Pazar, 4 Cemaziyelevvel 1447

YOL GÖSTERENLER ve YOLDAN SAPTIRANLAR

MUKADDİME

Şüphesiz ki hamd Allah’a mahsustur. Allah’a hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse, onu saptıracak yoktur; kimi de saptırırsa, onu hidayete erdirecek yoktur. Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilen hiçbir ilah olmadığına şehadet ederim. Allah tektir, ortağı yoktur! Yine şehadet ederim ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın kulu ve Resul’üdür.

“Ey iman edenler! Allah’a karşı, O’nun şanına yaraşır biçimde saygı ve bağlılık gösterin ve ancak Müslüman olarak can verin!” (Âl-i İmran, 3/102)

“Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan eşini var eden ve bu ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Öyleyse, adına dileklerde bulunduğunuz Allah’a karşı korunun ve akrabalık bağlarını koparmamaya büyük özen gösterin! Zira hiç unutmayın ki üstünüzde, sizi sürekli gözetleyen bir Allah var!” (Nisa, 4/1)

“Ey iman edenler! Allah’tan sakının; doğru söz söyleyin! Ki, böylece işlerinizi yoluna koysun ve günahlarınızı bağışlasın. Her kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse, en büyük başarıyı elde etmiş olur!” (Ahzab, 33/70-71)

Bundan sonra; Kuşkusuz ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Muhammed (s.a.v.)’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise sonradan uydurulan şeylerdir! Dine sonradan sokulan her şey bidattir! Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir! (Tirmizi, Hutbetül Hâce Müslim 867, Nesei 3/188)

Allah’a kulluk etmesi için yaratılan insanın sapmaması ve aldatılmaması için hakkı bilmesi gerektiği gibi, bu yolda kendisine rehberlik edecek dostlarını ve saptırmaya çalışan düşmanlarını da tanıması gerekir. Zira dostunu ve düşmanını bilmeyen, aldatılmaya mahkûmdur. İşte bu sebeple insan, yol gösteren hakkın taraftarları ile yoldan saptıran bâtılın taraftarlarının vasıflarını, karakterlerini ve kabiliyetlerini bilmelidir.

Hak ve bâtılın taraftarları; melekler, cinler ve insanlardır. Allah Teâlâ; melekleri nurdan, cinleri ateşten, insanı ise topraktan yaratmıştır. Yaratılışları farklı olan bu varlıkların özellikleri de farklıdır. Ancak ortak yanları, Allah’a kulluk etmeleri için yaratılmış olmalarıdır.

Melekler, gözümüzle göremediğimiz nurani varlıklardır. İnsanoğlunun yaratıldığı günden itibaren, onu bir an yalnız bırakmadan doğruyu bulması için yardımcı olmuşlardır. Cinler ise ruhani varlıklardır. Onlar da insanlar gibi Allah’a kulluk için yaratılmışlardır. Cinlerin bir kısmı iman edip Müslüman olmuştur onlar bizim kardeşlerimizdir. Kâfir cinler ise şeytanlardır; onların elebaşı da İblis’tir. Kâfir cinler, insanoğluna kötülüğü telkin ederek onun helak olmasını isterler.

İblis, insana karşı duyduğu kibir ve kıskançlık sebebiyle Âdemoğullarına amansız bir savaş ilan etmiştir. Bu mücadele, insanlar ile cinlerin mücadelesi değil; hak ile bâtılın mücadelesidir. Zira cinlerde de tıpkı insanlarda olduğu gibi mümin ve kâfir, takvalı ve münafık, âlim ve cahil, mazlum ve zalim vardır.

Bu eser; melekler, cinler ve insanlardan oluşan hakkın taraftarları ile bâtılın taraftarları arasındaki mücadeleyi anlatmaktadır. Cinlerin ve insanların oyun ve hilelerini beyan ederek müminlerin ferasetli ve uyanık olmasını sağlamak, ayrıca bâtılı yok ederek hakkı ikame etmenin yol ve metodunu göstermek için kaleme alınmıştır.

Dolayısıyla bu eser, ister cin olsun ister insan…

“Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranların hikâyesidir!

Yol Gösterenler:

O Yol Gösterenler, Peygamber’in bıraktığı mirası taşıyan, onu muhafaza eden ve ümmete ulaştıran muvahhit ve muttaki âlimlerdir. Bu nedenle, onların kalemlerinden dökülen mürekkep, şehitlerin kanından daha değerli kabul edilmiştir. Çünkü bu ilim ehli, peygamberlerin başlattığı kutlu davetin mirasçıları olup, ümmeti Kur’an ve sünnet ışığında hidayete yönlendiren önder şahsiyetlerdir. Ümmet, bu yol göstericileri kendisine rehber edindiğinde izzete, şerefe ve kurtuluşa ulaşabilir.

Bu seçkin önderler, ilimleriyle amel eden, peygamber ahlakıyla ahlaklanan, insanları Allah’a davet eden muvahhit ve muttaki şahsiyetlerdir. Kur’an ve Sünnette bağlılıkları sebebiyle Allah Teâlâ ve Resûlü (s.a.s.) onları övmüş; isabet ettikleri görüşlerinde onlara tabi olunmasını emretmiştir.

Ne var ki, beşerî sistemler ve karanlık odaklar o Yol Gösterenleri sevmezler, rahatsızlık duyarlar. Onları kürsülerden, ekranlardan ve resmi ortamlardan uzaklaştırmaya çalışırlar. Bu öncü şahsiyetleri baskı, sürgün ve zindanlarla sindirmeye çalışırlar. Bu nedenle onları daha çok kuytu köşelerde davet çalışmaları yaparken, küfre karşı cihad meydanlarında mücadele ederken yahut zindanlarda sabırla direnmeye devam ederken görmek mümkündür.

Bununla birlikte unutulmamalıdır ki onlar da birer beşerdir. Hata ve günahtan tamamen uzak olmaları mümkün değildir. Zira mutlak masumiyet yalnızca Allah Teâlâ’ya aittir; ismet sıfatı ise yalnızca peygamberlere mahsustur. Dolayısıyla âlimlerin doğru sözlerine uyulmalı, hataları ise reddedilmelidir. Hatadan dönmek ise erdemli insanların ahlâkıdır.

Yoldan Saptıranlar

O Yoldan Saptıranlar öyle şerli kimselerdir ki, sahip oldukları ilim onları kurtuluşa değil, helake sürükler. Çünkü onların amacı dine uymak değil, dini kendi menfaatlerine uydurmaktır. Bu yüzden onlar belam sıfatlı, bukalemun tabiatlı kimseler hâline gelirler. Onlar için Kitap ne diyor, Allah Resûlü (s.a.v.) ne buyurmuş hiç önemli değildir. Tek gayeleri bir yerlere yaranmak; servet, güç, makam ve şöhret gibi dünyevî çıkarlar elde etmektir. Bu uğurda her türlü tahrifata başvurmaktan çekinmezler.

O Yoldan Saptıranlar, şeytanların bile cesaret edemediği bir fitneye girişerek hakkı batıl, batılı da hak gibi göstermeye kalkışırlar. Onlar, yalnızca dini tahrif etmekle kalmaz; aynı zamanda insanları hakikatten uzaklaştırarak zillete sürüklerler. Allah Teâlâ, ilmi olup da hevasına uyan ve hidayeti terk eden kimseleri Kur’an’da köpeğe benzetmiş; böylece onların alçaltıcı akıbetini gözler önüne sermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise ümmetini, din önderi görünümlü saptırıcılardan ve dünyevî çıkar peşinde koşan siyasi liderlerden sakındırmıştır.

O Yoldan Saptıranlar, bazen batıl din ve felsefelerden aldıkları unsurları İslâm’a mal ederek toplumu yanıltırlar. Bazen İslâm’ın asli hükümlerini tahrif ederler veya onları görmezden gelerek insanların gündemini tali meselelerle meşgul ederler. Böylece ümmetin dikkatini hakikatten uzaklaştırır, vacip olanı terk ettirir, yerine yersiz ve zamansız tartışmalar ikame ederler.

Beşerî sistemler ve karanlık odaklar nedense O Yoldan Saptıranları çok severler. Neden sevilmesin ki? O saptırıcıların istenilen her renge girme gibi bir özellikleri var. Ak koyunla aklanırlar, kara koyunla karalara bürünürler. Bu sebeple onlar el üstünde tutulur, hürmet görürler; imkânlar önlerine serilir. Kürsüler, ekranlar, salonlar onlara tahsis edilir. Çünkü onların tek görevi vardır: konuşmak! Konuşacaklar ki millet uyusun, batıl güçlensin, hakikatler ise zindanlarda çürüsün.

Yoldan Saptıranların Ardından Gidenler

O Yoldan Saptıranların peşine düşenler, onların batıl, hurafe ve şirke varan söylem ve eylemlerini ne görürler ve ne de anlarlar. Çünkü bu insanlar kitap nedir, sünnet nedir bilinmez. Adeta okumamaya, öğrenmemeye ve anlamamaya yemin etmiş gibidirler. Bildikleri şey ise kulaktan dolma efsaneler, hurafeler, zan ve hak ile batılın karışımı şeylerdir. Bu cahilleri yönlendiren O Yoldan Saptıranların çoğu ise hakikati bildikleri hâlde, basit çıkarlar uğruna hakkı gizler ve batılı hak diye sunarlar. Böylece hem kendilerini hem de onlara tabi olanları helake sürüklerler.

Allah-u Teâlâ Onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“İçlerinden bir de ümmiler var ki, kitabı bilmezler, tüm bildikleri, kulaktan dolma hurafe ve kuruntulardan ibaret olup, sadece zanna dayanır.” (Bakara: 2/78)

Okumayan, öğrenmeyen ve düşünmeyen bu cahillerin aldatılarak saptırıldığını ve akıbetlerinin cehennem olduğunu ise şu ayetler haber vermektedir:

“Yüzlerinin ateşte evirilip çevrileceği gün, derler ki: “Ey vahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resul’e itaat etseydik!” Diyecekler.” (Ahzab: 33/66)

Ey Rabbimiz!” diyecekler, “Biz, siyasi önderlerimize ve din büyüğü saydığımız efendilerimize körü körüne itaat ettik, onlarda bizi yoldan saptırdılar.” (Ahzab: 33/67)

“Ya Rab! Bunlara iki kat azap ver ve üzerlerine lânetler yağdır!” (Ahzab: 33/68)

Bu ayetlerden şu hakikat anlaşılmaktadır: İnsanları saptıran dinî veya siyasî önderler, hem suçlu hem de cehennemliktir. Onların peşinden gidenler de aynı şekilde mesuldür ve akıbetleri cehennem olacaktır. Bu sebeple “Yol Gösteren” olarak hakkın taraftarlarını tanımak, onlarla birlikte hakkı ikame etmek; “Yoldan Saptıran” olarak batılın taraftarlarını tanımak ve onlara karşı mücadele etmek büyük bir zorunluluktur. İşte bu eser, bu farkındalığı sağlamak için okunmalı ve anlaşılmalıdır.

Allah’tan niyazımız odur ki bu amelimizi ihlâs ile yapılmış, rızasına uygun ve kullarına faydalı kılsın. Şüphe yok ki Allah Teâlâ pek cömert ve pek lütufkârdır.

Allah’tan yardım ve başarı diliyoruz.

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar 

 

https://sosyal.teknofest.app/@musennifvelioglu/115400664133971046

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.