Cumartesi, 1 Cemaziyelahir 1447

Doğru Mücadele Devlete Götürür

İslâmî mücadelenin başarısı, yalnızca niyetin ihlâsına değil, aynı zamanda meşru yöntemlerin takip edilmesine bağlıdır. İman eden bir topluluk, batıl yollarla başarıya ulaşmayı hedeflediğinde, geçici kazanımlar elde etse dahi hakiki zafer ve Allah katında kabul söz konusu olamaz. Bu nedenle Müslümanların, mücadele metotlarını Kur’an ve sünnet çerçevesinde yeniden gözden geçirmeleri zorunludur.

Amelin Kabulünün Şartları

İslâm’da bir amelin Allah katında makbul olabilmesi iki temel şarta bağlanmıştır:

  1. Amelin yalnızca Allah rızası için yapılması,
  2. Amelin dinde meşru olması.

Meşruiyetin sınırını ise helâl ve haram belirler. Resûlullah (s.a.v.) bid‘atın tehlikesine işaret ederek şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki sözlerin en doğrusu Allah’ın kelâmıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. Amellerin en kötüsü sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulan her şey bid‘attir, her bid‘at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir.” (Müslim, Cum‘a, 867; Nesâî, Îdeyn, 22)

“Kim bu işimizde (dinimizde) onda olmayan şeyleri ihdas ederse, o şey reddolunur.” (Buhârî, Sulh, 2697; Müslim, Akdiyye, 1718)

Dolayısıyla İslâmî mücadelenin de meşruiyeti bu iki temel esasa dayanmalıdır. Bu sebeple itikadî ve amelî konularda olduğu gibi, İslâmî mücadelenin sınırlarını da helâl ve haram hudutları belirler. Müslümanlar, gerçekten başarı ve zafer istiyorsa batıl yöntemleri terk edip Rabbani yollara yönelmelidir.

Tarihi Tecrübe: Nebevi Mücadele

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), davetini sıfırdan başlatmış, 23 yıl içerisinde hem toplum inşasını gerçekleştirmiş hem de bir devlet kurmuştur. Bu devlet, dönemin süper güçleriyle boy ölçüşecek seviyeye gelmiştir. Buradaki temel başarı, yöntemin sahihliği ve Allah katında meşru oluşudur. Buna mukabil, günümüz Müslümanları, çoğunluğun Müslüman olduğu coğrafyalarda dahi siyasi ve toplumsal başarı gösterememektedir. Bunun en önemli sebebi, mücadele adına batıl yolların tercih edilmesidir.

Günümüzün Anormal Durumu

Allah yolunda mücadele edenlerin baskı, sürgün veya hapis gibi imtihanlarla karşılaşması olağandır. Ancak nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan topraklarda dahi Müslümanların baskı altında olması ve küfür rejimlerinin hüküm sürmesi olağan değildir. Bu durum, İslâm anlayışındaki bozulmayı ve mücadele yöntemlerindeki sapmayı göstermektedir. Bugün birçok yerde “Müslümanlık” içi boş bir slogandan ibaret hale gelmiştir.

Çözüm: Kur’an ve Sünnete Dönüş

Müslümanların yeniden sahih bir mücadele yürütebilmeleri için:

  • Dinlerini doğru öğrenmeleri,
  • Bid‘at ve hurafeleri terk etmeleri,
  • Kur’an ve sünnet merkezli bir hayat sürmeleri,
  • Baskı ve zorluklara rağmen sabretmeleri gerekir.

Kur’an’da övgüye mazhar olan sabır, kâfirlerin baskısı altında İslâm’ın hükümlerini tatbik etmekten vazgeçmemek demektir. Buna karşılık, korkaklığı sabır zannetmek veya gayrimeşru yolları “mücadele” sanmak, cehalet ve ihanettir.

Kur’an’ın Sabır Öğretisi

Allah Teâlâ sabrın önemini şöyle beyan etmektedir:

“Andolsun ki, sizi bazen korkularla, bazen açlık ve yoksullukla, bazen de mallarınız, canlarınız ve ürünlerinizden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)

“Başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler. (Bakara, 2/156)

İşte Rablerinin rahmet, mağfiret ve bereketi onların üzerinedir. Doğru yolu bulanlar da ancak onlardır.” (Bakara, 2/157)

Bu ayetler, sabrın yalnızca pasif bir bekleyiş değil; aksine Allah’ın rızasına uygun şekilde mücadeleyi sürdürmek olduğunu göstermektedir.

Doğru mücadele, Müslümanları Allah’ın vaad ettiği izzet ve hâkimiyete, yani devlete götürür. Yanlış yöntemler ise ümmeti zayıflatır ve zillete sürükler. Bu nedenle İslâmî hareketlerin ve cemaatlerin en temel görevi, sahih kaynaklara dayalı bir mücadele anlayışını yeniden inşa etmektir.

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir