insana Allah’tan vahiy (ilham) gelir mi, gelirse de bunun sınırı nedir bunu bir anlatalım.

Said Nursi’nin iddiasının aksine Risale-i Nurlar batıl inanç ve hatalarla doludur. Bu hatalar ciltler dolusu kitabı dolduracak çoklukta ve vahim hatalardır. Cenabı Hak kullarının kalbine ilham eder elbette ancak şeytanın da insanların kalbine vahiy (ilham) edeceği Kur’an’da bize haber veriliyor. Allah bir kulun kalbine batıl şeyleri vahiy(ilham) etmeyeceğine göre Risale-i Nurlar’daki batıl şeylerin şeytanın ilhamı olduğu ortaya çıkıyor. Hatta şeytan insanı saptırmak için insana yaptığı ilhamların içine bazen doğru şeyler de katabilir, bunun amacı bu doğruların içine kattığı batıl şeylerle insanı saptırmaktır.

Öncelikle şu kesin olarak bilinmelidir ki İslam’da ilmin kaynağı ilham veya rüya kesinlikle değildir. İlham veya rüya Peygamberler için bilgi kaynağıdır onların rüyaları ve kalplerine gelen ilhamlar vahiy olup, Allah şeytanı onların rüya ve ilhamlarına karıştırmamıştır. Diğer insanların rüyaları ve kalplerine gelen ilhamlar Rahmani olduğu gibi şeytani de olabilir. Bize düşen, bunları Kur’an ve sahih sünnete arz edip; Kur’an ve sünnete muhalif değillerse Allah’a hamd etmek, muhalif ise Allah’a sığınıp, onlardan uzak durmaktır.

Said Nursi’ye gelen ilhamlar Rahmani olsa bile bunların dinde delil olması söz konusu değildir. Bu ancak kendini bağlar. Eğer o akıl sahibi bir insan olsaydı bu ilhamlarını önce Kur’an ve sünnetin onayına arz eder ardından insanlara Kur’an ve sünnetin ahkâmını beyan ederdi.

Eğer ilham; delil veya bilgi kaynağı olsa idi, insanların sayısınca yollar ortaya çıkardı ve herkes kendine göre bir yol/din icat ederdi. Oysa hiçbir İslam âlimi buna tevessül etmemiştir.

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden önceki ümmetler arasında, kendilerine ilham olunanlar vardı. Eğer benim ümmetim içinde de böyle biri varsa, o da Ömer’dir.” (Buhari Fezâilu’s-Sahâbe 6/37; Müslim Fezâilu’s-Sahâbe 2/23)

“Kendilerine ilham olunanlar” şeklinde tercüme edilen “muhaddesûn” (kendilerine haber verilenler, kendilerine söz söylenenler) hakkında İmam Buhari: “Onların dillerine bir şeyin doğrusu geliverir.” (Nak. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi,10/232.)

            İmam Süfyan b. Uyeyne, “Muhaddes diye kavrayışlı ve anlayışlı kişiye denir.” (Tirmizî, Menkabe, 54/3938)

İmam Cafer Sadik da: “Muhaddes, Allah’in kendisine gerçekleri anlamasını sağladığı kimsedir.” demişlerdir. (Nak. Mutahharî, Hâtemiyyet, çev. Şamil Öcal, Fecr Yayınları, Ankara 1989, 32)

 

Mülhemûn’dan olan Hz. Ömer (r.a.) demiştir ki:

“Ben üç şeyde Rabbime muvafakat ettim: “Ey Allah’ın Elçisi, İbrahim makamını namazgâh edinelim” dedim. Müteakiben: “Siz de İbrahim makamından bir namazgâh edinin!” ayeti nazil oldu.

Bir de hicap ayeti ki: “Ya Resulullah, kadınlarına emretsen de, onlar perde içine girseler! Çünkü hayırlı hayırsız kimseler onlarla konuşabiliyor” dedim. Bunun üzerine hicap ayeti nazil oldu.

Keza, Peygamber’in zevceleri, bir keresinde kendisine karşı kıskançlık göstermek üzere ittifak etmişlerdi. Eğer o, sizi boşarsa, yerinize Rabbinin ona sizden hayırlılarını vermesi ümit edilir, dedim. Derken bu (Tahrîm Suresi: 5) ayeti nazil oldu.” (Buhari, Salât, 32/52)

 

Hz. Ömer’in (r.a.) bu sözleri, ayetlerin inmesinden önce olduğu hâlde: “Rabbim bana muvafakat etti” demeyip de: “Ben Rabbime muvafakat ettim” demesi onun ne kadar anlayışlı fakih ve Rabbine karşı ne kadar edepli olduğunun bir delilidir. Burada görüşünde isabet eden Hz. Ömer, Hudeybiye Anlaşması’nda ise görüşünde hata etmiştir ve Peygamber’e (s.a.v.) muhalefet etmiştir. Nitekim şeytan, ilhama mazhar olan Hz. Ömer’e Hudeybiye Antlaşması sırasında, Furkan suresinin okunuşu ile ilgili olarak Hakim b. Hizam’la olan tartışmasında ve Peygamber’in (s.a.v.) vefatı sırasında birtakım aldatmalarda bulunmuş ve Ömer’in nefsine arız olan bu düşünceler ve yanlışlardan ancak kendisine Ayet ve hadisler arz olunca dönmüştür. Ömer gibi bu ümmetin Ebu Bekir’den (r.a.) sonra en hayırlısı bile hata etmiştir.

Anlaşılacağı üzere ilham; Allah’ın, meseleleri daha açık görüşle anlaması için kişinin kalbini açması, bunu kişiye kolaylaştırması ve onu doğruya sevk etmesidir. Yoksa ciltlerce risalenin, kişiye âdeta zorla, ihtiyarı dışında yazdırması değildir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Biz senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki, arzu ettiği zaman, şeytan onun arzuları arasına karıştırmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın katmak istediği şeyleri derhal yok eder sonra da ayetlerini sağlamlaştırırdı. Allah bilendir, hakîmdir. (Hac: 22/52)

Bu ayet-i kerimede açıkça şeytanın, Peygamberlerin kalplerine bile bir şeyler sokuşturmaya çalıştığından bahsedilmiştir. Ancak Allah-u Teâlâ, Peygamberlerini şeytanın vesveselerinden korumuştur. Böylece Allah kendi ayetlerini muhkem hâle getirmiştir. Peygamberler hak üzeredir ve korunmuşlardır.

Oysa diğer bütün insanlar şeytanın vesveselerinden korunmamıştır. Onlar ancak kalplerine gelen şeyleri Kur’an ve sünnete arz ederek onun onayladığına uyup onaylamadığından uzak durmaları gerekir.

Hz. Ömer, ashab-ı kiram ile istişare eder ve bazen kendi görüşünü bırakıp onların düşüncesine katılır, bazen de ashab ona uyardı. Olur ki, Ömer bir söz söyler, ama bir müslüman kadın kalkıp onun sözlerini reddeder ve gerçeği açıklar, Ömer de kendi görüşünden vazgeçip, bu kadının sözlerine hak verirdi. Meselâ, mehir miktarını belirleme meselesinde böyle olmuştu. Yine olur ki, o bir görüşe sahip olur, fakat o konuda kendisine Hz. Peygamber’den bir hadis hatırlatılır, bunun üzerine hemen kendi görüşünü terk ederek bu hadisle amel ederdi. Çeşitli konularda, ilgili bazı sünnetleri kendisinden aşağı mertebede bulunan kişilerden alırdı. Bazen bir şey söyleyip, kendisine “isabetlisin!” denildiğinde o: “Vallahi Ömer, gerçeğe isabet mi etti, yoksa yanıldı mı, bilmiyor!” şeklinde cevap verirdi.

Bizden önceki ümmetlerde kendisine ilham verilenlerin varlığı kesindir. Böyle kimselerin bu ümmette de bulunması, ümmetlerin en faziletlisi olmakla beraber, şart edatına bağlanmıştır. Çünkü bizden önceki ümmetlerin onlara ihtiyacı vardı. Bu ümmet ise, Nebilerinin ve onun risaletinin kemalinden dolayı onlardan müstağnidir. Allah-u Teâlâ, bu ümmeti Nebi’den sonra, keşif, ilham, muhaddes ve rüya sahibi kimselere muhtaç kılmadı. Şart edatıyla yapılan bu bağlantı, ümmetin kemalinden ve müstağni oluşundandır, noksan oluşundan değil. Sıddık, muhaddesten daha kâmildir, çünkü sıddıklığın kemali; mana bağlılığı ile ilham, içe doğma, keşif gibi şeylerden müstağnidir. Çünkü sıddık; bütün kalbini, sırrını ve içi dışı her şeyini Resul’üne teslim etmiştir. Bununla o, diğer şeylerden müstağni olur.

Birçok hayalperest ve cahilin: “Kalbim Rabbimden bana bunu ilham ediyor.” dediği şeye gelince; kalbinin ona bir şeyler söylemiş olması doğrudur, fakat kimden? Rabbinden mi, yoksa şeytanından mı? “Kalbim bana Rabbimden böyle ilham etti” derse, kendisine ilham edip etmediğini bilmediği birine söz isnat etmiş olur ki, bu da yalandır. Bu ümmetin muhaddesi, asla böyle söylemez, hiçbir zaman böyle bir şeyi ağzına almaz. Şüphesiz Allah, Ömer’i, bunu söylemekten korumuştur. Bilâkis, bir gün kâtibi “Bu, müminlerin emiri Ömer b. Hattab’a Allah’ın gösterdiği (öğrettiği, ilham ettiği) şeydir” diye yazdığında, Ömer: “Hayır, onu sil! Bu, Ömer

  1. Hattab’ın gördüğü şeydir, eğer o doğruysa Allah’tandır; yanlış ise Ömer’dendir. Allah ve Resulü ondan beridir, uzaktır.” diye yaz!” buyurmuştur. Ömer “kelâle” konusunda: “Bu konuda kendi görüşümü söylüyorum, eğer doğruysa Allah’tan; şayet yanlış olursa benden ve şeytandandır.” der. Resulullah’ın (s.a.v.) şehadeti ile muhaddes olan Ömer’in sözü böyledir. Oysa tasavvuf fırkasına mensup birçok kişinin ve Said Nursi’nin “Rabbim, kalbime böyle ilham etti” dediğini görürsünüz.

Bu konuda Hz. Ebu Bekir’in tavrı da Hz. Ömer’in ki gibidir. Nitekim o da: “Kendi reyimi söylüyorum. Eğer isabet edersem Allah’tandır; hata edersem bendendir.” demiştir. Aynı mealdeki sözler, Hz. Ali’den ve İbn Mesud’dan da rivayet edilmektedir.

İbn Kayyım el-Cevziyye, İgasetu’l-Lehfan fi Mesayidi’ş- Şeytan adlı eserinde der ki:

“Peygamberlerden başkaları, şahsî düşüncelerinde ve ilhamlarında hata da ederler, isabet de. Onların zan ve ilhamları, düşünceleri ve hatıraları, Allah’ın kulları için delil ve hüccet niteliği taşıyamaz.”

Allah’ın ilhamına mazhar olan Ömer’in (r.a.) ilâhî ilhama mazhar olduğu birçok hadisle ve nice olaylar ile sabittir. Böyleyken o, belli bir konuda fikrini söyler, mertebesi ondan çok aşağı bulunan biri de kendisine itiraz ederdi. O da, gelen itirazı anlayışla karşılar, üzerinde düşünüp istişarelerde bulunur, kendisinin hatalı olduğu anlaşılır, o da hatasından dönerdi. Şahsî düşüncelerini ve ilhamlarını, daima Allah’ın kitabına, Resulullah’ın sünnetine arz ederdi. Kendi zan ve ilhamlarına itibar ve itimat etmezdi. Yani on- ları değil, Allah’ın kitabını ve Resulü’nün sünnetini hakem tanırdı.

Bu ümmetin en faziletlisi ve hakka en yakın olan sahabe ve tâbiîn böyle iken birde Said Nursi’nin iddialarına bakınız. Yazdığı kitabın Allah katından yazdırıldığından o kadar emin ki noktasına bile kimsenin itiraz edemeyeceğini söylüyor. Risale-i Nurlar’ın, Kur’an’ın indirildiği yerden indirilmiştir diyecek kadar sapmış ve şeytanın oyuncağı olmuştur.

Said Nursi ve onun gibi şeytanın oyuncağı olmuş kişiler; Kur’an ve sünnet ilmini öğrenmeleri ona uymaları gerekirken kalplerine gelen batıl ilhamları kendilerine din edinmekteler. Oysa vasıtasız olarak yüce Allah ile konuşup, doğrudan doğruya ondan ilim ve marifet alan zatlar, ancak Musa (a.s.) gibi Peygamberlerdir. Bunun için ona “Kelimullah” denilmiştir. Bu cahil kişiler ise, kendilerinin de Kelimullah olduğunu zannetmekte, ilim ve din dışı sözler söylemektedirler. Evet, bu kişiler bazı sesler duymuşlardır. Fakat Rahman’ın değil; şeytanın sesini ya da nefs-i emmâresinin sesini…

Ashab-ı Kiram’ın, kendi düşüncelerini ve kararlarını itham etmelerinin misalleri pek çoktur. Hâlbuki onlar, bu ümmetin en hayırlıları, kalpleri en temiz, ilimleri en derin olanlarıdır. Nefsanî ve şeytanî ahvalden en uzak bulunanlar onlardır. Kitaba ve sünnete en çok ittiba edenler de onlardır. Kitabı ve sünneti aradan çıkarıp: “Bana kalbim, Rabbimden alarak dedi ki…” diyenler ise; kitaba ve sünnete en uzak olanlardır. Gerçekten züht ve takva sahibi olanlar ise, dosdoğru yol üzerinde bulunup, asla şahsî keşiflerine ve ilhamlarına önem vermezler. Bunları kendilerine hakem tanımazlar. Herhangi keşfi ve ilhamı, kitaptan ve sünnetten iki şahit olmaksızın kabul etmezler. İşte bu ümmetin gerçek takva sahibi kişileri de bunlardır.

 

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir