İnsanların çoğu iman etmez ve hakka düşmanlık eder. Bu düşmanlık, dünyanın her yerinde hak ehline yönelik acımasız saldırılarla kendini gösterir. Müslümanların bu saldırılara karşı hazırlıklı olmaları zorunludur. Bunun için yönetim kadrolarını, haberleşme ağlarını, istihbarat birimlerini, ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim kurumlarını yeniden gözden geçirmeleri ve güçlendirmeleri gerekir.
Aynı şekilde, iç ve dış tehditlere karşı eğitimli, donanımlı ve inançlı orduların oluşturulması şarttır. Bu ordular, kendi zamanının savaş teknolojisini bilen, alanında uzman ve sahih bir inanca sahip askerlerden oluşmalıdır. Kara, hava, deniz kuvvetleri ile elektronik harp birimleri güçlü şekilde yapılandırılmalıdır.
Eldeki imkânlar zorlanarak tanklar, toplar, uzun menzilli füzeler, hava ve deniz araçları ile elektronik savaş sistemleri geliştirilmelidir. Aksi takdirde düşman, sizi hazırlıksız, eğitimsiz ve teçhizatsız yakalayarak yok etmeye çalışacaktır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki; böylece hem Allah’ın düşmanı hem de sizin düşmanınız olan insanları ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah’ın bildiği kimseleri korkutup caydırabilesiniz. Allah yolunda ne harcama yaptıysanız, hepsinin karşılığı size eksiksiz ödenecek ve asla haksızlığa uğratılmayacaksınız.” (Enfal, 8/60)
Müslüman toplumların, küresel güçlerin askerî kapasitesi karşısında yılgınlığa düşmemesi ve psikolojik direncini muhafaza etmesi hayati önem arz etmektedir. Tarihî tecrübeler göstermektedir ki, sayısal üstünlük ve teknolojik donanım her zaman zaferin garantisi değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi,
“Nice küçük ve inançlı topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük fakat inançtan yoksun nice orduları, kalabalıkları bozguna uğratmıştır. Unutmayın arkadaşlar; Allah, zorluklara karşı sabredenlerle beraberdir!” (Bakara: 2/249)
Az sayıda ve donanımı sınırlı toplulukların, iman ve kararlılıkla donanmış olarak kendilerinden kat kat güçlü ordulara karşı galip geldikleri tarihi vakalar çoktur. Bu bağlamda, modern orduların teknik kapasitesi ne kadar gelişmiş olursa olsun, savaş psikolojisi açısından önemli bir kırılganlık taşımaktadırlar. Zira ölüm olgusunu dünyevî bir son olarak algılayan, maddî değerlerle kuşatılmış bir zihniyetin, hayatı hakikat merkezli değerlendiren bir inanç topluluğuyla göğüs göğüse savaşması çoğu zaman mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şu şekilde ifade edilir:
“Onlar sizinle toplu hâlde bir savaşa giremezler. Ancak iyi korunmuş kalelerde veya siperlerin arkasında sizinle savaşı göze alabilirler. Kendi aralarındaki çarpışmalar ise çok çetindir. Onları birlik ve beraberlik içinde sanırsın, oysa kalpleri darmadağınıktır. Çünkü onlar, akıllarını kullanmayan bir toplumdur.” (Haşr, 59/14)
Müslümanlar açısından ise savaş, yalnızca fiziki bir çatışma değil, aynı zamanda bir imtihan ve kulluk sorumluluğudur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, düşmanı küçümsememek ve savaş hazırlıklarını ihmal etmemektir. Barış zamanında yapılmayan askerî ve teknolojik hazırlık, savaş anında telafi edilemeyecek kayıplara yol açar. Nitekim Kur’an, Allah’ın yardımının ancak çalışan, sabreden ve cihad eden müminlere geleceğini bildirmektedir.
Son yıllarda, Batılı güçlerin doğrudan kara savaşı yürütmekten imtina ettikleri görmekteyiz. Afganistan, Irak, Suriye ve Afrika’daki kara harekâtlarında yaşadıkları ağır kayıplar, onları hava saldırılarına, deniz operasyonlarına ve vekâlet savaşlarına yöneltmiştir. Bu çerçevede, sivil alanlara yönelik hava saldırılarında kullanılan yüksek teknolojili silahlarla Müslüman halklar büyük kayıplar vermiştir. Ancak bu saldırılara karşı koyulamamasının başlıca nedeni, Müslümanların hava savunma sistemleri, teknolojik kapasite ve stratejik hazırlık bakımından yetersizliğidir.
Bu durumda yapılması gereken, mevcut imkânları seferber ederek olağandışı yöntemlerle etkili savunma araçları geliştirilmelidir. Bunun için düşünmek, araştırmak ve çalışmak gerekiyor.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Demek ki, zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Evet, zorluğun yanında bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/5-6)
Nitekim gerilla savaşı örneklerinde görüldüğü gibi, düşük maliyetli ve etkili silahlarla teknolojik olarak üstün güçlerin kara savaşlarında bozguna uğratıldığı pek çok savaş yaşanmıştır. Bu örneklerden hareketle, hava savaşlarında da benzer başarıların sağlanması mümkündür. Özellikle insansız hava araçları (İHA/SİHA) gibi modern savunma sistemlerinin Müslüman mühendisler tarafından geliştirilmesi, savunma açısından yeni bir çığır açmıştır.
Türkiye’nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Libya ve Karabağ harekâtlarında İHA/SİHA larla elde ettiği başarılar; Savunma sanayisinin yaptığı çalışmaların bir meyvesidir. Aynı şekilde, Gazze’de İzzeddin El Kassam Tugaylarının Aksa Tufanı Harekâtı kapsamında paramotor, yamaç paraşütü ve basit hava araçları kullanarak gerçekleştirdiği operasyonlar, kıt imkânlarla dahi etkin bir direnişin mümkün olduğunu göstermiştir.
Bu tür başarılar, inançla çalışan mühendislik ekiplerinin küçük atölyelerde gerçekleştirdiği üretimlerin stratejik değerini gözler önüne sermektedir. Bu anlamda, ebabil kuşlarının fil ordusunu yenilgiye uğratmasına atıfla, bu araçlar Müslümanların “ebabil teknolojisi” olarak değerlendirilebilir.
Allah zalimlerin sinsi ve hain planlarını elbette bilmektedir. Dileseydi onların cezasını daha dünyada iken verirdi. Tıpkı; Kâbe’yi yıkmak için yola çıkan fil ordusunu, ebabil kuşlarının attığı “pişmiş çamurdan” yapılmış tuğla gibi sert ve öldürücü taşlar ile helak etmesi gibi. Öyle ki; Allah onları kurtlar ve böcekler tarafından yenilip delik deşik edilmiş otlara ve yapraklara benzetti. O hâlde zalimlerin o görkemli orduları ve o müthiş silahları gözünüzü korkutmasın. Siz bu yolda mücadele verir, üzerinize düşeni yapar ve Rabbinizin himayesine sığınırsanız; dün Kâbe’sini koruyarak kullarına yardım eden Allah, elbette size de yardım edecek ve nurunu tamamlayacaktır.
“Bilmez misin, Rabbin fil ordusuna neler yaptı? Onların plânlarını başlarına geçirmedi mi?
Üzerlerine sürüler hâlinde kuşlar gönderdi. Onlara, pişmiş çamurdan taşlar yağdırıyorlardı.
Ve böylece onları, yenmiş ekin yapraklarına çevirdi.” (Fil, 105/1-5)
Bu kıssa, Allah’ın zalimleri mağlup etmek için bazen en basit araçları bile nasıl etkili kıldığını göstermektedir. Allah dileseydi yeryüzündeki kâfirlerden kendisi intikam alırdı. Ancak imtihan ve hikmet gereği, müminlerin eliyle intikam almayı murad etmiştir. Bu nedenle müminlere cihadı emretmiştir.
Musa aleyhi selam, zalim bir kavmin egemenliği altında zillet içinde yaşayan kavmini izzete ve kurtuluşa kavuşmaları için cihada davet etti. Çünkü kurtuluş için cihattan başka bir yol kalmamıştı. Kavminden çok azı cihada çıktı, çoğu ise Musa’ya: “Sen ve Rabbin gidin ve onlarla kendiniz savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz!” gibi laflar ederek cihada çıkmamak için sudan bahaneler uydurarak oturup kaldılar.
Ama onlar, hâlâ direterek, “Ey Mûsâ, onlar orada bulundukları sürece, biz o şehre asla girmeyeceğiz fakat ille de istiyorsan, sen ve Rabb’in gidin ve onlarla kendiniz savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz!” dediler.
Bu küstahça davranış karşısında Mûsâ, üzüntü ve çaresizlik içinde “Ey Rabb’im, görüyorsun ki, benim kendimden ve kardeşimden başka hiç kimseye sözüm geçmiyor! O hâlde, şu isyankâr insanlarla yollarımızı ayır yâ Rab!” diye yalvardı. (Maide, 5/24-25)
Musa’nın kavmi gibi, cihada çıkmamak için bahaneler uyduranlar, vazifelerini yerine getirmedikleri için Allah’ın cezasına mahkûm olurlar. Onların yerini, Allah’ı seven, Allah’ın da onları sevdiği ve yolunda cihad eden başka milletler alır. Onlar ise kendilerini Müslüman zanneden müşrik ve mürtet bir toplum hâline dönüşür.
Önceki bölümde müslüman bir milletin cihad ile nasıl izzete kavuştuğu anlatıldı. Sonraki bölümde ise müslüman bir milletin cihadı terk etmesi sebebiyle düştüğü zillet anlatılmakta. Okuyup ders alalım…
Müsennif VELİOĞLU
Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar
İslami Okul Okulların En Önemlisi