Çarşamba, 15 Şevval 1445

Fertlerin Emire Karşı Görevleri ve Emirlere Nasihat

C- İtaat Etmenin Delillerinden Çıkarılan Sonuçlar

1- İtaat Sadece Nefse Hoş Gelenlerde Değil, Nefse Hoş Gelmeyen İşlerde De Vaciptir:

Hatta gerçek imtihanın sadece nefse hoş gelmeyen işlerde itaat etmek olduğu da söylenebilir. Çünkü hemen herkes basit işlerde veya maslahatın erken elde edildiği ve nefsin sevdiği şeylerde itaat eder. Ancak nefse hoş gelmeyen işlerde ancak samimi ve doğru olanlar itaat eder.[32] Yine söylenebilir ki, nefse hoş gelmeyen işlerde itaat etmek, mü’mini münafıktan ayıran bir vasıftır. Çünkü münafık genellikle nefsine hoş gelen işlerde itaat ederken, nefsine hoş gelmeyen işlerde itaat etmez. Bunun delilleri çoktur.

Allahu Teala şöyle buyurur: “Eğer (münafıkların davet olundukları şey), bir dünya menfaati ve orta bir sefer olsaydı, mutlaka senin arkana düşerlerdi. Lakin o meşakkat, onlara uzak geldi. Bununla beraber, “Eğer gücümüz yetseydi,[33] sizinle beraber sefere çıkardık” diye Allah’a yemin edecekler; böylece kendilerini helaka sürükleyeceklerdi. Ama Allah biliyor ki, onlar muhakkak yalancıdırlar.”(Tevbe/ 42)[34]

Bunlar nefse hoş gelen şeylerde, yani yakın ve kolay ganimet işlerinde itaat ederler, ancak savaşa çıkmamak için yalandan bir dizi mazeretler uydururlar. Münafık da böyledir. Yönetici kendisine zor ve hoşuna gitmeyen bir şey emrettiği zaman, yapmamak için yalandan da olsa mazeretler ileri sürer.[35/ yapmadığı, yapmayacağı şeyin kılıfını arar]

Yine başka bir ayette Allahu Teala şöyle buyurur: “Siz almak için bir takım ganimetlere gittiğiniz vakit, geri bırakılanlar “Bırakın bizi arkanızdan gelelim” diyecekler. Allah’ın kelamını değiştirmek isteyeceklerdir…”[36] Bunlar zor olan cihada katılmamışlar, ama ganimet söz konusu olduğunda başı çekmişlerdir.

Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah’ın Rasulü’ne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır!” Keşke anlasalardı.”[37]

Bu nedenle diyorum ki; mü’minlerin nefislerine hoş gelmeyen şeyler onlar için rahmettir. Çünkü onunla mü’min olanlar, münafık olanlardan ayırdedilmektedir. Nefse hoş gelmeyen şeyler ortaya çıktıkça münafıklar da ortaya çıkmaktadır. Allahu Teala Uhud Savaşı ile ilgili olarak bunu şöyle belirtir:

“İki ordunun karşılaştığı gün, başınıza gelen de, Allah’ın izniyle olup mü’minler(in sebatını ayırt etmek) içindi. Bir de münafıklık edenleri açığa vurmak içindi ki, “Gelin Allah yolunda savaşın veya müdafaada bulunun” denilmişti. Onlar, “Biz savaşmayı bilsek elbette arkanızdan gelirdik” dediler. O gün onlar imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pekala bilir.”[38]

Yine Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyurur: “Allah, mü’minleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Murdarı temizden ayıracaktır.”[39]

Münafıklık çeşitlidir ve türlü huylardan oluşur. Nefse hoş gelmeyen işlerde itaat etmeyen, mazeret sahibi olmadıkça, itaat etmemesi oranında nifak taşımaktadır. Sahabenin Radıyallahu Anhum başlarında bulunan emirlerine nasıl itaat ettiklerine dair şu örnekleri inceleyebiliriz:

İbni Kesir Rahimehullah şöyle der: Ebu Bekir Radıyallahu Anhu Şam’a ordu göndermek istedi. Arap Yarımadası’na dağılmış emirleri toplamaya başladı. Amr bin As’ı Velid bin Ukbe ile beraber Kuzaa kabilesinin zekatlarını toplamak üzere görevlendirmişti.. Amr bin As’a Radıyallahu Anhu hemen Şam’a gelmesi için yazarak şöyle dedi: “Seni, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, seni bir defa yönetici yaptığı ve ikinci defa daha yapacağını söylediği işle görevlendirmiş bulunuyordum. Ancak şimdi hem dünyan için ve hem de ahiretin için daha hayırlı bir iş ile seni görevlendirmek istiyorum. Ama yaptığın işi daha çok seviyorsan o başka.” Bunun üzerine Amr bin As, Ebu Bekir’e Radıyallahu Anhu şöyle cevap yazdı: “Ben İslam’ın oklarından biriyim. Sen de onu atan ve toplayan Allah’ın kulusun. Bak, hangisi daha çetin ve daha tehlikeli ise, beni oraya at[40].” Velid bin Ukbe’ye de benzer şeyi yazdı ve o da aynı cevabı verdi.”[41]

Ömer İbnu’l-Hattab Radıyallahu Anhu halife olunca Halid bin Velid’i komutanlıktan ayırdı ve Ebu Ubeyde’ye şöyle yazdı: “Sarığını (Halid bin Velid’in) başından çıkar ve malını ikiye bölerek yarısını al.” İbn-i Kesir der ki: “Ebu Ubeyde onun malının yarısını aldı, hatta ayakkabılarından birini de aldı ve birini ona bıraktı. Bunun üzerine Halid bin Velid Radıyallahu Anhu; “Mü’minlerin emirini dinledim ve ona itaat ettim” dedi.”[42][43]

2- Kolaylıkta ve Zorlukta İtaat Etmek Vaciptir:

İbn-i Hacer’in Rahimehullah, “Müslüman, hem fakir ve hem de zengin iken infak etmelidir” sözü, Tebük Savaşı’nda olduğu gibi, nafakalarının azlığı veya çokluğu zamanlarında da, Müslüman askerlerin emirlerine itaat etmelerinin gerekliliği manasında açıklanabilir. Tebük Savaşı sırasında bir hurmayı iki asker aralarında paylaşırdı.
[Şerh: Allah Rasulü’ne  Sallallahu Aleyhi ve Sellem madem paramız yoktu yiyeceğimiz yoktu bizi neden sefere çıkardın. Demediler bu şekil bir sitemde bulunmadılar ki bu iş münafıkların işidir.]

Allahu Teala şöyle buyurur: “And olsun ki, Allah, Rasul’e ve o güçlük saatinde O’na uyan muhacirler ile ensara lutfetti de içlerinden bir kısmının kalpleri az daha meyledecek gibi olmuşken, sonra tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü Allah mü’minlere karşı çok şevkatlidir; çok merhametlidir.”[44] Bu orduya, zor zamanın ordusu adı verilmiştir. Ubade hadisinde “darlık ve bolluk yaşadık” ve  Ebu Hureyre hadisinde “Darlığında ve bolluğunda” derken önce darlığın ve sonra da bolluğun belirtilmesinin hikmeti, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatında sahabenin genellikle darlık içinde yaşamış olması olabilir. Cabir bin Abdullah Radıyallahu Anhu şöyle der:, “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında hangimizin iki entarisi vardı ki!”[45] Ebu Hureyre Radıyallahu Anhu şöyle der: “Suffe ehlinden yetmiş kişi gördüm. Hiçbirinin ridası yoktu, boynuna bağlı ya izarı veya entarisi vardı. Bazısı diz altına, bazısı da topuklara yetişirdi. Avreti görülmesin diye elbisesini eli ile toplardı.”[46]

İbn-i Hacer Rahimehullah şöyle der: “Bunların tümünden anlaşılmaktadır ki, hiçbirinin iki tane elbisesi yoktu.”[47] Buhari, Abdullah bin Ebi Evfa’nın Radıyallahu Anhu şöyle dediğini rivayet eder: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber yedi savaş yaptık. O’nunla beraber çekirge yerdik.”

Fudala bin Ubeyd’in şöyle dediği rivayet edilir: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara namaz kıldırdığı zaman bazı kişiler (ashab-ı suffe) açlıktan ayakta iken yere yığılırdı. Öyle ki onları gören bedeviler “Bunlar delidir” derlerdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem selam verince onlara döner ve “Allah’ın yanında sizi nelerin beklediğini bilseniz, daha çok fakirlik ve ihtiyaç içinde olmak isterdiniz” derdi.”[48] Buhari de Ebu Hureyre’den, bu hadisin bir benzerini şöyle rivayet eder: “Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem minberi ile Aişe’nin hücresi arasında düşüp bayıldım. Biri geldi ve ayağı ile boynuma basarak “Bu delidir” dedi. Halbuki deli değil, sadece açtım.”[49]

Buhari ve Müslim, Ebu Musa el-Eşari’den Radıyallahu Anhu Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Biz altı kişi olarak Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber gazveye çıktık. Nöbetleşe bindiğimiz bir devemiz vardı. Ayaklarımız aşındı, benim de ayaklarım aşındı ve tırnaklarım döküldü. Bu nedenle ayaklarımıza bez sarardık. Bu yaptığımızdan dolayı çıktığımız gazvenin ismi “Zatu’r-Rika –Yamalı-” olmuştur. Çünkü ayaklarımıza bezler sarardık.” Ebu Burde der ki, Ebu Musa istemeyerek bu hadisi anlattı. Çünkü yaptıklarının ifşa edilmesini istemezlerdi.”[50]

Hadisi şerheden Nevevi şöyle der: “Hadis, salih amelleri ve kişinin Allah yolunda çektiği sıkıntıları, ancak bir şeyin hükmünü belirtmek veya örnek olmasını istemek amacı dışında açığa vurmamasının müstehap olduğunu belirtir. Seleften bu tür haberler görüldüğü zaman bu anlamda kabul edilmesi gerekir.”[51]

Cahiliyye devrinde, müşriklerin, kendileriyle beraber yiyip içmemeleri için çocuklarını açlık korkusu ile öldürmüş olmaları bunun doğruluğunu göstermeye yeterlidir. Allahu Teala bunu yasaklayarak şöyle buyurur: “Fakirlik yüzünden evlatlarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızkını biz veririz.”[52] “Bir de fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onlara da size de rızkı biz veririz.[53] Muhakkak onları öldürmek çok büyük bir günahtır.”[54]

3- Emir, Şer’an Bazı Hatalar İşlese de, Onu Dinlemek ve İtaat Etmek Vaciptir[Farzdır]:

Allahu Teala’ya itaat olan işlerde kendisine itaat edilir, ancak yanlış yaptığı zaman kendisine itaat edilmez. Bundan maksat, emirin bazı hatalar yapması, ona karşı çıkmanın ve iktidardan uzaklaştırmaya çalışmanın gerekçesi olduğu değildir. Çünkü bütün insanlar hata yapabilir. Doğrusu, Allahu Teala’ya itaat olan işlerde kendisine itaat etmek, Allahu Teala’ya isyan olan işlerde ise itaat etmemek, bununla beraber yanlış yaptığı zaman iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında buna benzer olaylar olmuştur. Mesela Halid bin Velid Radıyallahu Anhu, askerlerine Cuzeyme oğullarından alınan esirleri öldürmelerini emretmiş, ancak Abdullah bin Ömer Radıyallahu Anhuma ve beraberindekiler bu emre itaat etmemişlerdir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu öğrendiğinde, iki defa “Allah’ım, Halid’in yaptıklarından beriyim” demiştir.[55] Bununla beraber Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Halid bin Velid’i Radıyallahu Anhu savaşlarda komutan olarak görevlendirmeye devam etmiştir. Çünkü Halid bin Velid Radıyallahu Anhu dirayetli biriydi ve içtihad ederek hata etmiş kabul edildi. Dördüncü bölümde belirttiğimiz gibi İbn-i Teymiye Rahimehullah bu konuyu güzel açıklamıştır.[56]

Yine, Abdullah bin Huzafe, beraberinde bulunanlardan ateş yakmalarını ve yaktıkları ateşe girmelerini istemiş, ancak onlar bunu reddetmişlerdi. Bu durumu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem öğrendiğinde şöyle buyurmuştur: “Ateşe girselerdi, oradan asla çıkamazlardı. İtaatler ancak iyiliklerdedir.”[57][58]

4- Emir, Bazı Kişilerin Haklarını Vermese Veya Kendine Bazı Konularda Ayrıcalıklı Davransa Dahi, Ona İtaat Etmek Vaciptir:

Bunu yukarıda açıklamış ve büyük zararı önlemek için küçük zarara katlanılması kaidesine dayandığını belirtmiştik. Ayrıca kayırma sanılan şeyler aslında kayırma olmayabilir. Dolayısıyla bu durumlarda özel zarar (hakkını alamama veya birine karşı ayrıcalıklı muamele yapılması), genel zararı (ayrılık ve ihtilafı) önlemek için tercih edilir.[59] Ubade bin Samit’ten merfu olarak şöyle rivayet edilir: “Darlığında ve bolluğunda, hoşuna gitse de gitmese de, sana karşı başka birine ayrıcalıklı muamele olsa da, malını yeseler de ve sırtını dövseler de dinle ve itaat et.”[60]

El-Akidetu’t-Tahaviyye’nin yazarı şöyle der: “Zulüm de yapsalar imamlarımız ve yöneticilerimize karşı çıkmayı uygun görmüyoruz ve kendilerine beddua etmiyoruz. Onların itaati dışına çıkmıyoruz, haram bir şey emretmedikçe, onlara itaat etmenin Allah’a itaat etmek gibi farz olduğunu kabul ediyoruz. Sağlıkları ve salih olmaları için onlara dua ediyoruz.”[61]

  • Emirin aleyhine hüküm vermesi durumunda, kararına rıza göstermeyenin hakkını elinden alması
    Emir kişinin kendisindeki bir şeyden dolayı aleyhine hüküm vererek ona hakkını yasaklayabilir. Bu onun adil olmasına engel olmayıp bizzat onun hakkıdır. Allah Rasülü Muhammed s.a.v’in verdiği hükme razı olmayan Ensari’nin tamamen aleyhine hüküm vererek adeta onu cezalandırması buna örnek olarak gösterilebilir.

     

    حَدّثَنا مًحَمَّد بن رمح بن مهاجر المصري، أنبأنا الليث بن سعد، عَنْ ابْن شهاب، عَنْ عروة بن الزُبَيْر؛ أن عَبْدُ اللّه بن الزُبَيْر حَدّثَه:  – أن رجلا مِن الأنصار خاصم الزُبَيْر عند رَسُول اللّه صلى اللّه عليه وسلم في شراج الحلة التي يسقون بها النخل. فقَالَ الأنصاري: سرح الماء يمر. فأبى عليه. فاختصمنا عند رَسُول اللّه صلى اللّه عليه وسلم فقَالَ رَسُول اللّه صلى اللّه عليه وسلم: ((اسق يا زبير. ثم أرسل الماء إلى جارك)) فغضب الأنصاري فقَالَ: يا رَسُول اللّه! أن كان ابْن عمتك؟ فتلون وجه رَسُول اللّه صلى اللّه عليه وسلم ثم قَالَ: ((يا زبير، اسق. ثم احبس الماء حتى يرجع إلى الجدار)) قَالَ، فقَالَ الزُبَيْر: واللّه، إني لأحسب هذه الآية نزلت في ذلك. {فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدون في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما})).

     

    Abdullah b. Zübeyr r.a.’den; şöyle söylediği rivayet edilmiştir; “Ensar’dan bir adam Harre denilen mevkideki hurmalıkları suladıkları su arklarından ve su nöbetinden dolayı Nebi s.a.v.’e Zübeyr b. Avam aleyhinde şikayette bulundu. (Bu arklardan geçen su önce Zübeyr’in hurma bahçesine varıyordu. Sonra da şikayetçi Ensari’nin tarlasına uğruyordu. Bir defa Zübeyr hurmalığını sulamak üzere suyu tuttuğu sırada) müşteki ona:

    Su’yu serbest bırak ki biz’e gelsin, diye talepte bulundu. Fakat Zübeyr, kendi tarlasını sulamadan suyu bırakmak ve nöbetini ona vermekten imtina edince iki taraf Resulullah s.a.v.’e meselelerini intikal ettirdiler. Resulullah s.a.v.’in huzurunda isteklerini karşılıklı olarak arz ettiler.

    Resulullah s.a.v. ; “Ey Zübeyr! Tarlanı sula sonra suyu komşuna salıver” buyurdu.

    Davacı: hiddetlenerek; “Zübeyr, halan oğlu olduğu için mi?” demek suretiyle Resulullah s.a.v.’i taraf tutmakla itham etmek istemişti. Bu söz’den üzülen Resulullah s.a.v.’in mübarek yüzü değişti.

    Resulullah s.a.v.; “Ey Zübeyr, tarlanı sula sonra suyu hapset, ta ki, su hurma ağaçlarının köklerine erişsin,” buyurdu.

    Ravi demişti ki; Zübeyr şöyle dedi; “Vallahi öyle sanıyorum ki şu ayet bu olay hakkında indi.”

    {فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدون في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما} Hayır (resulum), Rabbine yemin olsun onlar (mü’miniz diyenler) aralarında çıkan anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra verdiğin karardan  -hükümden- nefislerinde hiç bir güçlük duymayarak tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.(Nisa suresi,65)

5- Emir, Soyu Meşhur Olmayan Biri De Olsa, Onu Dinlemek ve İtaat Etmek Vaciptir:

Soyu meşhur olmasa da, görünüşü çirkin veya yaşı küçük de olsa, halkın kendisini seçmesi veya tayin edilmesi suretiyle meşru bir yolla emir olduktan sonra onu dinlemek ve itaat etmek vaciptir. Çünkü hadiste şöyle geçmektedir: “Aranızda Allah’ın Kitabı’nı tatbik ettiği sürece, size, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, onu dinleyin ve itaat edin.”[62][63]

6- Emir, Mahiyetindekileri Dinen En Güzel Olandan Bir Alt Derecedeki İle İdare Etse Dahi, Onu Dinlemek ve Ona İtaat Etmek Vaciptir:

Bunu dördüncü bölümde açıklamıştık. Böyle bir durumda emire itaat edilir. Yeter ki bunda genel bir yarar olsun. En güzel olanın bir alt derecesinden kastedilen, günah ve masiyet olmamakla beraber birinci dereceden sevabı ve ecri daha az olandır.

Fertlerin daha çok sevap ve ecir kazanmak amacıyla daha dindar davranmak için emire bu konuda muhalefet ederek en üst derecedeki ile amel etmeleri caiz değildir. Çünkü emire muhalefet ederek ve birliği bozarak işlenen günah, umulan sevaptan daha büyüktür. Bununla alakalı olarak fıkıhtaki kaide şudur: “Zararı önlemek, yararı elde etmekten önce gelir.” Ancak fertler kendi başlarına oldukları zaman en üst derecedeki ile amel etmeleri caizdir. Mesela İbn-i Ömer Radıyallahu Anhuma, Mina’da imamın arkasında namazı dört rekat kılardı, ancak tek başına kıldığı zaman iki rekat olarak kılardı.[64][65]


[32] Şerhi :
Nefse ağır gelen şeyler kişinin samimiyetini ve doğruluğunu ortaya koyan şeylerdir.

[33] Şerhi :
Gücüm yetmiyor münafıkların bahanesidir. Mazeretsizlik müminin ahlakı mazeret sunmak da gölge yerine ateşe sığınan münafığın ahlakıdır. Mümin de mazur görülecek durum gayret, özür, izin ve tevazu ile birleşmiştir. Ona izin verilmemesinden tevazusu ve gayreti açığa çıkar. Münafığa izin verilmemesinde ise tevazu kınından sıyrılıp, gadapla harekete dönüşür. Onda gayret değil somurtkanlık ile yüz dönme görülür.

Münafıklar sefere ‘’ bu sıcakta sefere mi çıkılır ‘ diye bahane üretince yüce Allah’ın cevabı tehdit şeklinde’’Cehennem daha sıcaktır.’’ (Tevbe-81) olmuştur. Yani bahanenin cevabı ağırdır. Bu sol elle yiyen ve “sağ elimle (düzgün) yiyemiyorum” bahanesi üretene Resul-u Ekremin beddua etmesi ‘’yiyemez ol ‘’ demesi gibidir.  Deliller bahane sahibinin bi-hakkın bedduaya mazhar olduğunu bize gösteriyor.

Kişinin imanı ve nifakı verilen emirde görülür. O bunun en zoruna severek sarıldıysa, “Ben Allah’ın oklarından bir okum beni en zor yere at” diyen Ebu Bekir Sıddık’a tabi olmuş olur. Onda eğer en basitinden somurtkanlık görülüyorsa bu da Allah Rasulü ve arkadaşlarına ayak bağı olan kimselere tabi olmuş demektir… Onların bu tavırları onların amellerini boşa çıkarmıştır. İkaz bundan gelmiştir:” Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, resule itaat edin ve yaptıklarınızı boşa çıkarmayın.” [Muhammed 33]

İşte bu nokta bize gösteriyor ki kişi itaat etmeyenleri değil edenleri örnek almalıdır. Onları yanında bulamadıysa ona bu örneği oluşturması, Allah Rasülü’nün emirleri orada hayata geçirip canlandırması için bir fırsat doğmuştur. Sünnetleri değil farzı yaşatma ve ihya kabilinden büyük bir ameldir bu. İtaat etmeyenlerin rahatlarını bozacak bir günün geleceğini bil ve sakın Rabbinin emirlerine asi olup zulmeden zalimlerden olma…  “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” İbrahim – 42

 [34] 9 Tevbe/42

[35] Şerhi :

Nefse hoş gelmeyen işlerin özellikleri:

1)Ağır gelir rahat kaçırır konfor bozabilir.

2)Kurallardır: süreklilik ve fedakarlık ister.

3)Adil gibi görünmez:nefse ağır gelir.

Nefse zor gelen şeyler itaati kuvvetlendirir.Uyarsa itaat kuvvetlenir.

[36] 48 Fetih/15

[37] 9 Tevbe/81

[38] 3 Ali İmran/166-167

[39] 3 Âl-i İmran/179

[40] Şerhi:

Burada iki ahlak var birincisi zora talip olmak, ikincisi emire güven vermek. Güven aşılamak ki, bu yürekten gelirse Allah ona zoru kolaylaştırır. Taahhüdünü yerine getirmesinde ona vekil olur. O zaman diyebiliriz ki taahhüd eden Allah için ettiyse  onu yarı yolda bırakmayacak ve asıl güvence Allah’tır. Allah için güven verenin, Allah kendisine duyulan güveni asla boşa çıkarmaz. Bu birçok ayetle bellidir ki, teveklül edenlerin Allah’a teveklül etmesini ve yardımın böylelerinin  Allah üzerinde hakkı olduğu nasla bildirilmektedir.
“Mü’minlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” (Rum 47)

[41] El-Bidaye ve’n-Nihaye, 7/2-3

[42] El-Bidaye ve’n-Nihaye, 7/18-19

[43] Şerhi :

Emirin kendine bağlı bir başka emiri azletme de taziri ve bir örnek
Araplarda sarık (hadisi şerifle de sabit olduğu ve kültürlerinde de olduğu üzere) izzeti ve şerefi temsil eder.Birinin sarığının çıkartılması izzet ile bağı olduğundan onu aşağılama anlamındadır.  Yine ayakkabının birinin alınıp diğerinin yalın bırakılması (ya da iki çift ayakkabısından birine el konulması, yedek ayakkabının haczedilişi)  toplum içinde kişiyi küçük düşürmek için yapılır. O insan İslam ordularının genel kurmay başkanı olduğunu düşünürsek bunun ciddi bir yaptırım ve uygulama olduğunu daha iyi anlarız.
Bugün bizler memuruz yarın emir olabiliriz. Bugün bunları bilmeli dikkat etmeli ki yarın başımıza gelecek bizi üzebilir. Nitekim ne yaptıysak ondan başkası ile karşılaşmayız. Onların (yani emirlerin) hakkı ve duası, ve de bedduası babanın evladı üzerindekinden daha keskindir. Çünkü bu makam Resul-i Ekrem’in itaatte “bana itaat dediği” eş değer olarak gösterdiği bir makamdır. Bu haseple  itaati terkeden kişi tazire maruz kalır ve bu ağır vebalden dolayı İslamda terkine dair tazir uygulanır.

Tazir nedir?
Tazir anlam olarak aşağılama ve tahkir manalarındadır.(Bknz. Fıkhul islami ve edilletuhu/İslam Fıkhı Ans./ Vehbe Zuhayli/7.cilt)Tazir cezası İslamda had cezası ile tayin olunmamış herşey için uygulanabilir. Emre itaatsizlikten başlayarak had ile sabit olunmamış her suç bu kapsamdadır.(İlamul muvakkıin/İbni Kayyım Elcevziyye/ 2.cit 99.s.) Taziri emir ya da görevlendirdiği kimse uygular. Şekli ise görevli yahut da emir belirler. Dövme, hapsetme, tevbih, azarlama, korkutma gibi suçluyu caydırabilecek cezalar verilebilir.

‘’Hakimler tazir cezası verirken hem suçların miktarını hemde suçlunun mevki ve derecesini  göz önüne alırlar.Tazir azarlamak sert yüz göstermek hapsetmek dövmek ensesine tokat atmak veya ön taraf dışında cinsel ilişkide bulunma durumlarında öldürmek, ölüm cezası vermek, memurluktan /emre bağlılıktan azletmek, meclisten kalkmasını bildirmek, ‘’ ey zalim, ey mütecaviz , saldırgan gibi şerefine dil uzatarak tekdir etmek şekillerinde olabilir. Yüzünü karaya boyayıp suçunu halka duyurmak ve döverek dolaştırmakta bir beis yoktur. Asılması da caizdir. Suçlu yiyip içmek ve abdest almaktan men edilmez. Namazını da ima işaret ile kılar. Sonra da iade etmez.(el-Fıkhul İslamiyyi ve Edillietuh-7.cilt 480.s. İslam Fıkhı Ans./Vehbe Zuhayli) ‘’
Afgan cihadından dönen bazıları oradaki bazı Özbek komutanların kendi mahiyeti altındakilere uygulamaları sert bulduklarını anlatıyorlardı.  Oysa ki savaş çok daha ciddi bir ameldir. Birilerinin kadınlarını dul çocuklarını yetim bırakma işidir. Adavetin ve katlin üst zirvesidir. İş ciddidir, hayat memat meselelesidir. O halde işin ciddiyetine uygun hareket etmek gereklidir.

Bir Örnek
Bu meselede Türkiye’den bir Mücahid kardeşimizin şahid oldukları ve başından geçenler:

Dönmüştük ve dinlenmiştik. Sabah olunca kalktık. Arkadaş sıtmaya yada Malarya dediğimiz sıtmaya benzer (yerel bir) hastalığa yakalanmıştı. Tir tir titriyordu. Geldi ve emire dedi ki:
“Ben hastayım ve yatmak istiyorum..”
Emir de ona “bir daha söyler misin?” diyerek cümlesini tekrar ettirdi.
O da aynen tekrar etti. 4’cü defa tekrar edişinde bir şeylerin eksik olduğunu anlamış olacak ki kardeş cümlesini”izin verir misin?” diyerek bitirdi.
Emir “bu oldu” dedi. Sonra ona: “Senin hasta olup olmadığına ben karar veririm. Eğer öyle isen ne yapılacağına da ben karar veririm” dedi. O da: “Seman ve taaten” (“işittik ve itaat ettik”)  dedi.
Bir süre orada bekledi,sonra emir ona yatması ve istiharat için işaret etti.
Uyumadan önce yanına vardım. “Vallahi demin yaşadığın mesleye şahid oldum gerçekten gerildim ve etkilendim” dedim. Oda ban dedi ki;  “Kardeş, biz onlara itaat ile yükümlüyüz. Biliyoruz ki onlara itaat Allah ve Resulüne itaattir. O bana ne derse Resulullah’ın ağzından çıkmış gibi sayıyorum. Aslıda budur. Onlar bizden Allah indinde sorumlu ve hak sahibidir. Bana hakaret ettiğinde “Resulullah’ı ne için kızdırdım?” diye kendi kendime düşünür dururum ve üzülürüm. Allah Resulu “onlara itaat etmek bana itaat  etmektir” diyor. Bu konuda şart ve sınırı mübeyyin masiyet ya da şirki işlememi emrederse, sadece onu yapmam onun dışında itaatsizlik edemem. İtaat zor durumlarda şiddetli anlarda ortaya çıkar.Nitekim Allah Rasulü buyuruyor ki:  “Zorlukta ve kolaylıkta, kederde ve sevinçte ve başkalarının kayırıldığı (sana tercih edildiği senin adam yerine konmadığın) durumlarda emirin sözünü dinle, itaat et.” (Muslim) Allah bu durumdaki itaat eden kimselerin kendi adına yaptıkları bu bağlılıktan dolayı onu sever günahlarını da siler. Ben Yüce Allah’tan bunu umuyorum.
( Şu halde o bana izin verdiğinden  dolayı geri kaldığımın da ecrini alıyorum. Eğer bana zulmetseydi ben yine itaatten el çekmezdim, “…Sırtına vurup malını alsa da emirini dinle ve ona itaat et.” (Muslim) ditor Allah Rasülü, yine bir başka hadiste  :”Kim emirinde hoşlanmadığı bir husus görürse sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış olsun ayrılan cahiliye ölümü üzere
ölür.” (Buhari ve Muslim) bu riski kim göze alabilir? Allah’ın rızasını kaznama cenneti sırtlama yolunda çıktığımız bu yolda heba olur amelimizi boşa çıkarırız Allah korusun. “dedi.)

İşte emre itaatin ibadet olduğunu bilen kimse… İşte Allah yolunda cihada çıkmış kimsedeki ilmin farkı… Bunu anlatan kardeş bu daha sonra gördüğü ikramı da anlattı ki, Allah onun şehidliğini kabul etsin.

Buradan şunu da anlıyoruz ki hastalık itaate engel değildir. Eğer öyle olsaydı namaz düşerdi. Ama taakatince vardır. Çünkü emre itaati emreden, hastalığı bile ona taakatince emretmiştir. Emirlerde rol yapanı bilir ve onlara taakatince emreder. Ama hakikatte kişi hasta olup  emir ona takatinin üzerinde emretmiş ise kişiye yine herhangi günah olmayıp ecir vardır, bunun günah ve vebali emire aittir. Çünkü onlar kendi yaptıklarının bizler de kendi yaptıklarımızın hesabımızı vereceğiz..
“Bir adamın Rasûlullah’a şunu sorduğunu duydum:
__ Başımıza hakkımızı vermeyip, haklarını bizden isteyen
emirler geçerse nasıl davranalım?
Rasûlullah:
__ Onları dinleyin, itaat edin! Onların işledikleri kendi üzerlerine,
sizin işledikleriniz ise sizin üzerinize bir sorumluluktur,
diye buyurdu. (Muslim, Tirmizi)  Sözün özü itaat edilmeli geri kalınmamalıdır. Bize düşen budur. Çünkü rızasını kazanmayı talep ettiğimiz Yüce Allah’ın bizden isteği budur…

[44] 9 Tevbe/117

[45] Buhari, Hadis no: 352

[46] Buhari, Hadis no: 442

[47] Fethu’l-Bari, 1/536

[48] Tirmizi rivayet etmiş ve sahih olduğunu bildirmiştir

[49] Buhari, Hadis no: 7324

[50] Şerhi : (Sahabe yalın ayak savaşa çıkıyor.)

[51] Şerhu’n-Nevevi, 12/197-198

[52] 6 En’am/151

[53] Şerhi : (Şimdikiler daha en başta öldürüyor kürtajla yani.)

[54] 17 İsra/31

[55] Buhari, Hadis no: 7189

Bugün Müslümanlar doğru olan şer’i esaslara göre liderlik ve cemaat halinde çalışmaktan uzak bulunmaktadırlar. Çünkü İslam devleti yoktur ve cihad farziyeti yerine getirilmemektedir. En azından bugün açık olan eğitim ve cihad meydanları yönetim ve cemaat olarak çalışma sahası olmalıdır. Bu mekanlar uygulama, bilgi ve tecrübe kazandırır, kusur ve eksiklikleri ortaya çıkarır. Bunlar da Allah’ın izni ile öncelik sırasına göre tamamlanır ve düzeltilir. Böylece Müslümanlar bu alanda yeterlilik ve uygulamanın en ileri derecesine ulaşırlar. Bu vacip olan bir iştir. Uygulama sırasında hatalar meydana gelir ve eksiklikler ortaya çıkarsa, bu, çalışmayı sürdürmekten alıkoymamalıdır. Çünkü “Tökezlemesiz, yumuşak huylu ve tecrübesiz bilge olmaz” demişlerdir. Aksine bunlar, durumları düzeltmek için motivasyon olmalıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Boşlukları doldurun, yaklaşın ve müjdeli olun”(Buhari)  buyurur. Yani her zaman doğrulukla davranın. Gücünüz yetmezse, ona yakın olmaya çalışın ve iyimser olun. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem sağlığında ve sahabenin hayatta olduğu dönemlerde de hatalar meydana geldi. Bununla beraber kendisi daima yönlendirme ve ıslah etmeyi sürdürmüştür. Halid bin Velid’in Radıyallahu Anhu Beni Huzeyme esirlerine yaptıkları ve Abdullah bin Huzafe’nin ateş yaktırıp, emri altındaki Müslümanlara, içine girmelerini emretmesi bu hataların örneklerindendir. Bu nedenle yanlış yapmak, çalışmaktan alıkoymamalı, aksine motivasyon rolü oynamalıdır. (El Umde Fi İğdadil Udde / 259.S.)

[56] Şerhi:

Yine aynı şekilde Resulullah s.a.v ordusuna, “size saldırmadıkça öldürmeyin” emri vermiştir. Halidin bu tavrı Resulullah’ın emrine muhalif olduğu için sahabeler durmuşlardır. Eğer yollarken böyle bir emir olmasaydı elbette ki uyarlardı. Tabi bunun yanında diğer sahabeler bu emre uymuştur . Resulullah s.a.v onları emire uyduğu için kınamamış, ancak emirlerinin yanlış içtihadından beri olduğunu söylemiştir. Bunu iyi ayırt etmek gerekir.

[57] Buhari, Hadis no: 7145

Hadiste geçen komutanın bunu şaka yollu ya da öfke ile söylediği söylediği hadis kaynaklarında yer almaktadır.

  1. Hadiste geçen komutanın bunu öfke anında söylediği
    İbni Hacer El Askalani Buhari’yi şerh ettiği Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari’de Öfkeli halde verilen hükmün şeriate muhalif olmayan bölümleri yürürlüğe girer demiştir. (Megazi-59 Buhari Hadis No:4340 Fethul Bari / 8. Cilt 374 s. )MEGAZİ /59 : ABDULLAH B. HUZAFE ES-SEHMİ İLE ALKAME B. MÜCEZZİZ EL MUDLİCİ’NİN SERİYESİ – BUNU SERİYETU!L- ENESARİ OLDUĞU DA SÖYLENİR4340- Ali radıyallahu anh: dedi ki “Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir seriye gönderdi. Ona ensardan birisini tayin etti ve onlara ona itaat etmelerini emretti. (Bir sebeple kızıp) Peygamber sallallahu aleyhi vesellem size bana itaat etmenizi emretmemiş miydi deyince onlar : Evet diye cevap verdiler.Kumandanları: O halde bana odun toplayınız, dedi. Onlar da odun topladılar. Haydi bir ateş yakınız, dedi. Ateş yaktılar. Sonra bu ateşe giriniz dedi.Girmek istediler ama biri diğerini tutarak: Bizler ancak ateşten kurtulmak için Peygambere kaçtık, demeye koyuldular. Nihayet ateşte dindi, kumandanlarının da öfkesi dindi.Durum Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca eğer ateşe girmiş olsalardı, kıyamet gününe kadar ondan çıkamazlardı. İtaat maruftadır, diye buyurdu. (Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari / 8. Cilt 374 s. /Polen Yay. 2007)AÇIKLAMA”Kıyamet gününe kadar oradan çıkamazlardı.” Yani o ateşe girmek bir masiyettir. İsyan eden bir kimse de ateşe girmeyi hak eder. Maksadın şöyle olması ihtimali de vardır: Eğer o ateşe girmenin helal olduğunu kabul ederek girmiş olsalardı ebediyen ateşten çıkamazlardı. Çünkü onlar kendilerine yasak kılınmış bulunan kendilerini öldürme suçunu işlemiş olacaklardı.”İtaat maruftadır.” Hafs’ın rivayetinde: “İtaat ancak maruftadır” şeklindedir.Hadis-i Şeriften Çıkarılan Bazı Sonuçlar1- Öfkeli halde verilen hükmün şeriate muhalif olmayan bölümleri yürürlüğe girer.2- Öfke akıl sahiplerinin akıllarını perdeler.3- Allah’a iman ateşten kurtarır. Çünkü onlar: “Bizler ancak ateşten kurtulmak için Peygambere kaçtık” demişlerdi. Peygambere kaçmak ise yüce Allah’a kaçmak demektir. Yüce Allah’a kaçış ise iman için kullanılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O halde Allah’a kaçın. Muhakkak ben sizi onun azabından apaçık uyarıp korkutanım.”4- Mutlak olarak verilen bir emir bütün halleri kapsamaz. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendilerine emirlerine (kumandanlarına) itaat etmelerini emretmiş idi. Onlar da bu emrin öfke haline ve masiyet ile emredilme haline varıncaya kadar bütün durumlar için geçerli zannettiler. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendilerine vermiş olduğu komutanlarına itaat emrinin masiyet olmayan hususlar münhasır olduğunu beyan etmiş bulunmaktadır.İleride yüce Allah’ın izniyle ahkam bölümünde bu meseleye dair daha geniş açıklamalar gelecektir.  (Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari / 8. Cilt 375 s. /Polen Yay. 2007)
    AHKAM -4 Buhari Hadis No: 71457145- Ali b. Ebı Talib şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir seriyye gönderdi, başlarına Ensardan birisini kumandan tayin etti ve askerlere kumandanlarına itaat etmelerini emretti. (Yolda) kumandan (maiyyetine) öfke­lendi de “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana itaat etmenizi emretmedi mi?» diye sordu. Askerler “Evet, emretti!” dediler. Kumandan “Size kesin emrim şudur ki odun toplayacaksınız, bir ateş yakacaksınız, sonra da ona gireceksiniz!» dedi. Askerler odun topladılar ve bir ateş yaktılar. Ateşin içine girmeye yöneldiklerinde durup birbirlerine baktılar. İçlerinden bazısı “Bizler peygambere ancak ateşten kaçmak için tabi olduk, (şimdi biz böyle iken) onun içine mi gireceğiz?” dediler. Onlar böyle iken ateşin alevi söndü ve kumandanın öfkesi geçti. Sonra bu olayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘ e zikrettiklerinde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Eğer ateşe girselerdi ondan dışarı çıkamazlardı. Çünkü itaat ancak makul ve meşru olan emirler hakkındadır” buyurdu. AHKAM -4 Buhari Hadis No: 7145 (Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari / 14. Cilt 161-162s. /Polen Yay. 2007)”Masiyet emredildiğinde ise dinlemek ve itaat etmek yoktur.” Yani bu durumda itaat etmek gerekmez. Tam tersine itaatten kaçınmaya gücü yetenlere bu haram bile olur. Ahmed b. Hanbel’de yer alan Muaz hadisine göre: “Allah’a itaat etmeye ne itaat yoktur. (Ahmed b. Hanbel 213) Dinleme ve itaat etme emri konusunda Ubâde’nin rivayet ettiği hadis açıklanırken bu konu tekrara ihtiyaç kalmayacak şekilde ele alınmıştı. Orada “Ancak idarecilerin (emirin) açık biri küfrünü görürseniz” denilmekteydi. Bu hadis Fiten bölümünde yer almaktaydı. Kısacası devlet başkanı, küfür nedeniyle bilginlerin ittifakıyla görevden çekilmiş sayılır. Her Müslümana bunu yerine getirilmesi gerekli olur. Buna gücü yeten sevabını elde eder.Devlet başkanına yağcılık yapan ise günah kazanır aciz olan kimsenin o topraklardan hicret etmesi gerekir.”Ve bir ateş yaktılar.” Dâvûdi şöyle demiştir: Buradaki ateşten maksat olayda sözü edilen ateştir. Çünkü onlar söz konusu ateşi yakarak öleceklerdi ve içinden canlı olarak çıkamayacaklardı. Dâvûdi şöyle devam etti: Bu “ateş”ten maksat cehennem ateşi olmadığı gibi onların bu ateşe ebediyen kalacakları da değildi. Zira şefaat hadisinde “Kalbinde zerre kadar iman olan kimse ateşten çıkacaktır” buyurulmaktadır. (Buhari “Rikak”,51) Dâvûdi şöyle der: Bu ifade mubah olan tarizler kabilindendir. Onun demek istediği şudur: Bu teklif, vazgeçirme ve korkutma maksadıyla getirilmiştir ki onu duyan kimse bu şekilde hareket edecek kişinin cehennemde ebedi kalacağını anlasın. Söylemek istenen bu değildir, asıl söylenmek istenen engelleme ve korkutmadır.Burada şöyle denilebilir. Söz konusu olayda ki kumandan, onların gerçekten ateşe girmelerini istememiştir. O, sadece idareciye itaatin vacip olduğuna, bu vacibi terk edenin cehenneme gireceğine işaret etmek istemiştir. Olayda sözü geçen ateşe girmek onlara zor geldiğine göre büyük cehennem ateşi sözkonusu olduğunda durumları nice olacaktır! O kumandanın asıl maksadı, sanki askerlerden herhangi birini gerçekten o ateşe girerken gördüğünde ona engel olmaktır.(Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari / 14. Cilt 162-163s. /Polen Yay. 2007)7257- Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir askeri birliği hazırlayıp, başlarına birisini kumandan tayin etti. (Kişi) yolda odun toplatıp ateş yaktırdı ve askerlere ” Bu ateşin içine girin!” dedi. Onlardan bir kısmı ateşe girmek istediklerinde diğerleri ” Biz ateşten kaçıp ( Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘e sığınmış kimseleriz!)” dediler. Seferden dönüşte bu hadiseyi Peygambere zikrettiklerinde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ateşe girmek isteyenler için “Eğer ateşe girmiş olsalardı, kıyamet gününe kadar onun içinde kalırlardı” buyurdu. Diğerlerine hitaben de “Masiyet konusunda kula itaat yoktur. İtaat ancak makul ve meşru olan emirler (maruf) hakkındadır” buyurdu. (Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari / 14. Cilt 303s. /Polen Yay. 2007)
  2. Hadiste geçen söz konusu komutanın şaka olarak bunu dediği görüşü
    Söz konusu emirin bunu da şaka ile söylediği Kurtubi Tefsiri’nde (Nisa Suresi 59. ayete dair açıklamada) şöyle ele alınmaktadır:

    Buharî ve Müslim de İbn Ab-bas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: “Ey iman edenler, Allah’a ita­at edin. Peygambere de itaat edin, sizden olan emir sahiplerine de” buy­ruğu, Sehmili Abdullah b. Huzafe b. Kays b. Adiyy hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber onu bir serîyeye komutan olarak göndermişti.[a1]

     

    Ebû Ömer (îbn Abdi’l-Berr) der ki: Abdullah b. Huzafe şakacılığı ile ta­nınan birisi idi. Onun şakalarından birisi de şudur: Rasulullah (sav) onu bir seriyyeye kumandan tayin etmişti. O da komutası altında bulananlara odun toplayıp ateş yakmalarını emretti. Bu ateşi yakınca, ateşin içerisine kendile­rini atmalarını emretti ve onlara: Rasûlullah (sav) size, bana itaat etmenizi em­retmedi mi? dedi ve: “Kim benim emirime itaat ederse bana itaat etmiş olur” demedi mi? Onlar da şu cevabı verdiler: Bizim Allah’a iman etmemizin, Rasûlüne tabi olmamızın tek sebebi ateşten kurtulalım diyedir. Rasûlullah (sav) onların yaptıklarını tasvip buyurup şöyle dedi; “Yaratıcıya isyanı gerektiren hususlarda hiçbir yaratılmışa itaat yoktur.”

    Çünkü yüce Allah: “Kendinizi öldürmeyin” (en-Nisa, 4/29.) diye buyurdu. Bu isnadı sahih ve meşhur bir hadistir.[a2] Muhammed b. Amr b. Alkame’nin, Ömer b. el-Hakem b. Sevban’dan rivayet ettiğine göre Ebû Said el-Hudri şöyle demiştir: Sehml’i Abdullah b. Huzafe b. Kays, Bedir ashabındandı ve şakacı bir kimseydi.  ez-Zübeyr de der ki: Bana Abdülcebbar b. Said, Abdullah b. Vehb’den anlattı. Abdullah, el-Leys b. Sa’d’den şöyle dediğini nak­letti: Bana ulaştığına göre o, seferlerinden birisinde, Rasûlullah {sav)’in devesinin eğer bağını, çözmüştü; neredeyse Rasûlullah bundan ötürü düşecek idi. İbn Vehb: Leys’e onu güldürmek için mi böyle yapmıştı, diye sordum. O da: Evet o şakacı bir kimseydi, dedi. Meymun b. Mehran, Mukatil ve el-Kelbî de der ki: “Emir sahipleri’nden kasıt, seriyye kumandanlarıdır.

    [a1] Buhâri, Tefsir 4. sûre 11; Müslim, İmâre 31, Tirmizi Cihâd 3; Nesai, Rey’at 28; Müsned, 1, 337.

    [a2] Buhâri, Meğazî 59; Ahkâm 4, Ahbaru’l-Âhad 1- Müslim, İmâre 39,40; Ebu Dâvûd, Cihad 88; Nesai, Beyat 24; Müsned, I, 82, 94,124 (hepsi Ali -r.a- den); İbn Mâce, Cihad, 40 (Ebu Said el-Hudrî’den).

    (İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, 5/297-298.s Buruç Yayınları:  2. Baskı)

[58] Şerhi : Burada kendini yakarak öldürmenin haram olduğu biliniyor. Bir de emirin burada bunu kızgınlıkla söylediği de biliniyor. Kendilerini öldürmeyi istediği de biliniyor. Yani bu hadis isyan etmenin delili olamaz.

Masiyet olan işlerde kişi emire itaat etmez, ama ona karşı ayaklanmaya da gitmez. Emire karşı çıkmamak ve yaptıklarına karşı sabretmek vaciptir. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin” buyurmuştur. (El Umde, 585s.)

[59] Bkz. Ahmed ez-Zerka, el-Kavaidu’l-Fıkhıyye, Kaide 25-28, sayfa 143-148, Birinci Baskı

[60] İbnu Ebi Asım, es-Sünne kitabında rivayet etmiş ve el-Bani sahih olduğunu söylemiştir. S: 492, Hadis no: 1026

Şerh: Ana karşı başkasının tercih olunması: Türkçesi: Adam yerine konulmasan biledir.

[61] Şerhu’l-Akidetü’t-Tahaviyye, 279, el-Mektebu’l-İslami, 1404

[62] Buhari

[63] Şerhi : Çünkü emirlere zatı için değil Allah için itaat olunur. Şeytan ise zatı ön plana çıkararak ya emire itaatte –Allah’ın emrine ve yasağına birebir karşı gelen/haram olan birş eyde-itaat ettirerek işi İslamın dışına çıkarır veya emirin zatını öne çıkararak ondaki herhangi bir eksikliği göstererek onu beğenmeme ve uymama gibi yine İslam dışına çıkararak Allah’a isyan fitilini ateşler.

[64] Müslim

[65] Şerhi : Hz. Osman r.a’ın içtihadına uyduğu için 4 rekat kılıyordu.

Daha düşük fazileti bulunan yol günah olmadığı sürece, fertlerden birinin bu konuda emire muhalefet etmesi doğru değildir. Aksine, cemaatin birliğini korumak için herkesin emire tabi olması gerekir.
Abdullah bin Mes’ud ve Abdullah bin Ömer’in Radıyallahu Anhum hacc mevsiminde Mina’da namazı dört rekat kılan Osman bin Afvan’a uymaları bunun bir örneğidir. Halbuki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir ve Ömer Radıyallahu Anhuma ikişer rekat kılarlardı. Müslim, Nafi’den İbn-i Ömer’in şöyle dediğini rivayet eder: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mina’da iki rekat kıldı. O’ndan sonra Ebu bekir ve Ömer de iki rekat kıldı. Osman da hilafetinin ilk yıllarında iki rekat kıldı, sonra dört rekat kıldı. İbn-i Ömer imam ile beraber kıldığı zaman dört rekat kılardı, ama yalnız başına kıldığı zaman iki rekat kılardı.”
Buhari ve Müslim, Abdurrahman bin Zeyd yolu ile Abdullah bin Mes’ud’tan şöyle rivayet eder: “Osman bin Afvan, Mina’da bize dört rekat kıldırdı. Bu durum Abdullah bin Mes’ud’a haber verilince, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz), Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir ve Ömer Radıyallahu Anhuma ile beraber Mina’da namazı iki rekat kıldım. Dört rekat olarak kılınan namazın, iki rekatı kabul olunsa ne iyidir.”
İbn-i Hacer şöyle der: “İbn-i Mes’ud, evla olana muhalefet gördüğü için “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” demiştir. Ebu Davud’un şu rivayeti de bunu desteklemektedir: “İbn-i Mes’ud dört rekat kıldı. Bunun üzerine ona: “Osman’ı eleştirdin, ama sen de dört rekat kıldın” dediler. O ise; “İhtilaf şerdir” dedi.” Beyhaki’nin rivayetinde şöyle geçer: “Ben ihtilaftan nefret ederim” dedi.”(Fethu’l-Bari, 2/564)
“Burada İbn-i Mes’ud, en efdal olandan bir alt seviyedeki bir uygulama olan (dört rekat kılma) iş konusunda Osman’a Radıyallahu Anhu uymuş ve üstün olanı (iki rekat kılma) ise terketmiştir. Bu da İbn-i Mes’ud’un söylediği gibi ihtilaf yolunu kapatmak içindir. Osman bin Afvan Radıyallahu Anhu, yapmış olduğu te’vil neticesinde namazını dört rekat olarak kılıyordu.”(Fethu’l-Bari, 2/571) (El Umde Fi İğdadil Udde / 292, 293.s)

Hz. Osman’ın niçin namazları Mina’da dört rekat kıldı?

1089- Enes İbn Mâlik’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte öğle namazını Medine’de dört, Zülhuleyfe’de ise iki rekat kıldım.[ Hadisin geçtiği Buhari’deki diğer hadis numaraları: 1546-1548, 1551, 1712, 1714-1715,2951,2986]

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’ye gitmek üzere yola çıkmış fakat Zülhuleyfe’de konaklamıştı. Orada iken kıldığı ilk namaz ikindi namazı olmuştu ve yolculuğunu tamamlayıp tekrar Medine’ye dö­nene kadar bütün namazlarını kısaltarak kılmıştı.”

Hz. Osman’ın niçin namazları Mina’da dört rekat kıldığıyla ilgili olarak şu açıklamalar yapılmıştır:

  1. Hz. Osman Mekke’den evlenmişti: ( “kim bir beldede evlenirse, ora
    halkından sayılır” (Ahmed b. Hanbel, I, 62, Şevkani, III, 229.) hadisini delil getirerek, seferi olmadığını ortaya
    koymak istemiştir.
  2. O müminlerin emiri idi. Dolayısıyla her yer onun vatanı sayılır.
  3. O Mekke’de ikamet etmeye niyetlenmişti.
  4. O Mina’da yeni bir yer edinmişti.(Fethul Bari Muhtasarı /Polen yay. /3.C. 170.syf)

İbni Hacer El Askalani Fethul Bari Şerhi Sahih-i Buhari’de “5. Kişi Bulunduğu Yerleşim Yerinden Ayrılınca Namazı Kısaltarak Kılmaya Başlar” konusunda yukarıdaki 1089 ve 1090 numaralı hadisleri şerh ettiği aynı yerde şunları da zikretmiştir:

Hz. Osman’ın niçin bu şekilde hareket ettiğiyle ilgili olarak nakledilen bir açıklamada şöyledir: “O yolculuk sırasında namazların kısaltılarak kılınması hük­münün yolculuk seyir halinde olan kimselerle ilgili olduğunu, fakat bir yerde konaklayanların namazları tam olarak kılmaları gerektiği görüşündeydi.”

Bu görüşün delillerinden biri Ahmed İbn Hanbel’in hasen bir senedle Abbâd İbn Abdullah İbnü’z-Zübeyr’den naklettiği şu rivayet olabilir: “Abbâd dedi ki: Muâviye haccetmek üzere Mekke’ye geldiğinde bize öğle namazını iki rekat kıldırmıştı. Sonra Dârü’n-Nedve’ye gitti. Bir süre sonra Mervân ile Amr İbn Osman onun yanına gelerek: “Sen amcanın oğlunu namazları tam olarak kıldırdığı için kınamıştın değil mi?” dediler. Muâviye onlara şöyle cevap verdi: “Osman Mekke’ye geldiği zaman öğle, ikindi ve yatsı namazlarını dört rekat kıldırırdı. Sonra Mina’ya ve Arafat’a çıktığında namazları kısaltarak kılardı. Hac vazifesini bitirip Mina’da konakladığında ise artık namazları tam olarak kılardı.”(Fethul Bari Muhtasarı /Polen yay. /3.C. 170.syf)

İbn Battal ise görüşlerini şöyle dile getirmiştir: “Bu konuyla ilgili doğru açık­lama şudur; Hz. Osman ile Aişe, Resûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem ümmete kolaylık olsun diye namazları kısaltarak kılmayı tercih ettiğini düşünüyorlardı. Onlar ise kendileri için zor olanı seçmişlerdi.”

îbn Battâl’ın bu açıklamasını kabul eden Kurtubî gibi âlimler de bulunmak­tadır. Fakat ilk açıklama bir rivayete dayandığı ve râvî de Hz. Osman’ın niçin bu şekilde hareket ettiğini açıkladığı için daha tercihe şayandır.

Tahâvî’nin naklettiği bir rivayette farklı bir açıklama vardır: “Zührî şöyle der: Osman Mina’da namazı dört rekat olarak kıldırmıştı. Çünkü o dönemde din konusunda pek fazla bilgileri olmayan bedevilerin sayısı iyice artmıştı ve Osman onlara namazın dört rekat olduğunu göstermek istemişti.”

Beyhakî’nin Abdurrahmân İbn Humeyd İbn Abdurrahmân İbn Avf  Babası Humeyd İbn Abdurrahmân İbn Avf – Hz. Osman senediyle naklettiği rivayete göre Hz. Osman Mina’da namazı tam olarak kılmış ve sonra cemaate şöyle hitap etmiştir: “Namazları kısaltarak kılmak Resûlullah’ın sallallâhu aleyhi ve sellem ve O’ndan sonra gelen iki arkadaşının sünnetidir. Ancak burada din konusunda bilgi sahibi olmayan insanların sayısının arttığını gördüm ve iki rekat kılmam durumunda namazları devamlı olarak iki rekat kılmalarından korktum.”

İbn Cüreyc’in naklettiğine göre bir bedevi Hz. Osman’a Mina’da iken ses­lenmiş ve: “Ey müminlerin emiri ben geçen yıl senin iki rekat kıldırdığını gördü­ğüm günden beri namazı iki rekat kılıyorum” demiştir. İşte bu rivayetler birbirini desteklemektedir. Dolayısıyla Hz. Osman’ın böyle bir amaçla namazları tam olarak kıldığını söylemek de mümkündür. Bununla birlikte benim tercih ettiğim görüş ile bu açıklama arasında bir çelişki olduğu da söylenemez. Hatta bu açık­lama benim tercih ettiğim görüşü desteklemektedir. Zira seyir halinde olma du­rumunun aksine yolculuk sırasında herhangi bir yerde konaklama durumu yolcu olmama haline (ikâmet) daha çok benzemektedir ve konaklama hali ikamet haline kıyas edilebilir.

Hz. Aişe ise namazı niçin tam olarak kıldığını net bir şekilde açıklamıştır. Bu sebep de Beyhakî’nin Hişam İbn Urve – Urvc İbnü’z-Zübeyr yoluyla naklettiği bir rivayette açıklanmıştır: “Hz. Aişe yolculukta namazları dört rekat kılardı. Ben ona: İki rekat kılsanız!’ dediğimde: Yeğenim, namazları dört rekat kılmak bana zor gelmiyor ki!’ diye cevap verdi.” Bu rivayetin senedi sahihtir. Bu rivayet Hz. Aişe’nin kısaltma hükmünü ruhsat olarak yorumladığını ve herhangi bir sıkıntı meşakkat duymayan kimselerin yolculukta iken namazları dört rekat olarak kılmasını daha faziletli kabul ettiğini göstermektedir.(Fethul Bari Muhtasarı /Polen yay. /3.C. 171.syf)

Alimlerin çoğunluğunun tercih ettiği görüşü destekleyen rivayeti ise Ebû Ya’lâ ile Taberânî sağlam (ceyyid) bir senedle Ebû Hüreyre’den nakletmişlerdir. Bu rivayete göre Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekir ve Ömer radıyallahu anhümâ ile birlikte yolculuk yapmış ve hepsinin Medine’den çıkıp Mekke’ye doğru yola koyulduklarında, hem seyir halinde iken hem de Mekke’de konakladıkları sırada namazları iki rekat olarak kıldıklarını belirtmiştir. (Fethul Bari Muhtasarı /Polen yay. /3.C. 172.syf)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.