VELİ (Allah Dostu) KİME DENİR?

Dostluk birbirini seven tarafların içten gelen duygularla kurdukları sevgi ve dayanışma bağdır. Allah ile inanalar arasındaki bu sevgi bağını “…Hem Allah onları sever, Hem de onlar Allah’ı severler…” ayeti bize ifade etmektedir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

İyi bilin ki, Hesap Gününde Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar, o gün asla üzülmeyecekler! (Yunus Suresi: 62) Peki, kimdir Allah’ın dostları?

Onlar, Allah’ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, yani dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselerdir. (Yunus Suresi: 63)

Yani Onlar, Allah’ın ayetlerine yürekten iman eden ve bu imanın gereğini yerine getiren, dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan mümin kimselerdir. İman ve itaatte üstün gayret gösterenlerin dostluğu güçlü ve sağlam, az itaat ve fedakârlık edenlerin dostluğu ise zayıf olur.

Allah, Müminlerin koruyucusu, yardımcısı, dostu yani velisidir. Allah o Müminleri Küfrün karanlığından tevhidin aydınlığına çıkararak büyük bir ihsanda bulunmuştur. O kâfirlerin velisi ise; Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran cin ve insan şeytanlardır. Bunun kurumsal yapılanmasına “tağuti” düzenlerde diyebiliriz. Bu şeytani tağuti düzenler cinleri ve insanları saptırarak cehenneme sokarlar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah, inananların velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır! (Bakara Suresi: 257)

Elbette Müminlerin yardımcısı, koruyucusu yani gerçek velisi  “Allah’tır, O’nun Elçisidir ve boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir!”

Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Elçisidir ve boyun eğerek namazlarını kılan, zekâtlarını veren müminlerdir! Her kim Allah’ı, Elçisini ve müminleri kendisine dost edinirse, üstün gelecek olanlar, kesinlikle Allah’ın tarafında yer alanlardır! (Mâide Suresi: 55-56)

Bu ayeti kerimelerde Allah Teâlâ tüm Müslümanların velisi olduğunu vurguluyor. Allah’ın dostluğunu kazanmak dosdoğru bir iman ve Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uymakla olur. Müslüman olmanın şartları neyse, Allah’a dost olmanın şartları da aynı şeylerdir.

Allah dostluğu ne sadece bir zümreye tahsis edilmiş bir makam, ne de kimsenin tekelinde olan bir silsile değildir. Bütün Müslümanlar Allah’ın dostudur. Kullara düşen zahire göre hüküm verip kalpleri ve akıbeti Allah’a havale etmektir. Hiçbir kimse Allah’ın azabından emin değildir ve son nefesini nasıl vereceği de bilinmez. İman ve itaatte üstün gayret gösteren takva sahibi müminlerin vasıfları ise şöyle anlatılıyor:

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Onlar, Gayba inanırlar, namazı kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, harcarlar.

Yine onlar, hem sana gönderilene, hem de senden önce gönderilenlere inanırlar. Ahiretin varlığına da tüm kalpleriyle iman ederler.

İşte, Rablerinin gösterdiği dosdoğru yolda yürüyenler onlardır, kurtuluşa erecek olanlar da, yine onlardır. (Bakara Suresi: 3–5)

Yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz, erdemlilik değildir. Asıl iyi kişi odur ki; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve Peygamberlere inanır. Sevgi duymasına karşın, malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve köleler uğrunda harcar.

Namazını dosdoğru kılar, zekâtını verir. Bir de, söz verdiği zaman sözünde duranlar; hele o sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler var ya… İşte doğru sözlü olanlar onlardır korunanlar da yine onlardır. (Bakara Suresi: 177)

Ebu Hureyre radıyallahu ’den rivayet edilen kudsi bir hadiste.

Allah’ın Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, muhakkak ki o bana karşı savaş açmıştır -veya ona harp ilan ederim- Kulum, bana en sevgili gelen, üzerine farz kıldığım şeylerle bana yaklaşır. Ve nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam eder. Tâ ki ben de onu severim. Onu sevdiğimde, onun duyan kulağı, gören gözleri, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istediğinde muhakkak ona veririm. Benden sığınma istediğinde onu korumam altına alırım. Mümin kulumun nefsini kabzetmede (ruhunu almada) tereddüt ettiğim gibi, yaptığım hiçbir şeyde tereddüt etmedim. O ölümü kerih görür (hoşlanmaz) ben de onun sevmediklerini sevmem. Ama ölümden kaçış yoktur.” (Buhari)

Yine Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın dostları, her nerede ve ne halde olurlarsa olsunlar, Allah’tan hakkıyla korkan kimselerdir.”( Ahmed Bin Hanbel, Buhari)

Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi bu hadislerde de Allah dost edindiği kişilerin vasıflarını zikrettikten sonra onların Mümin kulları olduğunu bildirerek Mümin kulunun ruhunu almadaki tereddüdünü zikrediyor. Dolayısıyla bu hadislerden yine Allah’ın mümin kullarını dost edindiği ortaya çıkıyor.

Allah iman edenlerin dostudur. Onlardan bir kısmı hesapsız cennete girecek olan en üst derecedeki takva sahibi müminlerdir. Allah iman edenlerin dostudur. Onlardan bir kısmı da cehennemlik oldukları halde kalplerindeki zerre kadar iman sebebiyle ebedi cehennemde kalmaktan kurtarılan en alt derecedeki müminlerdir. Allah bu iki derece arasındaki bütün müminlerin dostudur. Cehenneme girmek veya cehennemde ebedi kalmak korkuların en büyüğüdür. Allah iman edenleri ebedi cehennemde kalmaktan kurtarmıştır.

İşte bu sebepten dolayı Allah tüm Müslümanların dostudur. Allah iman edenlerin koruyucusu, yardımcısı, rehberi, dostu yani velisidir. Allah iman edenlere gerçekten rahmet etmiştir. Onları şirk, küfür, cehalet bataklığından kurtarmıştır. Allah iman edenlere gerçekten rahmet etmiştir. Onları ilim, iman, hidayet ve sonunda cennetle mükâfatlandırmıştır. Allah iman edenlere gerçekten rahmet etmiştir. Onları hesapsız cennete sokmakla veya Cehennemde ebedi kalmaktan kurtarmakla… Allah iman edenlerin gerçekten velisidir ve dostudur.

Müslüman olup da iman dairesine giren bütün insanlar Allah’ın velisidir. Müslüman olmanın şartı neyse Allah dostu olmanın şartı aynı şeydir. Kim İslam’ı yaşamada kaliteyi yükselterek Allah’tan korkup sakınıp İslam‘ın emir ve yasaklarına sıkı bir bağlılık gösterirse Allah a yakınlığı, dostluğu o derece artacaktır. Kim İslam’ı yaşamada kaliteyi düşürürse Allah’a yakınlığı, dostluğu da o derece azalacaktır. Kim imanı kaybedip küfre düşerse işte o kişi Allah ile olan dostluğunu kaybetmiş düşmanlık başlamış demektir. Kulun Allah’a olan yakınlığını, uzaklığını ve akıbetini ise ancak Allah bilir.

Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu:

“… Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a kasem ederim ki, içinizde öyle adam bulunur ki, cennet ehlinin ameli ile amel eder ve kendisi ile cennet arasında bir zira’dan (Yaklaşık 50 cm) ziyade mesafe kalmaz. Derken (hükm-i) kitap (yani o yazının hükmü) ona galebe eder, cehennem ehlinin ameli ile amel eder de cehenneme girer. Keza içinizde öyle adam bulunur ki, cehennem ehlinin ameli ile amel eder, kendisi ile cehennem arasında bir zira’dan ziyade mesafe kalmaz. Derken (hükm-i) kitap ona galebe eder, cennet ehlinin ameli ile amel eder ve cennete girer.” (Buhari-Müslim)

Enes radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Uhud gününde bizden birisi şehid düşmüştü. Onu bulduğumuzda açlıktan karnına bir taş bağlamış olduğunu gördük. Annesi, onun yüzündeki toprağı silerek “Ey oğlum! Cennet sana kutlu ve mübarek olsun!” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Onun cennete gireceğini nereden biliyorsun? Kim bilir belki de o kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşur, kendisine zarar vermeyeceğini bildiği halde kimseye yardımda bulunmazdı.” (Heysemi 10/303, Hayatüs sahabe, 184)

Bu hadislerden şunu anlıyoruz: Hangi hal üzere olunursa olunsun hiç kimsenin akıbetinin ne olacağı bilinemez. Kim ahireti garanti ettiği veya kurtulduğunu iddia ederse şeytanın oyuncağı olmuş demektir. Allah’ın dostu olduğuna inanılan, kutsanan ve medet umulan insanlar hakkında Allah katından hiçbir delil yoktur. Allah dostluğu bütün Müslümanlara verilen bir sıfattır. Kim Müslümanlığını korur ve bu hal üzere ölürse Allah ile dostluğunu korumuş demektir.

Allah’ın dostları, Allah’tan hakkıyla korkan müminler olduğuna göre, insanlar imanda ve takvada birbirlerine karşı üstünlük gösterirler. Her kimin imanı ve takvası kâmil olursa, onun Allah dostluğu da kâmil olur. Bu birbirlerine karşı olan üstünlük, iman ve takva üstünlüğüdür. Yine Allah düşmanlarının durumu da birbirlerine eşit değildir. Onlar da küfür ve nifaklarına göre aşağı doğru sıralanırlar.

Kâfirlere Gelince!

Allah, Müminlerin koruyucusu, yardımcısı, dostu yani velisidir. Allah o Müminleri Küfrün karanlığından tevhidin aydınlığına çıkararak büyük bir ihsanda bulunmuştur. O kâfirlerin velisi ise; Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran insan ve cin şeytanlardır. Bunun kurumsal yapılanmasına “tağuti” düzenler diyebiliriz. Bu “tağuti” düzenler yine cinleri ve insanları yalan, hile, baskı ve karalama gibi yöntemlerle ilim, iman ve hidayetten kopararak şirk, küfür, cehalet ve günah bataklığına sokarak ebedi cehenneme girmelerine sebep olan bu tağuti düzenler kâfirlerin dostudur.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah, inananların velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de tağutlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır! (Bakara Suresi, 257)

İslam’ın tanımladığı inananların velisi, kâfirlerin velisi anlayışı kısaca böyledir.

 

BATIL VELİ (ALLAH DOSTU) İNANCI

İslam’daki veli kavramı İslam dairesine giren bütün Müslümanlara verilen bir sıfat ve unvandır. İslam’da bazı kişilerin, cemaatlerin veya tarikatların tekeline verilmiş ve kişiye özel bir veli anlayışı yoktur.

Batıl fırkalar; Birçok meselede olduğu gibi veli kavramını da tahrif ederek veya hasıraltı ederek bozmuştur. Allah’ın bütün Müslümanlara verdiği veli sıfatını yok sayıp bu sıfatı bazı kişilere verilen özel bir makam ve rütbe olarak göstererek. Allah adına makam ve rütbeler uydurarak bunları bazı insanlara isnat ederek. Allah’a mahsus isim ve sıfatların bu insanlarda olduğuna inanarak. Allah’a aracısız İbadet ve duada yapması gerekirken veli edindikleri bu insanları aracı edinerek. Peygamberler dâhil tüm insanlar beşer vasfına sahip aciz kullar iken veli edinilen bu insanların olağanüstü güç ve yetkilerinin olduğuna inanıp bunların aşırı derecede yücelterek batıl bir veli inancı uydurulmuştur.

Böylece “Allah, inananların velisidir” ilkesi terk edilerek Allah’ın velisi oldukları hakkında hiçbir delil olmadığı halde filan kişiler Allah’ın velisidir diyorlar. Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği ve akıbetlerinin ne olacağı belli olmayan bu insanları veli edinirler. Oysa kimin Allah’a daha yakın olduğunu, kalplerin özünü, insanların takvasını ve akıbeti sadece Allah bilirken sizler nasıl olurda falan kişi Allah’ın dostudur, takva sahibidir deyip bu insanları temize çıkarmaya kalkarsınız. Hatta bu insanlar öldüklerinde cennetlikmiş gibi tavır takınarak bilmediğiniz şeyler hakkında Allah adına yalanlar uydurursunuz. İnsanlara düşen zahire göre hüküm vererek hüsnü zan ile kalpleri ve akıbeti Allah’a havale etmek değil midir?

Allah’ın dostu olarak tanıtılan, kutsanan, izinden gidilen, elverilen, olağanüstü güçleri olduğuna inanılan ve tarikat potuna oturan bu insanların kendilerine yetki, makam ve tasarruf verildiğine dair Allah’tan gönderilmiş hiçbir delilleri yoktur. Bu insanlar hakkında bir deliliniz yoksa bilmediğiniz ve hakkında bir delil inmeyen şeylerin pesinden gitmiş olmuyor musunuz? Bu Allah adına yalanlar uydurup Allah’a ortaklar koşmak değil midir?

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

De ki: “Doğrusu Rabb’im, ancak şunları haram kılmıştır: İster açık, ister gizli olsun, fuhuş ve ahlâksızlığı, günah işlemeyi, Haksız yere saldırmayı, Allah’ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları O’na ortak koşmanızı Ve bilmediğiniz konularda Allah adına konuşmanızı!” (Araf Suresi: 33)

Allah’ın kitabına ve Peygamberin sünnetine uyun. O’nu bırakıp da Allah’ın yanı sıra yardımcı, koruyucu, kurtarıcı oldukları iddia edilerek veli edinilen saptırıcıların peşinden gitmeyin. Çünkü onlar insanları Kur’an ve Sünnete değil kendi tarikatlarına ve kendi uydurdukları batıl yollara boyun eğmenizi böylece vahiy ile bildirilenleri terk etmenize sebep olurlar. Allah Teâlâ insanları temize çıkarıp onları veli edinmeyi yasaklayarak uyarmış ve şu ayetleri indirmişidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Rabb’iniz tarafından size indirilenlere uyun. O’ndan başka velilerin peşinden gitmeyin! Ne kadar da az düşünüyorsunuz! (Araf Suresi: 3)

Kendilerine Allah’tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları görüp gözetlemektedir! Sen onlardan sorumlu değilsin. (Şura Suresi: 6)

Demek onlar, Allah’ın yanı sıra dostlar ediniyorlar, öyle mi? Oysa dost Allah’tır. Çünkü ancak o’dur ölüleri diriltecek olan! Ve sadece o’dur, her şeye kadir olan! (Şura Suresi: 9)

Bir Müslüman tüm içtenliği ile ve kayıtsız şartsız olarak ibadet ve duayı sadece Allah’a yapmalıdır. İbadet ve duada birtakım aracılar edinerek başka varlıklara veya insanlara boyun eğerek ve onları dost edinerek Allah’a şirk koşmuş olurlar. Bu gafiller bu şirk amellerini mazur göstermek için bu aracı İnsanlara olağanüstü güç ve tasarruf yetkisi yakıştırılarak tapınılır.

Bu cahil insanlar “Biz âciz kullar doğrudan Allah’a yalvarmak yerine, O’na bizden daha yakın olanlar aracılığıyla kulluk ediyoruz!” derler. Oysa Allah, sırf etrafındaki yakın “dostlarını” memnun etmek için ve onların aracılığıyla ihsanlarda bulunan, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyen cimri bir ilâh olmadığı gibi, yönetimi altındaki insanların kalbinden geçenleri bilmeyen, bu yüzden de aracılara muhtaç olanlar gibi âciz de değildir.

Kendilerinin doğru yolda olduklarını zanneden gerçekte ise Allah ile kul arasında aracılar edinerek şirk koşanlar mahşer günü büyük bir hüsranla karşılaşacakları açıktır. Cehalet, gurur ve taassup ile hakkı görmek istemeyen bu insanlar hem kendilerini, hem de hem de diğer insanları aldatmış olurlar. Kendilerine bahşedilen İslam nimetini şirk ile kirleterek bozan ve geçersiz kılan bu insanlar nihai anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaşamazlar. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Şunu iyi bil ki, gönülden itaate lâyık olan, yalnızca Allah’tır! Fakat kendilerine O’nun yanı sıra dostlar edinenler, “Biz bunlara, sadece bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz!” Derler. Hiç kuşkusuz Allah, anlaşmazlığa düştükleri konularda, aralarında hükmünü verecektir! Doğrusu Allah, yalan söyleyen ve nankörlük eden kimseleri, doğru yola iletmez! (Zümer Suresi: 3)

Batıl fırkaların tahrif ederek uydurdukları veli anlayışı bidat ve şirk ile doludur. Batıl fırkaların veli edindikleri insanlara nispet ettikleri vasıflardan bazıları ise şunlardır.

-Onlara göre veliler Allah’ın isim ve sıfatlarıyla sıfatlanırlar,

-Kâinatta tasarruf sahibi olduklarına inanılır,

-Kalplerde olanı bilip ve tasarruf ederler,

-Gaybı bilirler ve ondan haber verirler,

-Allah’tan başka hiç kimsenin güç yetiremeyeceği bir takım şeylere güç yetirirler,

-İslam’ın bazı yükümlülükleri bunların üzerinden kalkar,

-Allah bunlara vahiy (ilham) ederek kitap yazdırır (Mesnevi ve Risale-i Nur gibi),

-İlim gökten hazır olarak kalplerine iner,

-Dilediklerini imanla ahirete gönderirler,

-Ölseler bile tasarrufları devam eder,

-Öldükten sonra zuhur ederler insanlara yardım ederler,

-Dirisine, ölüsüne rabıta yapılır,

-Ruhları savaşa gider,

-Hastalara şifa verirler,

-Yağmur yağdırırlar,

-Kötülükleri savarlar,

-Su üstünde yürürler,

-İnsanların gözü önünde kaybolurlar,

-Dünyanın batmasına ve gökten başımıza taş yağmasına engel olurlar,

-Peygamber zuhur eder, yanlarından ayrılmaz,

-Allah’ı görüp konuşurlar…

Bu vasıfların tamamı İslam’ın ret ederek bidat veya küfür olarak nitelendirdiği şeylerdir.

Bu sayılan vasıfların tamamı şirk dini Tasavvufta kabul edilen ve onaylanan şeylerdir.

Bu sebeptendir ki tevhit dini İslam başka, Şirk dini Tasavvuf başka bir dindir.

İslam’ın tanımladığı veli kavramı tahrif edilerek uydurulan bu veli anlayışı kişiyi şirke sokarak müşrik yapar ve dinden çıkarır. Bu sebepten İslam’ın tanımladığı veli kavramı ile bid’at fırkalarının uydurduğu veli anlayışının birbirinden ayrılması gerekir.

Allah, İslam dairesine giren bütün Müslümanlara veli sıfatını vererek müminleri kendine dost olarak vasıflandırmış. Müminler ise beşer vasfına sahip yetki ve sorumlulukları belli olan aciz kullardır. İslam’a girip Müslüman olmanın şartları neyse Veli yani Allah dostu olmanın şartları da aynı şeylerdir bunlarda; Sahih iman ve Salih ameldir.

Veli kavramını en çok kullanan ve bu kavram ekseninden din anlayışı oluşturanlar genelde Tasavvuf meşrepli sufi fırkalardır. Toplumda var olan veli anlayışı ekseriyetle tasavvuf meşrepli bid’at fırkaların anlayışına göre şekillenmiştir. Bunun sebebi cahili toplumlarda din anlayışı asılsız batıl şeylere, uydurma hikâyelere ve zanna göre şekillenir. Çünkü insanların çoğu cahildir, okumazlar, öğrenmezler ve hakikatlere karşı kör ve sağırdırlar.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

De ki: “Göklerin ve yerin Rabb’i kimdir?” “Allah’tır!” de. Yine de ki: “Öyle iken, siz O’nu bırakıp da, kendilerine bile herhangi bir fayda veya zarar veremeyen birtakım dostlar mı edindiniz?” De ki: “kör olan kimseyle, gören kimse bir olur mu hiç? Yahut karanlıklarla, aydınlık eşit olur mu? Yoksa onlar Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratabilen birtakım ortaklar buldular da, bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah’tır her şeyi yaratan. O, bir dir, mutlak kudret ve egemenlik sahibidir.”(Rad Suresi: 16)

 

Müsennif VELİOĞLU

 

Bu Yazılar da var

Mal istemek imtihan istemektir

Dünya malı nedir ki… Kişinin sorumluluğunu arttırıyor… Mesela senin bir kitaptan imtihanın var, diyorsun ki …

Kalp Katılığı

Kıymetli din (İslam) kardeşlerim! fiziksel kalbimiz bedenimizin en önemli organı kabul edildiği gibi, benzer şekilde, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.