Pazar, 4 Cemaziyelevvel 1447
Dogu Turkistanda Neler Oluyor

DOĞU TÜRKİSTANDA NELER OLUYOR !!!

Doğu Türkistan’ın Coğrafi ve Stratejik Önemi

Asya kıtasının orta kesiminde, Türk devletlerinin doğusunda yer alan Doğu Türkistan, yaklaşık 1.828.000 km² yüzölçümüyle Çin’in beşte birine, Türkiye’nin ise yaklaşık iki buçuk katına denk gelmektedir.

Coğrafi yapısı itibarıyla etrafı yüksek sıradağlarla çevrili olan bölge, adeta doğal bir kale görünümündedir. Orta kesimleri ve Çin’e bakan tarafı geniş çöller ve tarım ovalarından oluşur. Doğu Türkistan ile Batı Türkistan arasında yer alan Pamir, Altay ve Tanrı Dağları, yalnızca doğal sınırlar değil, aynı zamanda bölgenin stratejik değerini artıran unsurlardır. Bu dağlar, Doğu Türkistan’ın batıya açılan kapısı niteliğindedir.

Asya’nın tam merkezinde yer alan Doğu Türkistan, “Kıta Avrasya” stratejisinin kilit noktalarından biridir. Batıda Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, doğuda Çin’in iç bölgeleri, güneyde Hindistan ve Pakistan, kuzeyde ise Rusya ile komşudur. Bu jeopolitik konum, Doğu Türkistan’ı sadece bölgesel değil, küresel güç mücadelelerinin de merkezine taşımaktadır.

Çin, bu stratejik engelleri aşmak için dağlarda tüneller ve geçitler inşa ederek “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” kapsamında Pekin’den Londra’ya uzanan kara ticaret yolları ve yüksek hızlı tren hatları kurmaktadır. Günümüzde Çin’i batıya bağlayan enerji, ulaşım ve demiryolu hatlarının önemli bir kısmı Doğu Türkistan üzerinden geçmektedir.

Bölge, aynı zamanda zengin enerji kaynakları ve yer altı madenleriyle de öne çıkmaktadır. Petrol, doğalgaz, kömür ve çeşitli maden rezervleri bakımından oldukça zengin olan Doğu Türkistan, Çin’in ekonomik ve stratejik politikaları açısından merkezî bir öneme sahiptir.

Tarihî ve Medeniyet Boyutu

Doğu Türkistan, İslam’ın bölgeye girmesiyle birlikte Türk-İslam medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kaşgar, Hotan, Yarkent ve Turfan gibi şehirler ilim, kültür ve ticaretin odak noktaları hâline gelmiştir. Karahanlılar döneminde İslam’ın hâkimiyeti güçlenmiş, bu topraklar Türk-İslam kültürünün beşiği olmuştur. Ayrıca bölge, Asya içlerinden Anadolu’ya yönelen Türk göçlerinin de önemli bir durağıdır. Bu sebeple Doğu Türkistan, Türk milletinin tarihî hafızasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Komşuluk ve Coğrafi Konum

Doğu Türkistan’ın komşuları arasında Pakistan, Afganistan, Hindistan (Keşmir), Tibet, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Rusya, Çin ve Moğolistan bulunmaktadır.

Bölge, bulunduğu stratejik konum sebebiyle tarih boyunca sürekli saldırılara ve işgallere maruz kalmış; bağımsızlığını korumak için yıllar süren mücadeleler vermiştir. Moğolistan, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin dengeleri arasında sıkışan Doğu Türkistan, kimi zaman bağımsızlık elde etmiş, kimi zaman ise işgale uğramıştır.

1870’li yıllarda Çin, Rusya ve İngiltere baskısından kurtulmak isteyen Doğu Türkistan halkı, Osmanlı Devleti’ne bağlılığını ilan etmiştir. Osmanlı Devleti sınırlı da olsa yardım etmiş, ancak Osmanlı-Rus Savaşı gibi dış gelişmeler sebebiyle bu destek uzun süre devam edememiştir. 1876’da Çin’in bölgeyi işgal etmiş ve bu coğrafyayı “Sincar” adıyla anmaya başlamıştır.

Bağımsızlık Teşebbüsleri

Doğu Türkistan halkı, işgale boyun eğmeyerek farklı dönemlerde bağımsızlık hareketleri başlatmıştır:

12 Kasım 1933’te kurulan Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, yalnızca birkaç ay yaşayabilmiş; 6 Şubat 1934’te Çin işgaline uğramıştır.

12 Kasım 1944’te yeniden kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti ise, 1949’da Komünist Çin’in işgaliyle yıkılmıştır.

Bu mücadelelerde öne çıkan kahramanlardan biri Osman Batur’dur. Çin ordusuna karşı yıllarca direniş gösteren Osman Batur, yakalanarak ağır işkencelerden sonra idam edilmiştir. Onun mücadelesi, Doğu Türkistan direnişinin hafızasında derin izler bırakmış ve halk için sembol olmuştur.

Doğu Türkistan’ın İşgali ve Zulmün Başlangıcı

Çin’in 1949 yılındaki işgalinden önce bazı kaynaklarda şu bilgiler aktarılmaktadır: Amerika, 1949’da kendi güdümünde Doğu Türkistan’da bağımsız bir devlet kurma projesini gündeme getirmişti. Ancak Sovyetler Birliği lideri Stalin, bu girişimi fark ederek Komünist Çin yönetimi ile irtibata geçti. Doğu Türkistan’ın vakit kaybetmeden işgal edilmesini teklif etti ve aynı yıl, yani 1949’da, Doğu Türkistan Çin tarafından işgal edildi.

Mao önderliğindeki Komünist Çin yönetimi, bölgeyi ele geçirdikten sonra Müslüman halk üzerinde baskı, zulüm ve soykırım politikalarını devreye soktu. İşgalden sonra attıkları ilk adımlardan biri, topluma önderlik eden tüm şahsiyetleri ortadan kaldırmak oldu. Siyasi liderler, din âlimleri, kanaat önderleri, iş adamları ve zenginler tek tek tutuklandı. Bu insanlar, sözde “halk Mahkemeleri’nde yargılandı; bir kısmı kurşuna dizilerek öldürüldü, bir kısmı ise hapishanelere ve toplama kamplarına gönderildi.

Bugün Doğu Türkistan, adeta açık hava hapishanesine dönüştürülmüş durumdadır. Bölgede yaşayan yaklaşık 35 milyon Müslüman Uygur’un dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiştir. İnsanlar yalnızca dışarıyla değil, kendi aile fertleri ve akrabalarıyla dahi irtibat kuramamaktadır. Yurt dışında yaşayan Uygurlar, Doğu Türkistan’daki yakınlarına ulaşamamakta, onların hayatta olup olmadıklarını dahi öğrenememektedir.

Birleşmiş Milletler’in 2019 yılı raporlarına göre, yaklaşık 1 milyon Müslüman Uygur Türkü toplama kamplarında tutulmaktaydı. Bugün bu sayının 5 milyona ulaştığı, rotasyonlarla birlikte ise 10 milyona kadar çıktığı tahmin edilmektedir. Son üç yıl içerisinde Komünist Çin yönetimi Doğu Türkistan’da 400’den fazla toplama kampı kurmuştur. Milyonlarca Uygur Türkü bu kamplarda köle gibi çalıştırılmakta, ağır şartlar altında yaşam mücadelesi vermektedir. Daha da vahimi, kamplarda öldürülen Müslüman Uygurların organları Çinli iş adamlarına, bürokratlara, askerlere ve hatta yabancı ülkelere pazarlanmaktadır.

İşgal sonrası dönemde Doğu Türkistan’da 29 bin caminin yıkıldığı ileri sürülmektedir. Geriye kalan camilerden birçokları ya tamamen tahrip edilmiş ya da ibadethane vasfından çıkarılarak meyhane, diskotek gibi amaçlarla kullanılmıştır. Çin yönetiminin bölgedeki camileri yıktığı, ibadeti yasakladığı ve Kur’an kurslarını kapattığı bilinmektedir. Toplumda dinî ilimlerin öğretilmesi, dinî kitapların bulundurulması ve toplu ibadetler fiilen yasaklanmış; inanç yaşamı ağır kısıtlamalara maruz bırakılmıştır.

Nükleer Denemeler ve İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkiler

Bazı kaynaklara göre Komünist Çin yönetimi, 1966–1997 yılları arasında Doğu Türkistan’ın Naboler (Nablor) bölgesinde, 11’i yer altında olmak üzere toplam 46 nükleer deneme gerçekleştirmiştir. Bu denemelerin sonucunda yüzbinlerce Uygur’un yaşamını yitirdiği; radyoaktif serpinti nedeniyle bölgede kanser ve diğer ağır hastalıkların arttığı, binlerce sakat doğumun meydana geldiği öne sürülmektedir. Bu iddialar, nükleer deneylerin bölge insanı ve çevresi üzerinde uzun süreli ve geri döndürülemez etkiler bırakabileceği gerçeğini gündeme taşımaktadır.

1980’lerden sonra Çin hükümetinin, Doğu Türkistan’a devlet teşvikiyle milyonlarca Çin vatandaşını yerleştirdiği belirtilmektedir. Bölgedeki Çinliler devlet destekli ücret ve ayrıcalıklarla istihdam edilirken; yerel Uygur nüfusu daha ağır şartlar ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. 1949’da bölgedeki Çinlilerin oranının yaklaşık %3 olduğu; bugün bu oranın %55’i geçtiği yönündeki iddialar, demografik yapıda dramatik bir değişim yaşandığına işaret etmektedir.

Zorla Kürtaj ve Kısırlaştırma Politikası

Komünist Çin yönetiminin; Müslüman kadınlara zorla kürtaj ve kısırlaştırma uyguladığı, Müslüman nüfusun azaltılması için sistematik politikalar izlediği yönünde ciddi iddialar bulunmaktadır. Bazı raporlarda Müslüman kadınların %22’sinin tamamen kısırlaştırıldığı ileri sürülmektedir. 1982–1990 yılları arasında iki çocuk izni verilirken, 1990’dan sonra bu iznin bir çocuğa indirildiği; kadının çocuk doğurma yaşının 25–35 ile sınırlandırıldığı, “kaliteli nüfus” politikası çerçevesinde zorla kürtaj ve kısırlaştırma uygulandığı ifade edilmektedir. Fazla çocuk yapanlara uygulanan para cezalarının, ortalama bir maaşın sekiz yıllık gelirine denk olduğu öne sürülür; bu tür ekonomik caydırıcıların nüfus artışını engellemeye yönelik olduğu iddia edilmektedir.

Yaklaşık otuz beş yıldır süregeldiği söylenen tek çocuk uygulamasının kontrolünü sağlamak üzere geniş bir ajan ağının devreye sokulduğu iddia edilmektedir. Hamile bir kadın tespit edildiğinde, bu kadınların polis nezaretinde alınıp zorla kürtaj edildiği; milyonlarca bebeğin doğmadan yok edildiği öne sürülmektedir. Bu uygulamanın amacı olarak, Uygur nüfusunun artışını engellemek ve bölgedeki demografik yapıyı değiştirmek gösterilmektedir.

Ailelerin Parçalanması

Komünist Çin yönetiminin, Doğu Türkistan halkının özel yaşamlarını sıkı denetime aldığı anlatılmaktadır. İddialara göre ailelerin erkekleri toplama kamplarına alınırken, bu ailelerin evlerine Çinli erkekler yerleştirilmektedir. Çin Komünist Partisi’nin 2019 tarihli bir bildirisine dayandırılan bazı iddialarda, 1.120.000 kamu görevlisinin, çoğunluğu Müslüman Uygurlardan oluşan 1.690.000 hanede konakladığı öne sürülmüştür.

Zorla Evlendirme veya Kadın Ticareti  

Asimilasyon politikaları çerçevesinde Müslüman kadınların, Çinli erkeklerle zorla evlendirilmek istendiği; bu tür evlilikleri teşvik etmek amacıyla düğün masrafı, kredi ve kira yardımlarının yapıldığı ileri sürülmektedir. Rıza dışı evlilikleri kabul etmeme hakkının fiilen yok sayıldığı, bazı genç kadınların zorla kaçırıldığı veya iş bulma vaadiyle iç bölgelere gönderildiği; burada devlet-mafiya işbirliğiyle fuhuş sektöründe kullanıldıkları iddiaları mevcuttur. Bu duruma düşen kadınların sayısının 1 milyonu geçtiği yönünde ciddi iddialar dile getirilmektedir.

Çocukların Ailelerinden Zorla Alınması

Genç nesilleri asimile etme amacıyla yüzbinlerce Uygur çocuğunun ailelerinden zorla alınıp toplama kamplarına veya Çinli ailelere verildiği öne sürülmektedir. Amaç; çocukların beyinlerinin yıkanarak tarihlerinden, dinlerinden ve millî duygularından koparılmasıdır. Bu süreçle, dinsiz bir nesil yetiştirerek komünist rejime sadık, kendi toplumuna yabancı nesiller oluşturulmaya çalışmaktadır…

Doğu Türkistan’da Bitmeyen Zulüm

İşkence gören, kamplarda toplanan, köle gibi çalıştırıldıktan sonra öldürülen erkekler… Zorla evlendirilen, fuhuş hanelerde kullanılan kadınlar… Komünist Çin yönetiminin baskı ve zulmünün bu kadar şiddetli olmasının temel nedeni, bu halkın Müslüman oluşudur. Çin, bölgedeki hâkimiyetine en büyük engel olarak Müslüman halkı görmekte; onların direniş gücünü kırmak için doğrudan İslâm’ı hedef almaktadır. Çünkü biliyorlar ki bu halkı ayakta tutan, yıldırma ve yok etme politikalarına karşı dimdik durmalarını sağlayan en büyük unsur, İslâm’ın mücadeleci ve birleştirici ruhudur.

Milletler, tarih boyunca kendilerine özgü özellikleriyle anılmıştır: Türkler kahramanlıklarıyla, Araplar aile bağlarının kuvvetiyle, Yahudiler ticari zekâlarıyla tanınır. Çinliler ise işkenceleriyle ün yapmıştır. Bu sebeple Doğu Türkistan’daki zulüm, tahmin edilenden çok daha büyüktür. İşgalci Çin yönetimi, İslâm’a “aşırılık” damgası vurarak, Müslüman halkı “terörist” yaftasıyla dünyaya lanse etmektedir.

Çin zulmünden kaçmayı başaran Uygurlar ise gittikleri ülkelerde her an tutuklanıp iade edilme korkusuyla yaşamaktadır. Çin’e iade edilenler hapsedilmekte, işkence görmekte ve kendilerinden bir daha haber alınamamaktadır.

Komünist Çin yönetimi, “modernizasyon” ve “kentsel dönüşüm” adı altında yürüttüğü politikalarla Müslümanların ev ve topraklarını ellerinden almakta, mallarını istimlak etmekte; böylece Çinlileri zenginleştirirken Uygurların elindekini yok etmektedir.

Bugün Doğu Türkistan’da Müslüman Uygurların en temel insan hakları dahi gasp edilmiştir. Cenazelerini topluca defnedemezler, seyahat özgürlükleri yoktur; en yakın akrabalarını ziyaret etmek için bile izin almak zorundadırlar. Sokaklar arama noktaları, silahlı askerler, zırhlı araçlar, yüz tanıma sistemleri ve elektronik takip cihazlarıyla donatılmıştır. Çin, her türlü iletişim aracını özel yazılımlarla kontrol etmektedir. Doğu Türkistan bugün, dünyanın en büyük açık hava hapishanesi konumundadır.

Çin, İslâm’a karşı köklü bir düşmanlık beslemekte ve bu topraklarda İslâm’ı bütünüyle yok etmeyi hedeflemektedir. Bunun için İslâm’ı simgeleyen, İslâm’a dair her şeyi yasaklamakta, “kültür devrimi” adı altında sistematik bir asimilasyon yürütmektedir. İslâm’ı “terk edilmesi gereken bir hastalık” olarak yaftalayan bu anlayış, dinî ve kültürel mirası, tarihî eserleri ve İslâmî sembolleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

İşgalci Çin yönetimi, her türlü baskı, işkence ve devlet terörünü uygulayarak açıkça soykırım suçu işlerken; Birleşmiş Milletler ise, kuruluş amacına yakışır biçimde(!), bu soykırımı yalnızca izlemektedir. Daha önce Vietnam’da, Afrika’da, Filistin’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna’da, Irak’ta, Myanmar’da, Gazze’de ve Ruanda’da yaşanan katliamları seyrettiği gibi. Çünkü Birleşmiş Milletler, gerçekte dünyayı kana bulayan “beşli çetenin” pisliklerini meşrulaştırmak ve onlara sekreterlik hizmeti vermek için kurulmuş bir yapıdır. Dolayısıyla bu örgütten medet ummak, ölülerden yardım beklemek kadar beyhude ve ahmakçadır.

Türk Devletler Topluluğu ve İslâm İşbirliği Teşkilatı da bu zulüm karşısında ölüm sessizliğine bürünmüştür. Zira bu teşkilatları yönetenlerin çoğu, Müslüman maskesi takmış münafık ve işbirlikçilerdir. Bu yöneticiler devrilmedikçe, bu devletlerden veya kurdukları örgütlerden bir hayır beklemek mümkün değildir. Müslümanlar, kurtuluşu başkalarının merhametinde değil, kendi irade ve gayretlerinde aramalıdır.

Doğu Türkistan’da son bir asırda dört yüzün üzerinde isyan girişimi yaşanmış; ancak tamamı kanlı biçimde bastırılmıştır. Halk ya sokaklarda kurşuna dizilmiş, ya hapishanelerde çürütülmüş, ya da ağır işkencelerle öldürülmüştür.

Şunu iyi bilmeliyiz: İşgal altındaki bir coğrafya, gösteri, yürüyüş ve protestolarla asla kurtulmamıştır, kurtulması da mümkün değildir. İşgal altındaki topraklarda halkı isyana çağırmak, onları bile bile ölüme sürüklemektir. O halde sorulması gereken şudur: Neden Doğu Türkistan halkı defalarca aynı yöntemi deneyip sokaklara çıkmıştır? Neden kurtuluş için başka yollar aramamışlar?

Doğu Türkistan, coğrafi büyüklüğü, doğal zenginlikleri, tarihî birikimi ve stratejik konumuyla yalnızca Türk milletinin değil, bütün İslam ümmetinin meselesidir. Bugün bu topraklarda yaşanan zulümler, sadece bir halkın değil, ümmetin ortak davası olarak görülmelidir.

Ey Müslüman

Neden bu bağımsızlık hareketleri başarısız olmuştur?

Neden Doğu Türkistan her geçen gün daha kötüye gitmektedir?

Neden Doğu Türkistan, Endülüs gibi tarihten silinmeye yüz tutmuştur?

Doğu Türkistan için hiç mi bir şey yapılamaz? Biraz düşünün!

 

Müsennif VELİOĞLU

Yol Gösterenler ve Yoldan Saptıranlar

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.