Pazartesi, 20 Şevval 1445

RABITA VE HAYALLERİMİZ

Tasavvuf ehlinin rabıtaya getirdikleri nakli delillerin ne kadar çürük ve alakasız olduğunu önceki yazımızda anlattık. Kur’an ve sünnetten bir delil getiremeyen sufiler bu defa mantıklı gibi gözüken misallerle rabıtaya meşruiyet kazandırmaya çalışırlar. Böylece cahil insanları saptırmak için son hamlelerini yapmaya çalışırlar.

Derler ki: “Bir insan; Sevdiğini, annesini, babasını, falanı, filanı düşünüyor ve hayal ediyor şirk olmuyor da bir Allah dostunu hayal edince yani ona rabıta yapınca neden şirk olsun!” diyerek rabıtaya meşruiyet kazandırmaya çalışırlar.

 

CEVAP

Masum ve mantıklı gibi gözüken bu savunma acaba doğru mu? Elbette bir insanın sevdiğini, annesini, babasını, falanı, filanı hayal etmesi, düşünmesi, hatırlaması doğal ve tabi bir hadisedir. Su içmek nasıl doğal ve tabi bir hadise ise bu tür hayaller de doğal ve tabi hayal etmedir. Dolayısıyla bu tür hayal etmeler mübah olan hayallerdir. Ancak bu meseleyi gerçek manada irdeleyip araştırdığınız zaman meselenin Tasavvuf ehlinin anladığı ve anlattığı gibi olmadığı anlaşılacaktır.

Bir insanın; Sevdiğini, annesini, babasını, falanı, filanı düşünüp hayal ettiğinde ki; niyeti, beklentisi ve hedefi ile bir müridin şeyhine rabıta yaparken; niyeti, beklentisi ve hedefi tamamen farklıdır. İşte meselede bu ayrıntıda gizlidir. Hani derler ya “şeytan ayrıntıda gizlidir.” İşte aynen öyle!

Birinci Hayal Kurmada;

Kişi sevdiğini, annesini, babasını, falanı, filanı hayal etmesi ve düşünmesinde geçmişi yâd etme, hatırlama ve ibret alma niyeti vardır.

Bu hayal edilen kişiler; kul ile Allah arasında aracılar olduğuna inanılmaz ve düşünülmez.

Bu hayal edilen kişiler; kişiyi Allah’a yaklaştırdığına veya bu hayal etmenin ibadet olduğuna inanılmaz.

Bu hayal edilen kişiler; olağanüstü güç ve yetkilere sahip oldukları düşünülmez ve onlardan himmet, yardım, medet beklenmez istenmez.

Bu hayal edilen kişiler; ölmüş iseler rahmetle, hayatta iseler sela metle hatırlayıp yâd etme vardır. Allahtan onlara hayır dileyerek dua etme ve geçmişten ibret alma hedefi vardır.

Dolayısıyla insanın sevdiğini, annesini, babasını, falanı, filanı hatırlaması ve hayal etmesi tabi ve doğal bir hadisedir. İşte bunun için bu hayal kurmada doğal ve fıtri bir hayal kurmadır ve elbette helal bir hadisedir.

 

 

İkinci Hayal Kurmada;

Yani Şeyhe Rabıta yapma ise doğal olmayan niyeti, beklentisi ve hedefi farklı olan bir hayal kurmadır. Rabıtada müridin niyeti farklıdır, beklentisi farklıdır ve hedefi farklıdır. Dolayısıyla rabıtanın hükmü ile normal bir hayal kurmanın hükmü de elbette farklı olacaktır.

Müridin Şeyhi hayal ederek Rabıta yapması müridin şeyhe bağlılığının en önemli simgesidir. Mürit şeyhine yaptığı rabıta ile Allah’a daha iyi bir kul olmayı niyet eder. Mürit şeyhi kendisi ile Allah arasında aracı olarak görür. Mürit rabıta ile şeyhin himmetini, nazarını elde etmek için değişik beklentilere girer. Mürit şeyhine yaptığı rabıta ile önce şeyhin hoşnutluğunu sonra Allah’ın rızasını kazanmayı hedefier. Tüm bu sebeplerden dolayı Rabıta kişiyi şirke götüren bir ameldir. Birileri Rabıtaya ister ibadet desin ister başka şey desin fark etmez rabıta şeyhe tapınma ayinidir.

Rabıta yapan bir mürit; kendini mürşidinin manevi huzurunda olduğunu hayal ederek halini ona arz eder, ona yalvarır, ondan bir şeyler bekler. Mürit kedisinin aciz ve zillet içinde olduğunu, Mürşidinin ise büyük bir taht üzerinde ve olağanüstü güçlere sahip olduğunu hayal eder. Böylece Mürit kendini zillete, asalaklığa ve köleliğe mahkûm eder. Kendisi gibi aciz bir kul olan Mürşidini ise ulaşılmaz makamlar sahibi olduğuna, olağanüstü güçleri olduğuna inanır, onu ilahlaştırır ve ona tapınmaya başlar. Böylece Mürşidini kendisi ile Allah arasında aracı edinen Mürit; “Biz âciz kullar doğrudan Allah’a yalvarmak yerine, O’na bizden daha yakın olanlar aracılığıyla kulluk ediyoruz!” derler. Oysa Allah, sırf etrafındaki yakın “dostlarını” memnun etmek için ve onların aracılığıyla ihsanlarda bulunan, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyen cimri bir ilâh olmadığı gibi, yönetimi altındaki insanların kalbinden geçenleri bilmeyen, bu yüzden de aracılara muhtaç ve âciz de değildir.

Rabıta yapan bir Mürit; Allah’tan gelen nurun ve hidayetin önce Peygambere, sonra Mürşidine, sonrada kendisine geldiğine inanır.  Mürit kendisi ile Allah arasında aracı olduğuna inandığı Mürşidine rabıta yaparak Mürşidinden nur, hidayet, yardım ve himmet bekler. Yine Mürit Mürşidini kendisi ile Allah arasında aracı olduğuna inandığı için ibadet ve dualarının Allah’a ulaştırması için mürşidinin aracılık yapmasını bekler. Oysa Yüce Allah ibadet ve duaları aracısız ve sadece kendisine yapılmasını emrediyor.

Kendilerinin doğru yolda olduklarını zanneden gerçekte ise Allah ile kul arasında aracılar edinerek şirk koşan bu insanlar mahşer günü büyük bir hüsranla karşılaşacakları açıktır. Cehalet, gurur ve taassup ile hakkı görmek istemeyen bu insanlar hem kendilerini, hem de hem de diğer insanları yoldan saptırmışlardır. Kendilerine bahşedilen İslam nimetini şirk ile kirleterek bozan ve geçersiz kılan bu insanlar nihai anlamda başarıya ve kurtuluşa ulaşamazlar. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmaktadır.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Şunu iyi bil ki, gönülden itaate lâyık olan, yalnızca Allah’tır! Fakat kendilerine O’nun yanı sıra dostlar edinenler, “Biz bunlara, sadece bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz! Derler. Hiç kuşkusuz Allah, anlaşmazlığa düştükleri konularda, aralarında hükmünü verecektir! Doğrusu Allah, yalan söyleyen ve nankörlük eden kimseleri, doğru yola iletmez! (Zümer Su resi: 3)

Allah Teâlâ Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bile hidayet ile hiçbir alakasının olmadığını Yüce Allah’ın bunları dilediği kullarına direk kendisinin verdiğini bildiriyor. Allah‘ın kullarına aracısız ve direk kendisinin vereceğini bildirdiği; rahmet, nur ve hidayet tarikatlarda şeyhler vasıtası ile dağıtıldığı yalanı öğretiliyor. Mürşide rabıta ile de bunun hayali kuruluyor. Oysa Yüce Allah peygamberine şöyle hitap ediyor;

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin fakat Allah’tır, isteyeni doğru yola ileten ve O’dur, kimin doğru yola girdiğini en iyi bilen! (Kasas Suresi: 56)

 

Tasavvufta şeyh dokunulmaz, kutsal ve ulaşılmaz makam sahibi olduğu kabul edilir. Böylece kutsanan ve ilahlaştırılan bu şeyhler kendilerine el açılıp medet istenir, duada ve ibadette aracı kabul edilir. Oysa bu şeyhler diğer insanlar gibi aciz ve zavallı olup diğer insanlar gibi onlarda Allah’a karşı sorumludurlar. Allah bu şeyhlere olağanüstü haller, ulaşılmaz makamlar vermediği gibi kendilerini kurtarıp cennete gideceklerini de bildirmemiştir.

Oysa İslam; Yaratma ve hüküm koymanın sadece Allah’a mahsus olduğunu bildirmiştir. İbadet ve duanın aracısız sedece Allah’a yapılması gerektiğini bildirmiştir. Bütün insanların iman ve itaatle sorumlu olduğunu bildirmiştir. Allah’ın rızasını kazanmak için iman, ibadet, kulluk gibi vesileler ile Allah’a daha iyi bir kul olmanın yollarını aramaları bildirilmiştir.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

De ki: “Allah’tan başka iddia ettiğiniz kimseleri çağırın bakalım; Onlar, sizden ne bir zararı kaldırabilirler, ne de çevirebilirler!

Onların yalvardıkları içlerinden en yakın olanları Rablerine vesile arayıp dururlar; O’nun rahmetini ümit eder, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur! (İsra suresi: 56 – 57) 

 

 Müsennif VELİOĞLU

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.