Cuma, 1 Rebiülahir 1446

NAMAZ VE KILMAYANIN HÜKMÜ [İbn-i Kayyim el-Cevziye]

TAKDİM

Hamd Allah’adır (c.c.). O’na hamdeder, O’ndan yardım ister, O’ndan hidayet diler, O’ndan mağfiret ister ve O’ndan irşad taleb ederiz.

Nefislerimizin şerrinden amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız.

Allah’dan (c.c.) başka ilahın olmadığına Muhammed’in de (s.a.v.) O’nun kulu ve Rasulu olduğuna şehadet ederim.

“Ey İnsanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da zevcesini vareden, her ikisinden de birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah’dan ve akrabalık (bağını) kesmekten sakının.”[Şeyh M. Nasuriddin el-Elbani’nin “Hutbe-i Hace”sine bakınız. Mekteb-i İslamiyye matbaası.]

“Namaz ve Terkedenin Hükmü” adlı bu kitap; İmam, Hafız Muhammed b. Ebibekr diye bilinen “İbni Kayyim el-Cevziyye”nin eseridir. Allah (c.c.) toprağını pâk eylesin, mağfiret ve rıza bulutları ile sulasın.

Başında da açıklandığı üzere bu eser namazla ilgili İbni Kayyim’e (rh.a.) cevap vermesi için yöneltilmiş on meseleden oluşmaktadır.

Öyle ki İbni Kayyim (rh.a.) bu sorulara ne de güzel cevap vermiştir. Nitekim kendisi bu sorulara yüksek dikkat isteyen ilmi, kitap ve sünnetdeki nasslardan kokusunu alarak ve derin bir fehim ile cevap vermiştir. Fakihlerin sözleri ve delillerini de aynı şekilde, haddinden fazlasını ziyadeleştirmeye bırakmıştır.

İbni Kayyim bu meselelerden her bir soru için imamların görüşlerini ve mezheplerini de arzetmiş, bunlardan herbirisi için, ek bir açıklama mahiyetinde akli ve nakli delilleri de toplamayı öngörmüştür. Hatta okuyan kişi burada İbni Kayyim’in tercih ettiği, desteklediği ve bina kıldığı bir mu’temid görüşün olduğunu da vehmedebilir. Ancak başkasında delilden sonra, ona bir kaideyi getirmeden bir delili techiz edipte teskinleme yoluna girmez. Nitekim yerlerini dümdüz eder. Sen orada alçaklık da yükseklik de göremeyeceksin. İşte bu da imamlar ve ravilerden alınan sarfı nazar sonucu bunun hakk olduğu konusunda, O’nun görüpte tercih yapmasından sonraki kendisine ait metodudur.

İbni Kayyim Hakkında Kısa Bilgi:

İbni Kayyim (rh.a.) şüphesiz bu meydanın farisidir. Nasıl böyle olmasın ki! Onda hiç şüphesiz başka bir imamda bulunmayan özellikler vardır. Bu da, tıpkı hayat hikayesinde denildiği gibi: “(Kendisi) İmam, fakih, müfessir, usulcü, muhaddis, müctehid ve nahivcidir…” vs.

Alimler onun faziletli ve (ilimde) önder şahsiyetlerden olduğuna şahitlik etmektedirler. Nitekim İbni Receb “Zeylu Tabakati’l-Hanabile” adlı eserde: 2/447 şöyle demiştir: Zehebi (rh.a.) “muhtasar” adlı kitabında şöyle demiştir:

“Kendisi hadis, fenni ve bazı ricâli hakkında meşguliyeti olup, fıkıhla uğraşırdı. Yaptığı takrirlerde ise mucid bir kimse idi. Nahiv ilminde ise söz sahibiydi”. Devamla şöyle demiştir: “Kendisi (rh.a.) ibadete düşkün olup teheccüd kılan, son derece uzun namaz kılan, gecelere dek yoğunlaştıran ve zikirle meşgul olan birisiydi. Allah (c.c.) sevgisine, inabete, istiğfar etmeye, Allah’a (c.c.), iftikârda bulunmaya ve O’ndan dilenmeye âşık olan birisiydi. İbâdeti iyi yapmadığı vakitte bunu özüne atar (ihlâsı isterdi). Ben Onun (rh.a.) gibisini görmedim. Onun gibi ilmi geniş birisini de hiç görmedim. Kur’an-ı Kerim’i, Sünnet ve bundan türeyen imanın hakikatlarını da O’ndan daha iyi bileni de görmedim. Kendisi masum değildir. Lakin bu manada O’nun gibisini görmedim. Birçok kitabı olup, bu elimizdeki: “Namaz ve terkedenin Hükmü” adlı kitabı da bunlar arasından zikretmiştir.”

Hafız İbni Hacer “ed-Dürer el-Kamine”: 3/400 adlı eserde şöyle demiştir: “ibni Kayyim (rh.a.) içi sızlayan, ilmi geniş, selefin mezhebini ihtilaflarıyla bilen bir kişi idi. Kendisi İbni Teymiyye’nin (rh.a.) aşığı olup, O’nun sözlerinden dışarı çıkmamış bilakis bütün hayatı boyunca O’na destek çıkmış, kitaplarını da tehzib etmiştir.” Devamla şöyle demiştir: “sabah namazını kıldığı vakit (belirli) yerine oturur gündüz vakti yükselene kadar Allah’ı zikrederdi ve:

“Bu benim sabah yürüyüşüm (antremanım)’dır. şayet böyle oturup da bunu yapmayacak olsam kuvvetim azalır” derdi. Kendisi aynı zamanda şöylede derdi: “Sabır ve fakirlikle dinde imam olan yükselir.” Kendisi bir defasında ise: “Dinde süluk eden kişinin kendisine kolaylık sağlıyacağı ve terakki kılacağı bir himmet (melekesi), aynı zamanda yol gösterip, basiret verecek bir de ilmi olması lazım” demiştir.

İbni Kesir şöyle demiştir: “İbni Kayyim’in (rh.a.) güzel kıraâtı ve ahlakı bulunmaktaydı. Çokça huşusu olup hiçkimseye hased etmezdi. Kimseye de eziyet etmez, kimseyi ayıplamaz, kimseyle de dalga geçmezdi. Ben de O’nunla birlikte arkadaşlık edenlerden birisiydim. Onu da çok sevenlerdenim.”

İbni Kayyim’de bütün bu işlerin hepsinde belirli bir prensibe uyduğu söz konusudur. Nitekim kendisinin bunda yüce bir metodu vardır. Aynı zamanda O mücahid olan İbni Teymiyye’nin (rh.a.) talebesidir. Öyleki kendisi onunla beraber uzun bir müddet devamlıca kalmış, hapiste yanında bulunmuş, O’na terbiyeyi ahdetmede, nasihatlar biçmede önemli rol oynamıştır. Kendisine hep hak ve doğru olan şeyleri vermede tevcihatlı bulunmuştur. Öyleki kendisi de İbni Teymiyye’nin ilminin taşıyıcısı olmuş ve -Hafız İbni Hacer’den naklettiğimiz gibi- kitaplarını da tehzib etmiştir.

İbni Kayyim bizlere, hocası olan İbni Teymiyye’nin (rh.a.) kendisine yöneltmiş olduğu birçok konuyu anlatmış ve nakletmiştir. “Miftahu Daris-Seade” adlı eserinde: (148) şöyle demiştir: “şeyhu’l-İslam (rh.a.) bana şöyle demiştir: -ki ben ona her istekten sonra bir başka istek üzere virdde kıldım- “Kalbini boş şeylerle ve şüphelerle doldurmak satın aldığın bir sünger gibidir bu. Bu da ancak kendisini (sıkmak suretiyle) su verir. Ona çocukların eğlendirildikleri bir balon gibi kıl. şüpheler zahirleriyle geçer gider ve kalpte bulunmaz artık o zaman şekliyle görülür, yanlışından da korunulur. Aksi takdirde kalbinde bütün şüpheleri içerecek (bulunduracak) olursan sana geliverir. O zaman da şüpheleri takrir eden oluverirsin.

İbni Kayyim şöyle demiştir: “Ben bu vasiyyet gibi bana şüpheleri defedip bana fayda verecek başka bir vasiyyet görmedim.”[ Konu hakkında geniş bilgi için İbni Teymiyye’nin hayat hikayesine bakınız. (Şeyh Baytar)]

Aynı zamanda; “E’lâm el-İliyye” adlı Bezzâr’ın eserine “Reddu’l-Vâfir” adlı İbni Nâsıriddin’in eserine bakınız. Her iki eserde Zübeyr eş-şâviş hocanın tahkik ettiği eserlerdir. Hepsi de Mektebi İslamiyye Matbaasında tabedilmiştir.

Her ikisinin de hedefi; Allah’ın (c.c.) kitabı ve Nebi’nin sünnetine davet etmek, hayatın her safhasında bunlarla hükmolunmayı, fikir hürriyetine götürmek, kişiyi, Rasulullah’dan (s.a.v.) varid olan (hadislere vs.) ye muhalifliğe götüren taklidi yıkma yoluna davet etmektir.

şüphesiz İbni Kayyim (rh.a.) “İ’lâmu’l-Muvakki’in an Rabbil Alemin” adlı kitabında bu konu etrafında şükran borcu olunan bu gayret sarfetme yoluna ayak basmıştır. Bu konu ile ilgili olarak sahabenin, sonra tabiinin sonra da tabi et-tabiin’in ve daha sonra da imamların mahreçleri hakkında delillerini öne sürmüş, kendilerine arzedilen bu soruların konumlarını belirtmiştir. şöyle demiştir: “Sahabeye gelince: Onlar Nebi (s.a.v.)’in sünnetinden sorarlardı. Tıpkı İbni Abbas ve başkalarının yaptığı gibi. Öyle ki onlar müminlerin annelerine Peygamberin evde yaptığı işlerinden soru sormuşlardır.

Tabiine gelince; onlar da sahabeden sünneti soruyorlardı. Sonra da tabiine tabi olan geldi ve kendileri de tabiinin yaptıkları yolu izlemişlerdir. İmamlar da işte böylecedir. Onlar asla nassların önüne birşeyi geçirmezlerdi.

İmam şaâfi (rh.a.) şöyle demiştir: “Delilsiz olarak ilim taleb eden kimse Hâtabu’l-Leyle benzer. Odun parçalarını (toplayıp) bağlar ve kendisi de (doldurmuş olduğu) yılanın kendisini ısıracağını da bilmez. [Hatabu’l-leyl, gece vakti odun toplayan kişi demektir.]

İmam Şaâfi Ahmet b. Hanbel’e (rh.a.) şöyle demiştir:

“Ey Eba Abdillah! Sen hadisi benden daha iyi bilirsin. Dolayısıyla hadis sahih olunca bana haber ver ki ben de onu alayım. Şam’lı olsun Kufe’li olsun Basra’lı olsun.”

İmamı Şaâfi (Allah kendisine rahmet etsin ve  ondan razı olsun) şöyle demiştir: “Şüphesiz insanlar, eğer bir kişiye Rasulullah’ın (s.a.v.) sünneti gelmiş ise o kimsenin başkasının sözünü almaması gerektiği hususunda icma etmişlerdir.”

Başka yerde de şöyle demiştir: “Ben Rasulullah’dan (s.a.v.) bir hadis rivayet eder ancak onu almazsam anlayın ki benim aklım gitmiş demektir.”

İmamı Ebu Hanife, Kadı Ebu Yusuf olan arkadaşı (rh.a.) şöyle demişlerdir:

“Bizim nereden aldığımız bilinmediği halde bizim görüşümüzü bir kişinin söylemesi ona helal değildir.” Bu ve buna benzer sözleri detayı ile Selefin ve ümmetin sözlerinden bahis konusu etmiştir. Bunlarda en doğrusuna gitmeyi bunlarla da delillendirmektedirler.[ Müellifin “İbni Kayyim el-Cevziye” adlı hayat terecemesine bak. Şeyh Müslim el-⁄animi. Mektebi İslamiyye’de tabedilmiştir.]

“Namaz ve terkedenin hükmü” adlı bu kitap, çok mühim ve son derece konuların önemliliğinden ötürü yüksek bir nazar gerektiren, insanların bu konu hakkındaki ihtilafları ile birlikte hükümünü de ihtiva eden bir kitaptır. Konular ise “namazı kasten terkedenin hükmü gibi midir? Öldürülmesi vacib mi değil mi? şayet öldürülürse mürtedin ve kafirin öldürüldüğü gibi mi öldürülür ki yıkanmaz, kefenlenmez, cenazesi kılınmaz ve Müslümanların mezarlığına da gömülmez o zaman? Yoksa hüküm olarak Müslümana bir had gibi mi olur? Namazı terketmesi ile insanın amelleri dökülür mü dökülmez mi? Gece namazı gündüzleyin ve gündüz kılınan namaz gece vakti kabul edilir mi? Tek başına namaz kılan -cemaatle kılmaya muktedir olduğu halde- namazı sahih olur mu? şayet sahih de olsa kişiye günah var mıdır? Aynı zamanda mescitte olması gerekir mi ya da evde kılması caiz olur mu? Kim namaz kılar da rükusunu secdesini tam yapmassa bunun hükmü ne olur? Rasulullah’ın (s.a.v.) namazının miktarı ne kadardır? “Onlara namazı hafif olarak kıldır” buyruğu ile Rasulullah’ın (s.a.v.) tenbihât verdiği hafif tutmanın hakikâtı nedir? Şu hadis ki: “Sen fitneci misin ey Muaz?” dediği hadisteki namazın hafif tutulma hakikati. Nebi’nin (s.a.v.) tekbir alıp selam vermesine dek namazının tamamı (kısaca) -tıpkı soru soranın şahit olup göreceği gibi- nasıl sıralanmaktadır.

Bilinen şu ki; namaz İslamın beş rüknünden bir tanesidir. Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurduğu gibi. Namaz akideden sonra en evvel olan vacibat konulardandır. Eğer bu namaz kılınmış ise Müslümanın diğer tüm amelleri de sahih olmuş olur. şayet fasid olursa tüm amelleri de fasid olur. Bu da yüce Allah’ın şu ayetini doğrulamaktadır:

“Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namazı da kıl. Muhakkak ki namaz fahişlikten ve kötülükten korur.”   (Ankebut: 29/45)

Müslüman bir kişi namazı istenildiği gibi kılmazsa -ki huşulu olmak namazın ruhudur- o zaman bu fahiş ve kötülüklerden derisi ıslanmış olarak sabahlayacaktır. Öyle ki bununla da sadece Allah (c.c.)’dan gaflet anını kazanır.

İşte bu yüzden Müslümanın hayatında namazın çok büyük önemi bulunmaktadır. Bu da kişiyi bunu muhafaza etmeye, vaktinde kılmaya mescitte cemaatle beraber ilk vaktinde kılmaya sürüklemektedir.

Faydası bulunması hasebiyle ben bu kitabın ilk bölümünde Nebi’den (s.a.v.) abdest hakkında gelenler ile ilgili bir fasılayı da ekledim.

Müellifin “Zadu’l-Meâd” adlı eserinden bunu da ek yapmanın nedeni okuyucunun abdesti ve namazı bilmeye iktina olan için bir kolaylık olanda zikrettim ki başka bir kitaba ihtiyacı olmasın.

Öncelikle kitaptaki hadisleri tahric etmekle başladım. Güvenilir sünnet (hadis) kitaplarının da kaynaklarına doğru yöneldim içinden sahih olan ve zayıf olanları ayırarak aynı zamanda değerli hocaların kitaplarından çoğu ile istifâde ederek bunların hepsine işarette bulundum: şeyh Allâme Nasıruddin el-Bani, Üstad şuayb el-Arnaud ve Üstad şeyh Abdulkadir el-Arnaud (rh.a.) gibi.

İşte böylece; geçmiş tablarda vâki olan tahrif ve tashifattaki yazıların vs. çoğunu düzelttim. Bu da matbu olan bir nüshanın yakını ile bazen bir bölümü ile ya da ibaredeki bir yanlışlık veyahut bir eksiklikten dolayı apaçık olarak beyan edilmiştir. Eski tabda, bu kitabın tabına, benden sebk olan ve hafızamdan giden şeyleri idrak etmek için, bu kitabın mahtut (hatlanmış) olmasının meydana gelmesini arzuluyorum. mevzuatlar içinde bunlara (özel) ünvanlar izafe ettim. Bunları da iki köşeli (  ) parantez olarak uyguladım.

Sonuç olarak faziletli kardeş Muhammed Züheyr eş-Şâviş Hocaya -kendisi İslami mektebenin sahibidir- şükran borcu olduğumu söylemeyi gerekli görüyorum. Bu ve başka faydalı kitapları basıma sunduğu için -Allah’dan sonra- faziletli olan bu kardeşimize yüce Allah’ın (c.c.) çokça faydalı kitaplar basmasına ve çıkarmasına yardımcı olmasını, Müslümanlara da hayırın bütün hayırını karşılık vermesini diliyoruz.

Sonuç olarak;

Yüce Allahu Teâladan rızası için amel ettiğimiz bu amelleri halis kılmasını, büyük gün için bize ecirler sağlamasını -ki o Alemlerin Rabbi olan Allah için insanlar o gün ayağa kalkıp kıyam dururlar- dilerim. Son davetimiz ise; “Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.)’dır.” demektir.

Beyrut 19 Receb 1399

 

ABDEST HAKKINDA NEBİ (S.A.V.)’DEN GELENLER İLE İLGİLİ FASILA

Rasulullah (s.a.v.) hayatının büyük bir kısmında her namaz için ayrı ayrı abdest alırdı. Bazende bir abdestle namazların hepsini kılardı. Abdesti bir müd ile bazen alırdı ve bazen de üçte birlik bölümü -ki bu da dört kadar Dımeşk evakı ile iki ve üç vak’a kadar olan bölümdür- ile alırdı. Kendisi (s.a.v.) insanlar arasında en güzel olarak suyu döken birisiydi. Ümmetini bunda israf yapmaktan da uyarır, engellerdi.
Nitekim ümmetinden temizlik hakkında haddi aşanların çıkacağını haber vermiş ve: “Muhakkak ki abdestte kendisine ‘Elvehan’ denilen bir şeytan bulunur. Suyun vesvesesinden kaçının”5. Birgün Nebi (s.a.v.) Sa’d’ın yanından geçiyordu ve kendisi de abdest alıyordu. Ona:

“Suda israf etme!” diye buyurdu. Sa’d:

“Suda israf olur mu?” diye sorunca Nebi:

“Evet, Akan bir nehirde de bulunsan (israf etme, haramdır)dedi.[ Tirmizi: 57. Taharet bölümünde abdestte abdest suyu ile israf etmenin mekruhluğu hakkında bab. Hadisin isnadı da zayıftır.]

Nebi’den (s.a.v.) gelen sahih bir hadiste:

“Kendisi teker teker, ikişer ikişer ve üçer üçer abdest alırdı.” Bazı organlarında ikişer bazılarında da üçer olarak alırdı. Mazmaza yapardı, bazen bir avuç suyla istinşak ederdi bazen de iki avuç su ile ve bazen de üç avuç suyla yapardı.
“Sahihaynda Abdullah b. Zeyd’in (r.a.) hadisinde geçtiği gibi:
“Rasulullah (s.a.v.) şüphesiz bir avuç ile mazmaza ve istinşak yapardı. Bunu da üç defa tekrarlardı.”

İşte mazmaza ve istinşak hakkında rivayet edilen en sahih hadistir. Mazmaza ile istinşak arasında fasılanın olduğu konusu ile ilgili sahih bir hadis elbette gelmemiştir. Lakin Talha b. Musarrıf o da babası o da dedesinden gelen bir hadiste. “Ben Nebi’nin (s.a.v.) mazmaza ile istinşak arasında fasıla yaptığını gördüm” dediği hadis bulunmaktadır. Ancak bu hadiste sadece Talha’dan o da babası o da dedesinden gelen rivayetleri bulunmaktadır. Dedesi ile hadis sohbeti olduğu (hadis görüşmesi alışı olduğu) bilinmemektedir.

Nebi (s.a.v.) sağ eli ile istinşak yapar(burna su çeker) sol eli ile de sümkürürdü.

Başının tamamını mesheder, bazen de eliyle kabul görüp sürterdi. Buna göre “Başını iki defa meshetmiştir” hadisini söyleyenlere haml olunur bu. Ancak sahih olan meshi tekrar etmediğidir. Bilakis tekrar edeceği vakit azaları yıkardı başı da bir defa meshederdi. İşte bu O’ndan (s.a.v.) apaçık olarak gelmiştir. Bunun tersi O’ndan (s.a.v.) elbetteki sahih değildir.

Sahabinin sözü gibi “Üçer üçer abdest aldı” ve “Başını iki defa meshetti” kavlinde olduğu gibi.

Açık olup ta sahih olmayana gelince; İbni Beylemâni o da babasından o da Ömer’den (r.a.) gelen hadiste olduğu gibi Nebi (s.a.v.) “Kim abdest alır ve avucunu üç defa yıkayacak olursa” dedikten sonra: “Başını üç defa mesheder” diye buyurmuştur. İşte bununla delil getirilemez. İbni Beylemâni ve babası zayıf görülmüştür. Her ne kadar babası iyi halli birisi de olsa.

Osman’ın Ebu Davud tarafından rivayet edilen hadisi de işte böylecedir: “Nebi (s.a.v.) başını üç defa meshetmiştir.” Ebu Davud şöyle demiştir: “Osman’ın hadislerinin hepsi sahihde olup bunların hepsi başın bir defa meshedileceğine delalet etmektedir.

Nebi (s.a.v.)’den şüphesiz başının bir bölümünü meshetmekle kasrettiğine dair bir tane hadis bile sahih değildir.(Yani tamamını meshetmiştir) Ancak kendileri (s.a.v.) başın nasiye miktarını meshedecekleri vakit, sarığın üzerinden meshin hepsini tamamlardı.

Ebu Davud’un rivayet ettiği Enes hadisine gelecek olursak, şöyledir: “Ben, Rasulullah’ı (s.a.v.) abdest alırken gördüm. Üzerinde katri bir sarık bulunuyordu. Elini sarığın altına soktu ve başının ön kısımlarını meshetti. Sarığı da çözmedi.” İşte bu Enes’in kendisinin kastettiği şu ibaredir: “Nebi’nin (s.a.v.) bütün saçlarını mesh kaplayıncaya dek sarığını çıkarmamıştır. Nitekim sarık başın tamamının meshedilmesini engellemez. Bunu Muğure b. şube ve başkaları sâbit de kılmışlardır. Enes’in susması ise bunun nefyolduğuna delalet etmez.

Nebi (s.a.v.) mazmaza ve istinşak yapmadan abdest aldığı yoktur. Bir defa da olsun bunları ihlal ettiği sabit değildir. Kendisi bazen başına ve bazen de sarığına bazen de nasiye miktarı ile sarığına meshederdi. Sadece nasiye miktarı diye buna kasredip meshettiği O’ndan sabit olmamıştır.

Ayaklarında mesh ya da çorap olmadığı müddetçe ayaklarını yıkardı. Ayaklarında çorap ya da mesh olduğu vakitte bunlara meshederdi.

Kulağını da başı ile beraber mesheder, iki kulağın hem dışlarını ve hem de içlerini mesehederdi. Bunlar için yeniden bir su alıp mesehettiği sabit olmamıştır. İşte bu ancak ibni Ömer’den sahih olarak gelmiştir. Boynunu meshettiği ile ilgili hadis ise O’ndan sahih olarak gelmemiştir şüphesiz.

Nebi’nin (s.a.v.) abdest alırken besmele hariç bir şeyler söylediği O’ndan mahfuz değildir. Peygambere dayandırılan abdestin zikir ve duaları ile ilgili hadisler yalan ve uydurulmuştur. Nitekim Nebi (s.a.v.), bunlardan birisini bile söylememiştir. Ümmetine bunları öğretmemiştir de. Başında besmele çekmesi hariç, (bu konuda) Peygamber’den (s.a.v.) birşey sabit olmamıştır.

Nebi’nin (s.a.v.) söylemiş olduğu:

“Eşhedü enla ilahe illallahu vahdehula şerikeleh ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasuluhu. Allahüm mec’alni minet-tevvabine vecealni minel mutetahhirin” kavli ise abdestin sonunda okunmaktadır.” [Manası: Allah’dan (c.c.) başka ilah olmadığına, tek olup şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasulu olduğuna şahitlik ederim. Ya Rabbi! Beni çokça tevbe edenlerden ve çokça temizlenenlerden kıl.” (Mütercim)]

Başka bir hadiste: “Nesei’nin Sünen’in de geçen abdestten sonra okunan bir dua da şudur:

“Subhaneke allahumme vebihamdik eşhedü enla ilahe illa ente. Esteğfuruke ve etubu ileyke.”[Manası: “Seni tenzih ederim. Ya Rabbi! Seni hamdederim. Senden başka ilahın olmadığına şehadet ederim. Senden bağışlanma diliyor ve sana tevbe ediyorum.” (Mütercim)]

Abdestin başında: “Abdestsizliği kaldırmaya ve namaza hazırlanmaya niyet ettim” demezdi. Bunu elbette sahabelerinden hiç kimse de söylememiştir. Bu konu hakkında O’ndan (s.a.v.) bir harf bile rivayet etmemişlerdir. Ne de sahih ve zayıf bir isnad.

Nebi’den (s.a.v.) azaları üçten fazla yıkadığına dair bir rivayet yoktur. Aynı şekilde dirsekleri ve topuklarını aştığı ve o halde yıkadığı da yoktur. Ancak Ebu Hureyre (r.a.) bunu yapıyordu. Nebi’den (s.a.v.) gelen “parlaklığın artması” ile ilgili hadisi te’vil etmektedir.

Nebi (s.a.v.) abdestden sonra azalarını kurulamayı adet edinmemiştir. Bunun hakkında sahih bir hadis elbetteki yoktur. Bilakis tersi (kurulamadığına dair) hadis vardır.

Aişe’nin (rh.a.) hadisine gelecek olursak: “Nebi (s.a.v.)’nin abdestden sonra kendisiyle kurulandığı bir hırkası (bezi) vardı.” Muaz b. Cebel (r.a.): “Ben Rasulullah’ı (s.a.v.) abdest aldığı zaman elbisenin etrafıyla yüzünü sildiğini gördüm” demiştir. Lakin bu iki hadis de zayıf olup bunlarla delil getirilemez.

İlk hadiste, Süleyman b. Erkam bulunmaktadır. Kendisi metruk birisidir. İkincisinde ise; Abdurrahman b. Ziyad b. En’am el-Efriki vardır. O da zayıf bir ravidir. Tirmizi “Bu konuda Nebi’den (s.a.v.) sahih bir rivayet yoktur” demiştir.

Bazen de sakalların hilallerdi. Bunu da gerekli kılmazdı. şüphesiz hadis imamları (muhaddisler) bu konuda ihtilafa girmişlerdir: Tirmizi ve başkaları Nebi (s.a.v.) sakalını hilallediğini sahihlerken, Ahmet ve Ebu Zur’a ise sakalın hilallenmesi ile ilgili hadisin sabit olmadığını belirtmişlerdir. Parmak aralarının hilallenmesi de bu şekilde olup bunlar hakkında mahfuz bir şeyler yoktur.

Sünen’de, Müstevrid b. Şeddad’dan gelen bir rivayette şöyle demiştir: “Abdest aldığı zaman Nebi’yi (s.a.v.) gördüm. Ayak parmaklarını küçük el parmağı ile ufalıyordu.” Bu hadis eğer sabit ise de bunu bazen yaptığı muhakkaktır. İşte onlar, abdestinin zabtedilmesi ile ilgili Osman’ın, Ali’nin, Abdullah b. Zeyd’in, Rubeyyi binti Muavviz’in ve başkalarının itina ettikleri rivayetleri gibi rivayet etmemişlerdir. Nitekim isnadında da Abdullah b. Lehyea bulunmaktadır.

Yüzüğünü hareket ettirmesine gelince; bu konu hakkında Ma’mer b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Rafi o da babası o da dedesinden gelen bir zayıf hadis mevcuttur: Nebi (s.a.v.) abdest alınca yüzüğünü hareket ettirirdi.” Ancak Mamer ve babası zayıftırlar. Bunu da Darekutni zikretmiştir.

Zadu’l-Mead” den…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.