Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâh, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlillâh…
Aziz ve muhterem kardeşlerim,
İslam’da “cihad” deyince çoğu zaman akla ilk olarak “el ile” yapılan mücadele yani fiilî cihad gelir. Bu, dinimizin önemli bir hükmüdür; ancak herkes için daima geçerli olan ve “emr bi’l-ma’rûf, nehy ani’l-münker” temeline dayanan dil ile cihad da en az öteki kadar kıymetlidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:
«مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذٰلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ»
“Sizden kim bir münker (kötülük) görürse, onu eliyle değiştirsin. Eğer gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin; bu ise imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, İman, 49)
Bu hadis, her müminin gücüne ve imkânına göre mücadele etmesinin farziyetini gösterir ki, dilsize bile farz olan dille cihaddır. Burada “eliyle değiştirme” herkes için ve her zaman mümkün olmasa da “dil ile değiştirme” her mü’minin gücü nispetinde daima yapabileceği bir vecibedir. Hele ki insan; sosyal medya, aile ve iş ortamı gibi kanallarda “iyi ve doğruyu anlatma imkânı” varken, sosyal medyayı her alanda kullanma imkanı ve gücü varken…
Dediğimiz gibi Müslümanın “Eliyle düzeltme” imkânı sınırlı olabilir, ama her mümin, “dil ile cihad”ı —yani iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma ve alıkoyma, hakkı söyleme ve yayma görevini— yapabilir ve yapmalıdır. Bu kötülüklerin günden güne daha da çirkinleşerek arttığı şu günlerde herkesin üzerine 5 vakit namaz gibi farzdır.
Bilhassa çağımızda, hiç kimsenin Allah’a karşı en ufak bahanesi kalmamıştır. “Yüzyüze imkânlar kısıtlı” diye bahane üretenler sosyal medya gibi platformlar üzerinden “dil ile cihad” etmeleri hatta daha fazla kitleye ulaşmaları mümkündür. İyiyi ve doğruyu göstermek, hakikati yaymak, bâtıl söylemlere —hikmetli ve güzel bir dille— karşı koymak her birimize düşen önemli ve büyük bir vazifedir. Bu 5 vakit namaz gibi her gün Müslümanın üzerine farzdır. Çünkü bunun en ücra köşede bile artık sosyal medya imkanı vardır. Sosyal medya veya diğer iletişim yolları insanların bahanelerini kapamıştır. Hakkı yayması, insanları hakka çağırması dil ile cihadın kendisi olup hiç bir Müslümanın üzerinden düşürmeyecek olan farzdır. Bugün esaret altındaki Müslüman bile bunu yapabilir…
2. Tevbe 38 ve Allah Yolunda Cihada Davet
Yüce Rabbimiz, Tevbe Sûresi 38. ayetinde Tebük Seferi vesilesiyle sahâbeye ve kıyamete kadar tüm mü’minlere şöyle hitap eder:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَضِيتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ
“ Ey İman edenler size ne oluyor ki Allah yolunda cihad edin denildiği zaman yerinizde sayıyorsunuz? Ahirete karşı dünyayı mı tercih ettiniz? Oysa dünya hayatı ahiret hayatının yanında az bir geçimlikten başka birşey değildir... ”
(Tevbe, 9/38)
Bu ayet, doğrudan Tebük Seferi’ne katılmaktan geri duran veya dünyevî işlerini bahane ederek Allah yolunda mücadeleyi ihmal eden sahâbîleri (ve dolayısıyla kıyamete kadar bütün mü’minleri) uyarır. “Dünyalık menfaatler” insana cazip gelse de, ahiretin sonsuz nimetleri karşısında onların “az bir geçimlikten” ibaret olduğu hatırlatılır. Yani insan, kısa vadeli çıkarlar uğruna ebedî saadeti tehlikeye atmamalıdır.
Tebük gibi meşakkatli bir sefere davet sırasında, bazı sahâbîlerin dünyevî meşguliyetleri bahane ederek geride kalmaya meyletmeleri sadece o dönemde kalan birşey değildir. Bilelim ki, dünyanın cazibesi her devirde insanı Allah yolunda fedakârlıktan alıkoyabilir. Bu nedenle, Kur’an-ı Kerîm hepimizi ikaz ediyor: “Dünya ile ahiret arasında seçim yaparken sakın aldanmayın; dünya geçicidir, ahiret ebedîdir!”
Tebük Seferi bağlamında Rabbimizin “Elle cihada çıkın!” diye emrettiğinde, bazı kimselerin “işleri aksar” bahanesiyle geri kalmasına dair şiddetli bir ikazı hatırlatan şu sözlerime kulak verin:
“DİLLE DAHİ CİHADI TERKEDENLER BU AYETİ İYİ AKILLARINA GETİRSİN… YÜCE ALLAH ‘ELLE CİHADA ÇIKIN’ DEDİĞİNDE İŞLERİ AKSAR DİYE GERİDE KALAN YA DA İŞE DALANA (Tebuk Seferi) 7 KAT SEMADAN AYET İNDİRDİ… DÜŞÜNSENE DAHA DİLLE CİHADI Kİ HER GÜN ÜZERİNE FARZDIR YERİNE GETİREMEYEN, ELLE CİHADI NASIL GETİRSİN? KOLAY OLAN DİLLE CİHADI TERKEDEN, ZOR OLAN ELLE CİHADI YERİNE GETİREBİLSİN?
EL İLE CİHADIN ŞARTLARI VAR AMA DİL İLE CİHADIN ŞARTI YOK; HERKESE FARZ… DİLSİZE BİLE FARZ OLAN ŞEY ‘DİLLE CİHAD’… AKLI OLAN HERKESE FARZ… VE DÜZENLİ YAPILMASI DA FARZ… HELE HELE ŞU DEVİRDE… BOŞ ZAMANINI ALLAH’A AYIRAN, KENDİNE CENNETTE BOŞ YER BULAMAZ… AMA ZAMANINI, Kİ ‘ZAMAN HAYATIN TA KENDİSİDİR’, ALLAH İLE DOLDURAN, ALLAH’TAN RIZALIK VE UÇSUZ BUCAKSIZ CENNETLER BULUR…
5 VAKİT NAMAZ HAFTADA 1-2 SOHBETLE CENNETE GİRECEĞİNİZİ SANIYORSANIZ VALLAHİ BEN BÖYLE BİR ŞEY ANLATMADIM…”
Bu nasihat dil ile cihadın “en kolay, en sürekli” ama aynı zamanda “en çok ihmal edilen” bir vecibe olduğunu hatırlatıyor. Günümüzde sosyal medya başta olmak üzere pek çok iletişim aracımız var; hakkı ve hakikati anlatmaktan, bâtıl sözleri çürütmekten geri kalmamalıyız. Aksi takdirde, “kolay” olanı yapmaktan bile uzak durduğumuzda, “zor” olan daha büyük fedakârlıkları nasıl yerine getirebiliriz?
3. Dünyaya Meylin Tehlikeleri Hakkında Rasulullah Uyarıyor
Sevgili kardeşlerim, dünyaya meyedenin durumunu Allah Rasülü’nün (sallallahu aleyhi vesellem) şu sözleri ne güzel de açıklıyor:
«مَنْ كَانَتِ الْآخِرَةُ هَمَّهُ جَعَلَ اللّٰهُ غِنَاهُ فِي قَلْبِهِ وَجَمَعَ لَهُ شَمْلَهُ، وَأَتَتْهُ الدُّنْيَا وَهِيَ رَاغِمَةٌ. وَمَنْ كَانَتِ الدُّنْيَا هَمَّهُ جَعَلَ اللّٰهُ فَقْرَهُ بَيْنَ عَيْنَيْهِ وَفَرَّقَ عَلَيْهِ شَمْلَهُ، وَلَمْ يَأْتِهِ مِنَ الدُّنْيَا إِلَّا مَا قُدِّرَ لَهُ»
“Kimin niyeti (en büyük derdi) dünya olursa, Allah onun işlerini darmadağın eder; gözünün önüne fakirliği getirir; dünyadan da ona takdir edilenden başka bir şey erişmez. Kim de niyetini (derdini) ahirete yöneltirse, Allah onun işlerini derli toplu kılar; kalbine kanaat (gönül zenginliği) verir ve dünya (nimetleri) ona istemese de gelir.”
(Tirmizî, Kıyâmet 30 (2465); İbn Mâce, Zühd 2 (4105) vb.)
Bu hadisin ana mesajı şudur: Hayatımızın merkezine ahireti koymadığımız ve “dünyalık” peşinde koştuğumuz zaman, işler sarpa sarar, bereket kaçar, gönüller huzursuzlaşır. Çünkü Allah Teâlâ, kulunun niyetine göre muamele eder. Dünya âdeta “kaçan tavşan” gibidir; yakalamak için uğraştıkça, peşinde sürükler ve yorar. Halbuki o, ahireti dert edinen kulun peşine —Allah’ın izniyle— kendiliğinden gelir.
Dikkat ediniz; gayesi dünya olanın “işleri darmadağın” olur, hiç bitmeyen bir endişe ve gözünün önünde bitmeyen bir fakirlik korkusu belirir. Çünkü dünya, insanı durmadan koşturan ama gerçek huzuru vermeyen bir tuzak gibidir. Buna mukabil tasası derdi derdi önceliği ahiret olan kişi, kalbini ahirete çeviren kişinin dünyalık işleri de yoluna girer. Allah, o kimsenin kalbine kanaat verir ve rızkını da bereketli kılar.
4. Dünyayı Tercih Etmenin Ahiretteki Karşılığı
Yüce Allah şöyle buyrur:
مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَۚ * اُولٰۤئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۚ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Kim dünya hayatını ve onun zinetini isterse, onlara yaptıklarının karşılığını orada eksiksiz öderiz ve onlara dünyada bir eksiklik yapılmaz. İşte onlar, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Dünyada yaptıkları da boşa gitmiştir ve bütün yapageldikleri de geçersiz olmuştur.” (Hûd Sûresi 11/15-16)
Burada, dünyanın zînetlerini hayatın gayesi haline getirenlerin, ahirette “ateşten başka bir şeyle” karşılaşmayacakları bildiriliyor. Dünyadaki bütün kazanımları, ahiret nazarında boş kalıyor.
Dünyayı hedef kılan, gösteriş ve zenginliği hayatının gayesi sayanların nihayetinde ateşle karşılaşacakları bildirilmişken Allah’ın kitabına iman etmiş birinin ne bahanesi olabilir? Dünyadaki kazanımları, ahiret bakımından değersiz kaldığını Yüce Allah söylemişken kim bir fayda umabilir?
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ يَصْلٰيهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا
“Kim çarçabuk geçiveren (dünyayı) isterse, orada ona dilediğimiz kimseye, dilediğimiz kadar hemen veririz; sonra ona cehennemi hazırlarız; kınanmış ve kovulmuş olarak oraya yaslanır.” (İsrâ Sûresi 17/18)
Dünyanın “çarçabuk geçiverdiğine” vurgu yapılıp “kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme itilmek” uyarısı yapılıyor. Yani dünya nimetleri —kul Allah’ın rızasını gözetmediği takdirde— kendisini kurtarmıyor, bilakis onu hüsrana götürüyor.
Dünya, “çarçabuk geçiveren” bir hayattır. İnsan burada nereye kadar yaşayabilir? Sonsuzluk âlemi olan ahireti düşünmezse, sonuçta kınanmış ve kovulmuş bir şekilde cehenneme sürüklenme haktır. Allah bizi korusun…
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
“…Dünya hayatı, aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân Sûresi 3/185 – son kısım)
Göz boyayan, insanı kendine çeken dünya, aslında “aldatıcı bir metâ” gibi. Şekli var, ama ömrü geçici. Suyun üzerindeki köpük gibi… İşte ahireti unutturacak olan dünya sevgisini artırmak ona meyletmek rağbet etmek, insanı manen köreltir.
Bizi büyüleyen, göz boyayan dünya, gerçekte “aldatıcı bir metâ”dır. Ahirete hazırlığı ötelediğimizde, kalplerimiz körleşmeye başlar ve hakikati göremez hâle geliriz.
5. Gafletin Başlangıcı: Allah’ı Anmaktan Uzak Kalmak
Gaflete düşmenin ve kalbin hissizleşmesinin ilk adımı, Allah’ı anmaktan uzak kalmaktır. Kardeşlerim, “Güneş ışığı vuruyor ama senin camın kirli, tozlu; o ışığı alamıyorsun.” misâli, kalbimiz günahlarla, gafletle dolduğunda, ne kadar ayet ve hadis işitirsek işitelim, hakikat ruhumuza nüfuz etmez.
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:
«إِنَّ هَذِهِ الْقُلُوبَ تَصْدَأُ كَمَا يَصْدَأُ الْحَدِيدُ إِذَا أَصَابَهُ الْمَاءُ، قِيلَ: فَمَا جِلَاؤُهَا؟ قَالَ: ذِكْرُ الْمَوْتِ وَتِلَاوَةُ الْقُرْآنِ»
“Kalpler de paslanır, tıpkı demirin su ile paslandığı gibi. Onun cilası, Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.”
(Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 2/546) - Selef-i Sâlihîn’den Hasan-ı Basrî (rh.a.) de şöyle der:
«إِذَا نَوَّرَ اللَّهُ قَلْبَ الْعَبْدِ بِالذِّكْرِ وَالتَّوْبَةِ، صَغُرَتِ الدُّنْيَا فِي عَيْنِهِ، وَإِذَا عَظُمَتِ الدُّنْيَا فِي عَيْنِهِ، عَلِمْنَا أَنَّ قَلْبَهُ قَدْ ضَاقَ»
“Kulun kalbi zikir ve tövbe ile nurlanınca, dünya nimetleri gözünde küçülmeye başlar. Dünya büyüdükçe ise bil ki kalp daralmıştır.”
Evet yoldaşım olan ve ahiret için çırpınan bir kardeşimin dediği gibi,
“Günahlar kalbi kaplayınca nasihat almaz hale geliyor. İnsan vallahi ben kendimden biliyorum tevbe ile geçirdiğim bir günde en ufak şeyden dahi nasihat alıyor, kalbim ürperiyor devamlı ahiretlik düşünce hali oluyor. Aksine kalp, dil Allah’ı anmaktan gafil olunca da hatim etseler, ayet, hadis birşey anlamıyor, okuyorsun ama anlamıyorsun, dinliyor ama anlamıyorsun. Gafilliğin en başı zaten Allah’ı anmaktan gafil olmakla başlıyor. Gafiliğin başı bu Allah’ı anmaktan gafil oldun mu Allah subhane ve teâlâ kuluna ceza veriyor resmen madem benden zikrimden gafil oldun o zaman herşeyden gafil ol diyor sanki.
Güneş ışığı vuruyor ama senin camın tozlu çamurlu sana fayda vermiyor. O camı temizlemen lazım oda zikir, tövbe ve amelle oluyor. Allah bizi korusun Gafletten bizi korusun.”
Kalbin gafleti, çoğu zaman “Allah’ı anmaktan” uzak kalmakla başlar. Kur’an-ı Kerîm’de defalarca hatırlatılan bir gerçektir: Zikir, hem kalbe canlılık verir hem de günahlardan alıkoyar. Gafletten uzak durmanın en kestirme yollarından biri zikir ve günahlara tevbe dir. Kalp, gaflette kaldıkça hem hak sözleri işitmez hâle gelir hem de nasihat onu etkilemez olur.
Demek ki, kalbimizi zikir, tevbe, Kur’an tilaveti ve ibadet ile arındırmadıkça, gaflet gittikçe derinleşir ve bizi asıl nasihatlerden alıkoyar. Artık nasihat de fayda vermez.. Allahu müstean…
6. Boş Zaman ve Hayatın Muhasebesi
Kıymetli kardeşlerim, “zaman hayatın ta kendisidir.”
Mümin için zamanın boşu, dolusu olmaz; her anını ibadet, iyiliği emredip kötülüğü engelleme, faydalı ilim, tefekkür gibi güzelliklerle değerlendirme gayreti içinde olmalıdır. Aksi takdirde insan, dünyaya meyletmeye başlayınca şu kötü döngüye girer:
- Gaflet artar, kalp katılaşır.
- Kalp katılaştıkça, ibadetlerden feyiz alamaz olur.
- İbadetlere ilgisizlik artar, dünya sevgisi kökleşir.
- Allah yolunda fedakârlık yapmak, emr bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker görevini yerine getirmek zor gelir.
- Neticede, Tevbe 38’deki hâl: “Allah yolunda koşmaya tembellik eden, dünya işleri bahane eden” kimseler durumuna düşebilir.
Zamanımızı “boş işler” ve “dünyevî uğraşlarla” tüketip, Allah yolunda cihadı, nasihati, zikri ve salih amelleri geri plana attığımızda, ahirette işimiz ne olur?
Oysa, her “boş an” bir kayıp fırsattır. Dünya meşguliyetlerini tamamen bırakmak mümkün olmasa da, “zamanın en azından üçte birini” değil, bilakis her ânını Allah’ın rızasına uygun değerlendirme yollarını aramalıyız. Alimler zamanını meşgale bakımından 3 eşit parçaya bölmeyi tavsiye etmektedirler… Bir kısmı dünya meşgalesi ve geçimi, bir kısmı dinlenme, bir kısmı da ahiret… Ancak ahiretlik kısmını da bunlara dahil edenleri de görüyoruz ki mallarını bile yiyemeden bu dünyadan göçüp bahsızca gitmektedirler…
Oysa “zaman Allah’ın zikriyle dolarsa, onun razı olduğu mücadele yolları ile geçerse”, Allah’ın rızası tecelli eder; kulun hem dünyası hem ahireti mamur olur. Pek çok âlim, “Vallahi, ben boş bıraktığım bir ânı bile hüsn-i hatime (güzel son) için bir risk gördüm” diyerek, her anın hesabını verip benliklerini sorguya çekmişlerdir.
Bu noktada, özellikle günümüz imkânlarından istifade ederek, sosyal medya ve diğer iletişim yolları üzerinden bile olsa sürekli iyilik, güzellik, hak ve hakikat paylaşımlarına devam etmek; var gücümüzle bâtıl söylemlere karşı hikmetle cevap vermek, dil ile cihad ‘ın ta kendisidir.
7. Selef-i Sâlihîn’den Örnekler ve İlim Ehlinin Nükteleri
- Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.), Tebük Seferi gibi zorlu zamanlarda bile “Resûlullah neredeyse ben de oradayım” diyerek geride kalmamaya gayret etmiş; dünya işleri kendisini meşgul ettiği anlarda dahi kalbini Allah’a yöneltmeye dikkat etmiştir. Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberlikte geri durmamıştır. Tebük Seferi gibi en zor zamanlarda bile, maddî veya dünyevî işleri bahane etmemiştir. Bu konuda bahanenin münafıkların ve Allah’ın geri bıraktığı kimselerin hakkı olduğunu bilmiştir. Neticede geri kalanlar da Rasûlullaha (s.a.v.) hakikati söylemişler bu konuda bahanelerinin olmadığını dile getirmişlerdir. O halde bahane sunmak bahanelerin arkasına sığınmak o dönemde de bu dönemde de kalbi nifak yüklü münafıkların ameli idi…
«إِذَا دَخَلَ حُبُّ الدُّنْيَا الْقَلْبَ، خَرَجَ مِنْهُ حَلَاوَةُ الْعِبَادَةِ شَيْئًا فَشَيْئًا حتى أثناء الصلاة، يفكر في الدُّنْيَا.»
- Sufyân es-Sevrî (rh.a.) der ki:“Dünya sevgisi kalbe yerleşince, ibadete dair lezzet yavaş yavaş gider. Bakarsın insan, namazda bile dünyayı düşünüyor.”
- «إِنَّ الْبُعْدَ عَنِ الذِّكْرِ مَوْتٌ لِلْقَلْبِ، فَإِذَا مَاتَ الْقَلْبُ لَا يَنْفَعُهُ وَعْظٌ وَلَا نَصِيحَةٌ»
- İbn Kayyim el-Cevziyye (rh.a.):“Zikirden uzaklaşmak, kalbin ölümü gibidir. Kalp öldüğünde, artık nasihatler yer etmez.”diyerek gafletin kalpteki etkisini vurgular.
Bu örnekler de, dil ile cihadı bırakmamanın ve Allah yolunda gayreti elden düşürmemenin ne kadar hayati olduğunu ortaya koyar.
8. Sonuç: Tövbe, Zikir ve Diri Bir Kalple Cihada Devam
- Dil ile cihad, yani hakkı söylemek, bâtıl ile mücadele etmek, iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma çabası —kendi imkânlarımız ölçüsünde ki yukarıda bahaneye mahal olmadığını da belirttim— hepimize farzdır. Bu kolay imkândan geri kalmak, ahirette büyük bir pişmanlığa sebep olur. Bunu ihmal etmek hele hele zulmün yaygın olduğu şu günlerde bizi vebal altında bırakır.
- Hayatımızın eksenini dünya değil, ahiret oluşturmalıdır. Dünya sevgisi kalpte yer ettiği oranda ahiretten uzaklaşır ve manevi ölümü ayaklarımız üzerindeyken tatmış oluruz.
- Dünyayı öncelik sırasında hayatının en gerisine koymayan kişi en tepesine koymuş ahirete yer bırakmamıştır. “En büyük dert” haline getiren kişi, ne dünyasında huzurbulabilir ne de ahirette kurtulur. Zaten takdir edilmiş rızkı aşamayacağına göre, hırsla peşinde koşmak her yönden israftır.
- Kalbin arınması ve gafletten korunması, tövbe, zikir, Kur’an tilaveti, ilim meclisleri ve salih ameller ile mümkündür.Tembellik, gaflet, Allah’ın zikrini ve O’nun yolunda gayreti bırakmak manen ölüm sebebi helak olmak demektir. Çünkü bu dünyaya tekrar dönüş yoktur. Kişiye ise ancak kazandığı vardır.
- Zamanımız değerli; ibadeti, zikri, cihadı, daveti “boş zaman” faaliyeti gibi görmek büyük bir gaflet olur. “Zaman, hayatın bizzat kendisidir.”
“Allah’ım! Bizi gafletten, dünya sevgisine kapılmaktan koru. Kalbimizi tevbe ve zikir ile temizle. Sana karşı gelmekten bizleri muhafaza et. Tembelliği, üşengeçliği üzerimizden al. Dilimizi ve bedenimizi her daim senin rızân için çalıştır. Senden razı olduğun bir kulluk, Rasulünle (s.a.v.) beraberliğe vesile olacak bir ömür niyaz istiyoruz. Bizi hakkı hak görüp yapışıp müdafaa eden batılı batıl görüp korunup sakınan kullarından eyle. Âmin.”
Rabbimiz, cümlemizi sözünü tutan, gafletten uzak, dil ve bedenle cihadını hakkıyla yerine getiren, dünyayı elinin tersiyle itip gönlünde büyütmeyen, salih kullarından eylesin. Allah Teâlâ, hepimizi dünyayı elinde tutan ama kalbine yerleştirmeyen salihlerden eylesin. Âmin.