Pazartesi, 5 Cemaziyelevvel 1447

ALLAH BİLİR, SİZ BİLMEZSİNİZ

İnsanların sapkın yollara sürüklenmesinin önemli sebeplerinden biri, akıl konusundaki ifrat ve tefrittir. Kimi insanlar aklı hiç kullanmaz, kimi de aklın sınırsız bir güce sahip olduğuna inanarak vahyi reddeder. Her iki durum da hakikatten sapmayla neticelenir.

Bazı insanlar kitap ve sünneti bilmezler. Öğrenmeye karşı ilgisizdirler; okumaz, araştırmaz ve akletmezler. Kulaktan dolma bilgilerle yetinir; heva ve heveslerine hitap eden sözlere kolayca aldanırlar. Bu insanlar, yaldızlı sözlerle öne çıkan liderlerin peşine takılarak yoldan saparlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İçlerinden bir de, ümmiler var ki; kitabı bilmezler, tüm bildikleri kulaktan dolma hurafe ve kuruntulardan ibaret olup, sadece zanna dayanır.” (Bakara, 2/78)

“Ve ekleyecekler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, bu korkunç ateşi hak edenler arasında olmayacaktık!” (Mülk, 67/10)

Bazı insanlar ise kitap ve sünneti bilir, araştırır ve hatta öğretirler. Fakat bu bilgiyi Allah rızası için değil, menfaat, makam, güç, şöhret ve servet için kullanırlar. Gerçek bilgiye sahip olsalar da, onu hakkın izini sürmek için değil, kendi hevalarına göre yorumlamak için kullanırlar. Onların durumu ciltler dolusu kitap taşıyan eşeklere benzer. Onlar gurur ve kibir sahibidir, hakka teslim olmazlar. Onlar kıt akıllarını vahyin önüne geçirirler. Onlar birtakım cahilleri de kendilerine bağlayarak cehenneme sürüklenirler.

Oysa onlar Allah’ın lütfuna nail olabilmek için kitabı ve sünneti düşünerek, anlayarak okusalardı ve hayatın her alanını bu doğrultuda düzenleselerdi sahip oldukları ilim onlara fayda verirdi. Ancak onlar tıpkı Yahudiler gibi hakkı bildikleri halde kabul etmediler, amel etmediler, gizlediler ve tahrif ettiler.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Tevrat omuzlarına yüklendiği hâlde, onu yerine getirmeyenlerin durumu, tıpkı kitaplar taşıyan, eşeğin hâline benzer. Allah’ın ayetlerini yalanlayan bir toplumun durumu ne kötüdür! Allah, zalim bir toplumu doğru yola iletmez!” (Cuma, 62/5)

Bu insanlar, aklı vahyin önüne koyarak bilmişlik taslarlar, kibir yaparlar ve hakka teslim olmazlar. Bazı cahilleri de etkileyerek onları da peşlerinden sürüklerler.

Onlar için kitabın ne dediği, Peygamber’in ne buyurduğu önemli değildir. Onlar sünneti inkâr ederler, ayetleri tahrif ederler. Onlar akıl konusunda da ifrat ve tefrite düşerek yoldan saparlar ve helak olurlar. Oysa insan akıl ile önce kendini bilir, kâinatı öğrenir ve Allah’ın varlığını fehmeder.

Akıl, insanın kendini ve kâinatı tanıması için verilmiş önemli bir nimettir. Ancak tek başına hakkı bulmakta yeterli değildir. Akıl; vahyin rehberliği olmadan yaratıcıya nasıl kulluk edileceğini, O’nun emir ve yasaklarını, gaybi hakikatleri bilemez. Bu sebeple aklın sınırını bilmesi gerekir.

Hakkı bulmak için fıtratı bozulmamış bir akıl gerektiği gibi, o akla yol gösterecek bir vahiyde gerekir. Akıl tek başına bir yaratıcının var olduğunu fehmedebilir. Ancak aklın bu yaratıcıya nasıl kulluk edileceğini ve nasıl itaat edileceğini bilmesi mümkün değildir. Aklın; yaratıcının vasıflarını, isimlerini, sıfatlarını, neleri emrettiğini ve neleri yasakladığını tek başına bilmesi mümkün değildir. Aklın; kabir hayatı, öldükten sonra diriliş, mahşer, hesap, terazi, sırat, cennet, cehennem gibi gaybi şeyleri bilmesi de mümkün değildir. Akıl tek başına bunları anlayabilecek kapasiteye sahip olsa da, bunların varlığını keşfedecek bir kapasiteye sahip değildir.

Akıl durması gereken yerde durmayıp haddini aşarsa, yaratan Rabbine karşı haddini aşmış olur. “…Allah bilir, siz bilmezsiniz.” ilahi emrine başkaldırmış olur. Aklın vahiyden bağımsız, sınırsız ve sorumsuz bir şekilde yorumlamaya müsaadesi yoktur. Çünkü aklın kapasitesi sınırlıdır, çünkü aklın üzerinde akılları yaratan bir Allah var. Bu sebepten akıl haddini bilmeli, durması gereken yerde durmalıdır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri! Ancak bu şekilde korunabilirsiniz.”(Bakara, 2/179)

“De ki: “Ey insan; kötü ve zararlı şeyler ile iyi ve faydalı şeyler bir olmaz, kötü olanların birçoğu senin hoşuna gitse bile!” (Maide, 5/100)

Örneğin; zehirli mantar güzel görünümlü ve lezzetli, fakat aynı zamanda öldürücüdür. Demek ki, her hoşuna giden şeyin mutlaka faydalı ve helâl olmadığı gibi, her hoşlanmadığın şey de zararlı ve haram değildir. Bu yüzden her şeyi bilen Allah-u Teâlâ’nın rehberliğine muhtaçsın. İşte bu sebepten Allah-u Teâlâ, aklı yaratan Rabbine teslim olması gerektiğini söylüyor. Akabinde diğer ayetlerde ise temiz akıl sahibi kimselerin ancak nasları anlayabileceklerini ifade etmiştir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“De ki bilenlerle bilmeyenler hiç eşit olabilir mi? Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9)

Aklın anlayamadığı durumlarda sorun vahiyde değil, aklın sınırlı olmasındandır. Allah’ın vahyi kusursuzdur; zira her şeyi bilen O’dur. Eğer akıl ve vahiy çatışıyor gibi görünüyorsa, ilk şart naklin sahih olup olmadığını kontrol etmektir. Kur’an ayeti mi, sahih hadis mi, doğru mu anlaşılmış? Şayet sahih ise akla değil, vahye tabi olunur. Çünkü Allah’ın Peygamber’ine vahiy ettiği sahih nakil Allah’tan olduğu için doğruluğundan şüphe edilmez. İnsan aklı bazen güzel görünen zehirli bir mantarı bile ayıramayacak kadar acizdir. İnsan aklı bazen Kur’an ve Sünnette anlatılan hakikatleri anlamayacak kadar acizdir. Var olan bütün akılları yaratan Allah azze ve celle her şeyi daha iyi bilmez mi?

“…Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)

Akıl konusunda söylenen güzel sözlerden biri şudur: “Mevridi nasta içtihada mesağ yoktur.” Yani Kur’an ve sünnetin açık hükümlerinin olduğu bir konuda içtihada yer yoktur. Yani Kur’an ve sünnetin açık hükümlerinin olduğu bir konuda akıl ile hüküm vermek, bir Müslümanın yapacağı bir iş değildir. Akıl, ancak nas olmayan alanlarda devreye girer. Bazıları hadlerini aşarak kendilerini Kur’an ve sünnetin üzerinde görürler. Sahih hadisleri inkâr eder, ayetleri tahrif eder, sünnete uymaktan kaçınırlar. Hikmetini anlamadan, kıt akıllarıyla Allah’ın emirlerini tahrif etmeye kalkarlar. Bu tavır, ilahi cezayı da beraberinde getirir.

“De ki: “Allah’a itaat edin ve Resul’üne itaat edin! Eğer yüz çevirecek olursanız, o ancak, kendi üzerine düşeni yapmakla yükümlüdür; siz de kendi üzerinize düşeni yerine getirmekle yükümlüsünüz! Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz fakat Peygamber’in görevi ancak açıkça tebliğ etmektir.” (Nur, 24/54)

Sonuç olarak: Akıl, Allah’ın insana verdiği çok değerli bir nimettir. Ancak bu nimet, rehbersiz kaldığında sapkınlığa dönüşebilir. Akıl, vahyin rehberliğini kabul ettiği müddetçe İslam’a hizmet eder, aksi takdirde şeytanın oyuncağı haline gelir. Aklın yeri, vahyin ardındadır; önünde değil.

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.