Cumartesi, 11 Şevval 1445

TASAVVUFTA RABITA

 

Rabıta: Müridin, kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayıp ondan feyiz aldığını hayalinde canlandırması demektir.

Rabıta ilk olarak Nakşibendi tarikatında Hind kökenli şeyhleri arasında görülmüştür. Rabıtanın kurallarını ve ayrıntılarını ilk kez ihdas eden ise Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden Halid-i Bağdadi (Öl: 1825) olmuştur. Halid-i Bağdadiye ait eserlerde, mektuplarda onun kurduğu Halidiye koluna bağlı bazı şeyhlerin kitapçıklarında Rabıta anlatılmıştır. Rabıta kelimesi bundan önce kullanılmışsa da yalın ve kelime manası olarak kullanılmıştır. Halidi Bağdadi’den önceki Nakşibendi tarikatı ve diğer Tarikatlara ait hiçbir eserde Müridin Şeyhe Rabıta yapması gibi bir şey bulamazsınız.

Rabıtanın ortaya çıkmasında Halidi Bağdadi’nin Hindistan’a yaptığı gezi etkili olmuştur. Bu gezide Halidi Bağdadi Putperest Budist rahiplerin müritlerine yaptırdıkları meditasyon ile yani ra- hiplerini ve budayı düşünmesi sebebiyle müritlerini nasıl etki altına aldıklarını görünce Halidi Bağdadi gezi sonrası bunu kendi müritlerine uygulamaya başlayarak Rabıta şirkinin temellerini atmıştır. (Allah ona lanet etsin)

Rabıta önce Nakşibendi tarikatında ve daha sonrada bütün tarikatlara yayılarak tarikatların temel esaslarından biri olmuştur. Rabıta konusunda her tarikat kendine mahsus tanımlar ve ufak tefek değişiklikler yapsa da temelde hepsi şeyhi hayal ediyorlar şeyhin ruhaniyetini çağırıyorlar ve şeyhten medet istiyorlar. Kısaca Rabıta bir ruh çağırma ayinidir.

Rabıtayı biraz daha kapsamlı ele alırsak “ruh çağırma” olayı di ğer batıl dinlerde farklı isimler altında yapılmaktadır. Aziz, ermiş, kutsal ruh, evliya… Olduğuna inanılan insanlar kutsanarak ilahlaştırılır. Bu insanların olağanüstü vasıflarının olduğuna inanılır. Ölü veya diri olan bu insanların ruhları Meditasyon, Rabıta veya Ruh  çağırma ayinleri ile ruhları çağrılarak onlardan medet ve yardım istenilir.

Oysa insanların ruhlarına cesetten ayrılma, mekân değiştirme, yardım etme, zuhur etme gibi bir güç ve kabiliyet verilmemiştir. Ölmüş insanların ruhları ise dünyaya geri döndürülmeyeceğini birçok ayet ve hadiste haber verilmiştir. Allah Teâlâ ister ölü olsun, ister diri olsun İnsanoğluna zuhur etme kabiliyeti vermemiştir. Allah Teâlâ meleklere ve cinlere zuhur ederek gözükme kabiliyeti vermiştir.

 

Rabıtanın Tanımı ve Nasıl Yapıldığı Hakkında Bir Kaç Örnek.

Halid’i Bağdadi, “Risaletun Fi Tahkiki Rabıta” isimli eserinde rabıtayı şu şekilde tanımlar:

Müridin, Allah’ta fani olmuş bulunan şeyhinin şeklini sürekli canlandırmasıyla onun ruhaniyetinden yardım istemesi demektir. Bu da müridin edeplenmesi ve tıpkı şeyhinin yanında bulunuyormuş gibi gıyabında da feyiz alabilmesi için lüzumludur. Çünkü mürid, şeyhinin şeklini hayalinde canlandırmakla ancak huzur bulur, nurlanır ve bu sayede çirkin davranışlarda bulunmaktan sakınır.

 

Muhammed Emin Erbili de, “Tenviru’l Kulub” isimli eserin de rabıtayı şu şekilde tanımlar:

Zikrin dokuzuncu keyfiyeti, mürşide rabıta etmektir. Bu da müridi, kalbini şeyhin kalbine karşı bulundurması, gıyabında bile olsa onun şeklini hayalinde canlandırması; kalbine şeyhin nur okyanu sundan feyizlerin aktığını tasavvur etmesi ve ondan bereket dilemesiyle olur. Çünkü müridin Allah’a ulaşabilmesi için vasıtası odur.”

 

Ömer Ziyaeddin Dağıstani “Tasavvuf ve Tarikatlar ile ilgili Fetvalar isimli eserinde rabıtayı şu şekilde tanım lar:

Müridin kalbini Allah’ın peygamberlerinden birine veya O’nun velilerinden bir veliye veya hepsinden birine ya da silsilesi Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ulaşan kâmil bir mürşide veya şeyhine ya da hakkında güzel duygular beslediği, üstünlüğünü takdir ettiği birine bütün sevgi ve samimiyetiyle bağlanmasından ibarettir.

 

Abdulhakim Arvasi “Rabıta-i Şerife” adlı risalesinde rabıta şu şekilde tanımlar:

Rabıtanın önem kazanmasında büyük rolü olan Abdulhakim Arvasi 1923 yılında yazmış olduğu “Rabıta-i Şerife” adlı risalesinde Rabıtayı şöyle tarif eder; “Rabıta: İlahi zatı sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahede makamına varmış bir kâmil ve mükemmele kalp bağlayıp, huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir.” Bu Risale Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilmiştir.

 

 

Tarikatlarda Rabıta Genelde Şu Şekilde Tatbik Edilir:

 

Birincisi; salik tarafından kâmile ve mükemmel sıfatlarına layık şeyhin suretini karşısında tasavvur edip hayal yoluyla iki kaşı arasına bakmak ve suretteki ruhaniyetine yönelmek. Bu bakış ve mıhlanışla kendinden geçme, kaybolma hali başlayıncaya kadar rabıtayı sürdürmek…

 

İkincisi; Salikin, kendisini mürşit kıyafet ve heybetinde görmesidir. Mürşidin suretiyle giyimli olmak bakımından bu rabıta şekline “telebbüs rabıtası” ismi verilir…

 

Üçüncüsü; mürşidin suret ve heybetini karşısında görüp, onu kalbinin ortasına indirmek, kalbini uzun ve geniş bir dehliz farz ederek mürşidi o dehlizde yürüyor ve kendisine doğru geliyor hayal eylemek… (Arvasi, Rabıta-i Şerife, Beyazıt kütüphanesi No: 24343 sh. 18, Daha geniş bilgi için bkz. Rabıta, Ferit Aydın)

Gerçek manada mürşit yani insan-ı Kamil kimdir. Bunu da Mehmed Zahid Kotku “Tasavvufi Ahlak” isimli eserinde şöyle anlatıyor; “ İnsanı Kamil Mirat-ı Hak’tır. Her kim Kamil insanın ruhaniyetine basiret gözlüğüyle bakarsa onda Cenab-ı Hakk’ın tecellisini görür. Sıfatının zuhurunu idrak eder.” (M. Zahid Kotku, Tasavvufi Ahlak, Sh. 2/272)  

Demek ki rabıta; Allah’ın aynası olan ve kendine İnsanı Kamil denilen bu şekilde yarı insan, yarı tanrı ve insanüstü güçlere sahip olduğuna inanılan birilerine yapılıyor. Tasavvufta Rabıta dirilere yapıldığı gibi aynı zamanda ölülere de yapılmaktadır. Arvasi, “Mezarlara Rabıta Keyfiyeti” başlığı altında daha önce zikretmiş olduğumuz eserinde şöyle der; “Mezar ziyaretçisi mürid, nefsini her türlü dış alakadan boşaltır. İçini dünya kayıtlarından uzaklaştırır. Kalbini ilimler ve nakışlardan ve hadiselere bağlı duygulardan çekip çıkarır. Ziyaret ettiği mevtanın ruhaniyetini hissi keyfiyetlerden mücerred bir nur farz eder. O kabir sahibinin feyizlerinden bir feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar… Feyiz istekçisi ziyaretçi, feyiz vericinin kabrine yaklaşıp selam verir. Mezarın ayakucuna yakın sol tarafına durur. Ona karşı hayattaki tavrını muhafaza eder. Bir Fatiha ve on ihlas-ı şerife okur. Sevabının mislini mevtaya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtanın ruhaniyetine teveccüh eder.” (Arvasi, Rabıta-ı Şerife risalesi, sadeleştiren, N. Fazıl Kısakürek, Sh. 23)

Tasavvuf ehli rabıta ile ölülerle iletişim kurarak onlardan himmet, yardım ve medet umarlar. Oysa Allah Teâlâ ölüler hakkında, -bazı istisnai durumlarda ölüler işitse de genel manada ölülerin duy- madıklarını, asla cevap veremediklerini ve yardım edemeyeceklerini bildirmiştir. Allah Teâlâ ahirete intikal etmiş kişilere seslenip onları çağıran, onlardan medet dileyen, onları duada ve ibadette aracı edinenleri büyük bir sapıklıkla itham etmektedir.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah’ın yanı sıra, kıyamete kadar dualarına karşılık vereme yecek olan putlara ve benzeri yaratılmış kimselere yalvarıp yakaranlardan daha sapık kim olabilir? Oysa o yalvardıkları varlıklar, onların yakarışlarından habersizdirler.(Ahkaf Suresi: 5)

 

Tasavvuf Ehlinin Rabıtaya Getirdiği Delillere Gelince:

Tasavvuf ehli rabıtayı ya bir uydurma hadise dayandırmakta veya rabıtayla uzaktan yakında alakası olmayan sahih hadislere dayandırmakta veya rabıta ile uzaktan yakından alakası olmayan ayetlerden selefin ve müfessir âlimlerimizin anlamadığı bir manayı zoraki çıkarmaya çalışmaktalar.

 

 

Tasavvuf Ehli Uydurma Hadisler İle Rabıtaya Delil Getirmeye Çalışır:

 

Bu delillerden hadis diye getirdikleri bir haberde; Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i tuvalette bile ihtiyacını giderirken hatırından çıkaramadığını söyleyince peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bunun pek önemli olmadığın haber vermiştir” (Mahmut USTAOSMANOĞLU Nakşbendi Şeyhi Ruhu’l Furkan, 2/76)

Oysa bu haber senet ve metin olarak sahih olmayıp uydurma bir hadistir.

 

Bir başka uydurma hadis ise şudur:

“İşlerinizde güçlükle karşılaştığınız, kararsız olduğunuz zaman, kabir ehlinden yardım isteyiniz” Hadis ilmine vakıf insanların icmasına göre bu hadis Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e iftira yoluyla uydurulmuş yalan bir hadistir. Âlimlerden hiç kimse böyle bir şey rivayet etmemiştir, güvenilir hadis kitaplarında da böyle bir şey yok tur.”

 

 

Tasavvuf Ehli Konuyla Alakası Olmayan Sahih Hadisler İle Rabıtaya Delil Getirmeye Çalışır:

 

Tasavvuf ehli uydurma hadisleri Rabıtaya delil getirmeye çalıştığı gibi, Rabıtayla alakası olmayan sahih hadisleri de Rabıtaya delil getirmeye çalışmaktadır.

 

“Kişi sevdiği ile beraberdir”

“Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek”

“Beni, çocuğundan, babasından ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe hiç biriniz gerçek manada iman etmiş olmazsınız” 

 

Tasavvuf ehli buna benzer sahih hadisleri Şeyhe rabıtaya delil getirmeye çalışırlar. İnsan yeter ki cehalet, taassup ve bağnazlığa düşmesin sapkınlık sınır tanımaz. Bunun gibi bariz hatalara düşülür sahih hadislerle batıl şeylere delil getirilmeye çalışılır. Bu hadislerden veya ayetlerden Allah’ın temiz akıl sahibi dediği kişilerin rabıtaya delil çıkarma sı mümkün müdür? “…O hâlde, nasıl oluyor da, aldatılıyorsunuz?”

 

Tasavvuf Ehli Konuyla Alakası Olmayan Ayetler İle Rabıtaya Delil Getirmeye Çalışır:

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve O’na vesileler arayın ve O’nun yolunda cihat edin ki, kurtuluşa erebilesiniz! (Maide Suresi: 35)

 

Bu ayetin tefsirini Mahmut KISA Hocamız şöyle yapmıştır:

 

“Ey iman edenler! Allah’tan gelen ilkeler doğrultusunda hayatınıza yön vererek, her türlü kötülükten titizlikle sakının ve yaptı ğınız iyiliklerle yetinmeyerek, sizi O’na yaklaştıracak daha güzel ve yararlı davranışlar sergilemeye çalışın! Bunun için, karşınıza çıkacak her fırsatı, her imkânı ganimet bilin! O’nun sevgisini kazanmak için türlü sebepler, vesileler arayın ve O’nun yolunda malınızı ve canınızı feda ederek, yeryüzünde ilâhî adâleti egemen kılmak için var gücünüzle mücadele ve cihat edin ki, dünyada ve ahirette kurtu luşa erebilesiniz! Bunun için, asıl yatırımı ahirete yapmalı, dünyanın gelip geçici güzelliklerine kapılıp da, sizi bekleyen gerçek hayatı ihmal etmemelisiniz.” (Mahmut KISA Tefsiri)

 

 

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey İnananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız.” (Maide Suresi: 35)

 

Bu ayetin tefsirini Ali KÜÇÜK Hocamız şöyle yapmıştır:

 

Ey iman iddiasında bulunanlar, ey ben mü‘minim diyenler, Al lah’tan takvalı olun. Allah konusunda muttaki olun. Allah karşısında takınmanız gereken kulluk tavrını takının. Allah’la yol bulun. Yolunuzu Allah’a sorun. Allah’ın istediği bir hayatı yaşayın. Allah’a karşı sorumluluklarınızın bilincine erin. Ve O’na yaklaşmaya, O’na yakın olmaya, Onun rızasını kazanmaya vesileler arayın. O’na yaklaşmaya, O’na yakın olmaya çabalayın. Böylece O’na iman iddialarınızı eyleme dönüştürün. O’na ve O’nun dinine iman iddialarınızda samimi olun. Çünkü takvasız, itaatsiz, amelsiz, samimiyetsiz, çabasız bir iman iddiası boş bir iddiadan başka bir şey değildir.

Takvalı olun ve de Rabbinize yaklaşma konusunda, Rabbinizin yakınlığını, hoşnutluğunu kazanma konusunda vesileler arayın, vesilelere sarılın. Vesile aslında yönelmek demektir. Allah’ın rızasını, yakınlığını kazandıracak sebeplere tutunmak, vasıtalara yönelmek demektir. Ayetin devamında bu vasıtaların en başta geleni zikrediliyor. Allah’ın dinini yüceltmek, Allah’ın arzularını, egemenliğini gerçekleştirmek için, Allah’a kulluk yolunun önündeki tüm engelleri kaldırıp Müslümanca bir hayatın ortamını hazırlamak üzere Allah yolunda cihad edin. İnancınızın gereği bir hayatı yaşamak adına tüm gücünüzle cehdü gayret gösterin. Allah karşısında acizliğinizi, güçsüzlüğünüzü, çaresizliğinizi anlayarak O’nun istediği kulluklara koşun. O’nun istediği tavırları takının. O’na lâyık ibadet, itaat ve teslimiyetlerle Rabbinize yakınlığı arayın.

İşte vesile budur. Vesile Allah’a Allah’ın istediği kulluk şekilleriyle yaklaşmaya çalışmaktır. Değilse kimilerinin iddia ettikleri gibi vesile Allah’la kul arasına, kulları arasına aracılar, şefaatçiler, mürşidler sokmak, Allah’a yaklaşabilmek için bunlara yakın olmaya koşmak değildir. (Besairu’l Kur’an Tefsiri Ali Küçük)

 

Rabıtaya delil getirilmeye çalışılan bir başka ayetin meal ve tefsiri ise şudur:

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten, korkun. Tasdik eden, sadıklarla beraber olun! (Tevbe Suresi: 119)

Bu ayetin tefsirini Mahmut KISA Hocamız şöyle yapmıştır:

 

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten, isyan etmekten korkun. Yasakları çiğnemekten titizlikle sakının. Allah’ın koruması altında olmayı isteyin ve bunun için gereken her şeyi ciddiyet ve samimiyetle yerine getirin. Hayatın hangi noktasında, hangi zaman ve mekânda, hangi konum ve durumda olursanız olun unutmayın orada sizi cennete götüren bir yol vardır. Bu yol Kur’an ve sünnet ile açıkça beyan edilmiştir. O yola girmeye, o yolda olmaya çalışın. Yani takvâlı olun. Bir de Allah ve Rasulünün bildirdiği hakikatleri tasdik eden, gerçekten yürekten inanan ve bu imanına sadakatle bağlılığını niyet, eylem ve söylemleriyle ortaya koyanlarla sadıklarla beraber olun!” (Mahmut KISA Tefsiri)

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey inananlar! Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun.”                         (Tevbe Suresi: 119)

 

Bu ayetin tefsirini Ali KÜÇÜK Hocamız şöyle yapmıştır:

 

Allah’a karşı takvalı olun. Allah’a karşı kulluğunuzun bilincinde olun. Hep bir kulluk içinde olduğunuzun bilinci içinde yaşayın. Rabb’ınızın emirlerine karşı gelmekten sakının ve sadıklarla, doğrularla beraber olun. Doğru söyleyenlerle, doğru yaşayanlarla beraber olun. İman iddiasında sadâkat gösterenlerle beraber olun. İman iddialarını, teslimiyet iddialarını eyleme dönüştürenler safında yerinizi alın. Sure bütünlüğü içinde bu sadıklar Rasulullah ve beraberindeki sahabe-i kiram efendilerimizdir. Yalancılar da işte önceki ayetlerde özellikleri ortaya konulan münafıklardır. Yalan söylemeyen bu üç ihlaslı mü’min önceden sadıklarla beraber olmamışlar, savaştan geri kalan yalancılarla beraber olmuşlardı.

İşte Rabbimiz onları uyararak, ama onlar şahsında kıyamete kadar tüm mü’minleri uyararak sadıkların içinde yerimizi almamızı öğütlüyor. Kâfirlerle yapılan bir savaşta mü’minlerle beraber olun, arkada kalanlarla beraber olmayın buyuruyor. Sadıklarla, Kur’an ve sünnetin tasdiklileriyle beraber olalım. Sadıkane vahye bağlı olan larla birlikte olalım. Değilse, bizi tam ve mükemmel kabul eden, bizim yaptığımız her şeyi yalayıp yutanlarla beraber olursak helâkin eşiğinde olduğumuzu unutmayalım. (Besairu’l Kur’an Tefsiri Ali Küçük)

 

Rabıta ile uzaktan, yakından alakası olmayan bu ayetlerden selefin ve müfessir âlimlerimizin anlamadığı bir manayı zoraki çıkarmaya çalışan tasavvuf ehli bu ayetleri rabıtanın delilleri olarak saymaktadır. Uydurma hadislerle, konuyla ilgi ve alakası olmayan sahih hadislerle veya konuyla ilgi ve alakası olmayan ayetlerle şeyhe rabıtaya delil getirmeye çalışanlar büyük bir sapkınlık içindeler.

Şeyhe rabıta yapan bir insan bulunduğu mekânı karartarak veya loş hale getirerek, Özel “ters teverrük” oturuşu ile hareketsiz oturarak. Nefesini kontrol altında tutarak, Şeyhinin şeklini zihninde tutarak ve canlandırarak ve “Şeyhin ruhaniyetinden yardım dilenerek.” İbadet yapması gerektiğine ilişkin, bu ayet ve hadislerin hiç birinde en küçük bir delil veya işaret kesinlikle yoktur.

Rabıta mürid üzerinde silinmez izler bırakmakta ve böylece insanın iç dünyasını tamamen köleleştirmektedir. Mürid, şeyhinin kulu ve kölesi olmaktan da öte bütün irade ve benliğinden sıyrılmış, şeyhine kayıtsız ve şartsız teslim olmuş bir alet konumuna düşmüştür. O kadar ki mürit kendisini şeyhinin bir bendesi bir hizmetçisi ve onun bir köpeği gibi görmektedir.

Gümüşhanevi, “Camiul Usul” de sh, 140, el- Kürdi, “Tenviru’l Kulub, sh 528, el-Hani, “el-Behcetus’ seniyye” sh. 23 te şöyle diyorlar: “Müridin şeyhe karşı tutumu, ölmüş bir kimsenin, teneşir üzerinde yıkayıcının elleri arasındaki durumu gibi olmalıdır.”

İşte tefsirde asıl olan herhangi bir delil olmadığı müddetçe zahir üzere hamletmek vaciptir gereğince İslam ulemasının bu ayetlere vermiş oldukları manalar bundan ibarettir. Şimdi, bir bu büyük ulema ve müfessirlerin tefsirine bakalım birde tasavvuf meşrepli kimselerin tefsirine bakalım ve ayetlerin ne kadar çarpıtılıp ve tahrif edildiğini gözlerimizle görelim. Bu konuda Allah Teâlâ bizleri uyararak şöyle buyurmaktadır.

“… Biz de, sözlerinden döndükleri için onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Kelimeleri yerinden oynatıp anlamlarını değiştirirler…” (Maide Suresi: 13)

Bu teviller ise kelimelerin yerlerini değiştirmekten daha ziyade tamamen tahrif etmek değil de nedir. “…Yoksa siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını işinize gelmediği için görmezlikten geliyor, inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden böyle davrananların cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir ki? Diriliş gününde de onlar, en şiddetli azaba uğrayacaklar! Allah, yaptıklarınızdan hiç de habersiz değildir. (Bakara Suresi: 85)

Bu ayetleri tahrif ederek tarihler boyunca selef âlimlerimizin anlamadığı manaları çıkararak rabıta gibi bidat ve şirk olan bir ibadet türü ihdas eden insanlar bu ayetlerin kapsamına girmiyorlar mı?

Bu ayetlerin birde esbabı nüzulüne yani ayetlerin iniş sebebine baktığınız zaman bu ayetlerden şeyhe rabıta gibi bir mananın çıkmadığı görülmektedir.

 

Celaluddin es Suyuti ve el Vahidi Maide Suresinin 35. ayetin nüzul sebebini şöyle anlatmaktadır.

Rivayet edildiğine göre Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir topluluk Medine’ye gelerek peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ziyaret etmişler ve Müslüman olmuşlardı. Çölün havasından şikâyette bulunan bu adamlara Allah’ın elçisi ilgi göstermiş hem İslam’a ısınmalarını ve hem de dinlenmeleri için onları Medine dışında havadar bir yerde ağırlamak istemişti. Ne var ki; bu vahşi çöl adamları konukladıkları bu mevkide bir süre kalıp rahatladıktan sonra Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından onlara, sütünden yararlanmaları için tahsis edilmiş olan deve sürüsünün çobanını öldürmüşler ve develeri alıp kaçmışlardı. İşte Maide suresi 35. ayeti yakalanan bu canilere uygulanacak had cezasını bildirmek için kendisinden önceki ayetler ile bir bütünlük içinde nazil olmuştur. Bu münasebetle savaşlarda düşmana karşı nasıl davranılacağı ve Allah’ın hoşnutluğunun (başta cihad olmak üzere) çeşitli amellerle nasıl kazanılacağı hakkında 33. 34. 35. 36 ve 37. ayeti kerimeleri bir birini tamamlayıcı bilgiler olarak inmiştir.” (İbni Kesir tefsiri 3/86-89) (Aynı zamanda bu hadis Buhari de mevcut olup Buhari bunu 9 yerde ayrı yollardan rivayet etmiştir. Bkz. Buhari, 4610, trc. C, 9, sh, 4331,  4332)

 

Tevbe Suresi 119. Ayetin nüzul sebebi o kadar meşhurdur ki ilimden az çok nasibi olanlar bile bunu bilebilirler. Bu ayet Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hicri 8. yılda tertip ettiği Tebük seferine katılmaktan geri kalan Şair Ka’b b. Malik, Hilal ibni Umeyye ve Mirara bin Rabi adlarındaki üç sahabe hakkında inmiştir. Bundan önceki ayette (Tevbe Suresi: 118) adları açıklanmamış olsa bile bu seferden geri kalan üç kişinin oldukları tüm âlimler tarafından icma ile kabul edilmiştir. Ve bu konuda sahihaynde ve sünenlerde hadisler vardır. Şimdi bu ayetleri başka yöne çekenlerin iman, akıl, bilgi ve ahlak bakımından hangi derekelerde bulunduklarını bir kez daha teşhis edebilmek için bu ayeti ve önceki ayeti beraber okumak gerekir. Bu ayetler birbirini tamamlayıcı bilgiler içerdiği gibi ayetlerin siyak ve sibakından ne denilmek istendiği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

 

Tevbe Suresi 119. ayetin öncesi ve nüzul sebebi:

İyi birer Müslüman oldukları hâlde, kendilerinden hiç beklenmeyecek bir gaflet göstererek Tebük seferine katılmayan üç sahabe uzun süre cezalandırılmışlar ve sonunda Allah Teâlâ onları affettiğini bildirmişti.

Allah, hiçbir mazeretleri olmadığı hâlde Tebük seferinden geri kalan; Kâb bin Mâlik, Mürâre bin Rabî ve Hilâl bin Ümeyye adındaki üç sahabenin tövbelerini kabul edip onları bağışlamıştır. Cihadı terk ettikleri için işledikleri suçun karşılığı olarak Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlarla konuşmayı yasaklamıştı. Bu yüzden hiç kimse yüzlerine bakmıyor, en yakın dostları bile selâmlarını almıyordu. Doğup büyüdükleri şu yaşadıkları şehirde yapayalnız kalmışlardı. Hiçbir yerde huzur bulamaz, hiçbir şeyden tat alamaz olmuşlardı. Pişmanlık ve vicdan azabıyla içleri kan ağlıyordu.

Böylece, Allah’ın gazabından kurtulmak için, yine Allah’a sığınarak ve tevbe etmişlerdi. Nihâyet, elli günlük çetin bir imtihanın ardından, Onların tövbesinin kabul edildiğini bildiren ayetler indirildi. Bu olay kıyamete kadar gelecek bütün tövbekârlar onları örnek alsınlar ve en zor, en çaresiz anlarda bile Allah’ın rahmetinden ümit kesmesinler, sabırla ve ısrarla Rab’lerine yönelip tevbe etmeleri için örnek bir hadisedir.

Yüce Allah Müslümanların benzer hatalara düşmemesi için Allah’a karşı isyan etmekten korkmaya, yasakları çiğnemekten titizlikle sakının. Allah’ın koruması altında olmayı isteyin ve bunun için gereken her şeyi ciddiyet ve samimiyetle yerine getirin. Hayatın hangi noktasında, hangi zaman ve mekânda, hangi konum ve durumda olursanız olun unutmayın orada sizi cennete götüren bir yol vardır. Bu yol Kur’an ve sünnet ile açıkça beyan edilmiştir. O yola girmeye, o yolda olmaya çalışın. Yani takvalı olun. Bir de Allah ve Rasulünün bildirdiği hakikatlere gerçekten yürekten inanan ve bu imanına sadakatle bağlılığını niyet, eylem ve söylemleriyle ortaya koyan sadık Müslümanlarla bir ve beraber olmayı emrediyor.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ertelenen üç kişinin de öyle ki, bütün genişliğine rağmen dünya başlarına dar gelmiş ve ruhlarını dayanılmaz sıkıntılar kaplamıştı. Allah’tan O’na sığınmaktan başka bir çare olmadığını anlamışlardı. Nihâyet, Allah onların tövbesini kabul etti ki, Rablerine yönelip tövbe etsinler. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı,  çok merhametlidir. (Tevbe Suresi: 118)

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten, korkun. Tasdik eden, sadıklarla beraber olun! (Tevbe Suresi: 119) 

 

Bu konuya delil getirdikleri başka ayetlerde vardır. Bunları söz konusu etmeyi bile zaid görüyorum. Ancak Yusuf suresinin, onların ilmi bakımdan ne derekelerde bulunduklarını beyan etmesi açısından zikretmeyi uygun görüyorum.

Gerçekten kadın Yusuf’u arzulamıştı; eğer ihanet ve nankörlüğün çirkin bir davranış olduğuna dair Rabb’inin kendisine ilham ettiği uyarı ve işaretini göz ardı etmiş olsaydı, Yusuf da yenilip ona yönelecekti. Fakat Allah’ın yardımı sayesinde, arzularına gem vurarak iffetini korumasını bildi. İşte böylece Biz, onu kötülük ve ahlâksızlıktan korumak için kalbine sebat ve kararlılık verdik. Çünkü o, dürüstlüğü, samimiyeti ve tertemiz ahlâkıyla seçkin kullarımızdan biriydi. (Yusuf Suresi: 24)

İşte bu ayeti kerimeyi de kendi heva ve heveslerine delil olarak getirmişler ve bu konuda da Zemahşeri’nin “Keşşaf” isimli tefsirinden alıntı yaparak onunda bunun rabıtaya delil olduğu izlenimini vermişlerdir. Oysa bunlar Keşşaf sahibinin sözünün hem önünü ve hem de sonunu kırparak ilmede ihanet etmişlerdir. Ve şöyle demişlerdir;

“Bu ayetin tefsirinde ekseri müfessirler, Allah dostlarının tasarruf ve imdadını açıklamışlardır. Müfessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve mutezile mezhebinin görüşüyle vasıflandığı halde Yakup (aleyhisselâm)’ın ruhaniyetinin, şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde Yusuf (aleyhisselâm)’a gözükerek “o kadından sakın” dediğini açıklamıştır.” (Nakşibendi Tarikatı Şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu: Ruhu’l Furkan C2 Sh. 65-66)

Oysa Keşşaf sahibi ; “ Ayette geçen “burhan” kelimesi şu şekillerde açıklanmıştır: Yusuf (aleyhisselâm) bir ses duydu, “ Aman kadına yaklaşma” diye, ama aldırmadı. İkinci kez duydu, demini bozmadı. Üçüncü kez duydu, beriye çekildi ama Yakup (aleyhisselâm)’ı parmaklarını ısırmış halde görünceye kadar bir şeyden etkilenmedi…” dedikten sonra bu görüşü öne sürenler için aynen şu kelimeyi kullanmıştır. “ Bu ve buna benzer şeyler hurafeci zorbaların tutundukları şeylerdir. Allah Teâlâ’ya ve peygamberlerine iftira bunların dini olmuştur…” (Ebu’l Kasım Mahmud bin Ömer ez-Zemah- şeri, El-Keşşaf, c1 sh, 467, Matbaatu Şarkıyye)

İşte Keşşaf sahibinin bu sözlerini de kırparak ilme ne kadar değer verdiklerini ve ilmi doğruluklarını da bu şekilde tespit etmiş oluyoruz. Eğer siz Rabıtanın, Nirvana inancıyla yakın benzerliğinden bahsetmiş olsa idiniz o zaman getirmiş olduğunuz bütün deliller sizden yana olurdu. Hint azizi Shankara Nirvana erincini şöyle anlatıyor:

“Mürit Atmanın gerçeğini işittikten sonra onun üzerinde düşünmeli uzun bir müddet için onun üzerinde tefekküre dalmalıdır. Böylece Mürid süje ve obje şuurluluğunun yok olduğu ve sadece bölünmez sonsuz şuurluluğun geriye kaldığı en yüksek duruma ulaşır. Dünya üzerinde yaşıyorken Nirvana’nın mutluluğunu tanır. Nirvana inancına göre kalbi saflaşan insan İlahi atmanı idrak eder böylece dünyaya, köke ve her şeye olan bağını imha eder.” (İktibas, 1991, Haziran sayısı, s. 15)

Metinde kullanılan ifadeler ile rabıta ve fenafillah için kullanılan ifadeler arasında birebir benzerlik olduğunu görülmektedir.

Ey körü körüne büyülenmiş insanlar Allah’tan korkun ve Allah’ın ayetlerini tahrif etmeyin. Vallahi bu mesuliyeti ne iyi niyetiniz ve ne de körü körüne samimiyetiniz asla sizden def edemez. Allah’ın azabından da kurtulmuş olamazsınız.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Eğer bunca delillere rağmen, onlar yine de hakikati kabullenmeye yanaşmayıp seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, tüm benliğimle Allah’a teslim oldum, benim izimden gelenler de” Kendilerine Kitap verilmiş olanlara ve ümmilere de ki: “Siz de teslim olmak istemez misiniz?” Eğer teslim olurlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer yüz çevirirlerse, senin görevin, yalnızca ulaştırmaktan ibarettir. Allah, kulları görmektedir. (Ali İmran Suresi: 20)

 

Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Benim sünnetimi ve benden sonraki doğru yolu bulmuş râşid halifelerimin sünnetini alın ve onlara, azı dişlerinizle ısırırcasına sımsıkı sarılın. (Dinde aslı olmayıp) sonradan çıkarılan yeniliklerden sakının. Çünkü (dinde) sonradan çıkarılan her yenilik, bid’attir. Her bid’at, dalâlettir (sapıklıktır) Her dalâlet (in sahibi) de ateştedir.” (Ahmed Bin Hanbel, Tirmizî)

 

Tasavvuf ehli uydurma hadisleri rabıtaya delil getirmeye çalıştığını. Rabıta ile hiçbir ilgi ve alakası olmayan sahih hadisleri delil getirmeye çalıştığını. Yine rabıta ile hiçbir ilgi ve alakası olmayan ayetleri tahrif ederek delil getirmeye çalıştıklarını delilleriyle ak tardık. Bu durum onların ne kadar cahil, bağnaz ve taassup sahibi olduklarını ayet ve hadislerin manalarını tahrif ettiklerinin ibretlik bir vesikasıdır. Allah’ın dinini Yahudi ve Hristiyanlar gibi nasıl tevil ve tahrif ettiklerini belgeleriyle görmüş olduk. Bu Allah’ın dinine karşı büyük bir cürüm ve büyük bir ihanettir.

 

Derleyen

Müsennif VELİOĞLU

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.