Çarşamba, 29 Şevval 1445
Fertlerin Emire Karsi Gorevleri Ve Emirlere Nasihat

Fertlerin Emire Karşı Görevleri ve Emirlere Nasihat

Fihrist

  1. BÖLÜM: EMİRLİK
    -GİRİŞ
    A- Emir nedir? İmam Nedir? Niçin gereklidir?
    İmam Kimdir?
    Emir ve Ulü’l-emr kimdir?
    Grubun içine girmekle itaat altına girilmiş sayılır mı?
    Biat için elleri el üstüne koymak şart mıdır?
    Bir Müslümanın şahsını ve ismini bilmediği meçhul birine bey’at etmesi caiz olur mu?
    Çok başlılığın fesat anlamına geldiği
    B- İtaat Etmenin Farziyetine İlişkin Deliller
  2. BÖLÜM: EMİRLERE NASİHAT
    A- Emire Nasihat Etmenin Gerekliliğinin Delili
    B- Yöneticilere Yapılacak Nasihatın Kapsamı
    C- Uyarı
    D- Yöneticiye, Gizli Olarak Nasihat Etmek Daha İyidir

GİRİŞ

Meshler üzerine mesh yapmak, fıkhi mesele olmasına rağmen Şia ve Hariciler gibi bid’atçiler meshler üzerine mesh yapılmasına muhalefet ettikleri için Selefu’s Salihin ehli hadis ile bidatçilerin arası ayrılsın diye bu meseleyi akide kitaplarına almıştır. Ehli sünnetin meshler üzerine mesh yaptığını akide kitaplarında ve risalelerinde açıkça belirtmişlerdir. Aynı şekilde Selef emirlik meselesine fıkhi bir mesele olmasına rağmen akide kitaplarında yer vermiştir. Bunu bidatçilerden ve sapık fırkaların görüşlerinin, ehlisünnetin görüşünden ayırmak için yapmışlardır. İşte böylece selef, sahih akidenin korunmasına dikkat etmiş ve özen göstermiştir.

Bahsi geçen meselenin ne denli önemli olduğu ve bu meseleye riayetin akideye riayet, ehlisünnet çizgisinde yürümek anlamına geldiğini bilen selef tarihi boyunca Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlamadaki bu kilit noktayı akide meselesi altında incelemiştir. Bidat ehli ve sapkınlarla arasını ayırmada emire itaati de koymuştur. Fırkaların ve bidatcilerin bu meseleyi gündeme dahi getirmemeleri, ehli sünnet ile ayrıştıklarının ve cehaletlerin göstergesidir. Bunun yanı sıra heva ehlinin nefislerine ağır gelen her meselede aynı tutumu göstermesi onların ehli sünnet ile aralarındaki ayırgacı konumundadır.

Bidat ve heva fırkaları, emir ve itaatten daha çok, eski cahiliyye Araplarında da yer alan çok fikirliliği ve oy birliğine dayalı görüş kabulünü benimsemişlerdir. Hatta bunun üstünlüğünü savunmaya kadar ileri gitmişlerdir. Bencillik ve fesat kokan girişimleri İslam’ın ilk kırılan kulbu olan emirlik müessesine zarar getirmeyi amaçlayıp, Müslümanların saf bağlayarak savaşmalarına (saf suresi)  engel teşkil etmiştir. Artık her nefse ağır gelen dini usul ve husus gibi akide kitaplarına kadar girmiş bu önemli mefhum günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur. Demokratik ortamda dünyaya gelen günümüz hocalarının da gündeminden uzak olmuş, ancak mevcut siyasi yönetimleri ve İslami olmayan oluşumları ayakta tutmak üzere “ulul emr” kisvesi altına “demokrat ve laik” lere Müslümanları itaat ettirmek adına zaman zaman kullanıla gelmiştir. Tağutların destekçileri olan belamlar tarafından dalkavukluk adına sulandırılan bu durum, iktidar yalakalığı dışında bahse konu edilmemiştir.

Çünkü emirlik mefhumunun ihyası demek Müslümanların birbirilerine omuz vermeleri, ümmetin birliğini kendi nefislerinin önüne geçirmeleri demektir. Çünkü emirlik mefhumu, lider etrafında toplanarak geçmişte olduğu gibi ülkeler yıkıp, kıtalar fethetmeye yol açacak, zorba saltanatlara ve sultalara son verecek bir beraberliğin çekirdeğidir. Bunun için kafirler tağutlar ve İslam düşmanlarının yanı sıra rahat düşkünleri, korkak ve pısırıkların, nefis düşkünü heva ehlinin, bidatçi sapkınların, itaat etme zilletine katlanmadan izzet sahibi olmaya çalışanların sümen altı mevzusu olmuştur.

Çünkü emirlik mefhumunun ihyası demek, İslam’ın onurlu ve izzetli günlerinin ihyası demektir. “Benci”likle beslenen nefis putunun ayaklar altına alınarak “biz” olmayı,  hep beraber büyük putları devirmeyi sağlayacak gücün teşekkülünü sağlamaktır.

Bu yüzden şeytan ve azgın avanesinin bu mefhumu unutturması ve karşı cepheye alması tesadüf değildir.

Her Müslümanın yöneticilerin hükmünü ve ruknunu bilerek buna göre hareket etmesi ve bu önemli meseleyi öğrenerek kardeşlerine de aktarması dinde ve ehli sünnet vel cemaat yolunda sabit kalması açısından önemlidir. Çünkü bu konu bilinmesi fariza olan konulardandır.

Her bir yönetilenin yöneticinin hükmünü mutlaka bilip öğrenmesi üzerine farzdır. İmam Gazali El Mustesfa’sında şöyle der: ‘’Yönetilenlerin,yönetenlerin hükmünü bilmeleri vaciptir.’(el-Mustesfa/2.cilt/390.s/İmam Gazali)

Vacibi İslam fıkhında, yapılması farz seviyesinde olmayan fakat sünnetten daha kuvvetli olan dinî hükümler anlamında sadece Hanefi Mezhebi’nin âlimleri kullanmışlardır. Bu tanıma göre; vitir ve bayram namazları, namazda Fatiha Suresi’ni okuma ve kurban kesme vaciptir. Vaciplerde bir işin yapılması istenir. Vacip bir emri yerine getirmeyen kişi günah işlemiş olur. Ahirette ceza görür ve dünyada da kınanır.

Ancak genel itibari ile vacip İslam’da yükümlü sayılan insanların yerine getirmesi zorunlu olan işler, farz emirler anlamındadır. İslam hukuk alimlerinin çoğu (Cumhur-u ulema), vacibi farz anlamında kullanmışlardır. Keza hadislerde de bu böyle yer almaktadır. “Cünüplükten sonra gusül yapmak vaciptir.” (Hadis)

 

 فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ / Size Emredileni hemen yapın! (Bakara – 68)

A- Emir nedir? İmam Nedir? Niçin gereklidir?

Emirleri dinlemek ve onlara itaat etmek, ibadettir. Çünkü onlara itaat etmek, Allahu Teala’ya ve Rasulü’ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem itaat etmenin bir parçasıdır. Dinlemek ve itaat etmek, Müslümanların birlik olmalarının ve cemaat haline gelmelerinin en önemli sebeplerindendir. Onlara itaat edilirse çekişme, ihtilaf, bölünme ve kuvvetin kaybolması önlenmiş olur.

Peki ya emir ile çekişirse durum ne olur? İşte bu şeytanın araladığı isyan kapısıdır.

Bu nedenle İslam, ihtilafı ve bölünmeyi önlemek için Müslümanların sadece bir yöneticilerinin olmasını öngörmüştür.

Hangi iş olursa olsun, mutlaka bir yönetici ile yerine getirilir. Bu yöneticinin Müslümanların imamı olması ile kendi aralarından belirledikleri emirlerinden birinin olması arasında bir fark yoktur.

Burada Emirin kim ve ne olduğunu mahiyetini ayette kastedilen ulul emr’in kimliğini ve imamlığın manasını açıklamamız gerekir.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin.”

 

İmam Kimdir?

Buhari’nin Kays bin Ebi Hazm’dan yaptığı şu rivayet buna delalet etmektedir: Ahmesoğullarından bir kadın Ebu Bekir’e Radıyallahu Anhu şöyle sordu: “Cahiliyyeden sonra Allah’ın bizlere nasip ettiği bu durum üzerinde ne kadar kalacağız?” Ebu Bekir Radıyallahu Anhu: “İmamlarınız istikamet üzerinde bulunduğu sürece” dedi. Bunun üzerine kadın: İmamlar da kimdir?” dedi. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu şöyle cevap verdi: “Kavminin, kendisine itaat ettikleri reisleri olmadı mı?”. Kadın: “Oldu” deyince, Ebu Bekir Radıyallahu Anhu: “İşte insanların imamları onlardır” diye cevap verdi.”[Buhari, Hadis no: 3934] İbn-i Hacer Rahimehullah bu hadisi açıklarken şöyle der:  “İmamlarınız sizin için istikamet üzere olduğu sürece” sözü ise, insanların, yöneticilerinin dini üzerinde olduğunun belirtilmesi içindir. İmamlardan kim bu durumu değiştirirse, hem kendisi sapar ve hem de (tabi olanlarını )halkı saptırır.”[Fethu’l-Bari, 7/151]

Emir ve Ulü’l-emr kimdir?

Ey iman edenler! Allah ve Rasülüne itaat ettiğiniz gibi sizden olan ülü’l-emre de itaat edin (Nisa 59)

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Ulü’l-emr, işlerin idaresini elinde bulunduran yöneticilerdir. Halkı bunlar yönetirler. Güç ve iktidar sahipleri ile söz ve ilim sahipleri bu işte ortaktırlar. Bu nedenle Ulü’l-emrler; alimler ve yöneticiler olmak üzere iki sınıftan oluşur. Bunlar düzelirse, insanlar da düzelir. Bunlar bozulursa, insanlar da bozulurlar. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu, “Ne zamana kadar bu şekilde kalacağız?” diye soran el-Ahmusiyye’ye şöyle cevap vermiştir: “Yöneticileriniz sizin hakkınızda doğru olmaya devam ettikleri sürece.” Mal sahipleri ile ilim ve din ehli de bu yöneticiler kapsamındadır. Kimin, kendisine tabi olanları varsa, o kişi ulü’l-emr kesimindendir. Bunlardan her birinin Allah’ın Subhanehu ve Teala emrettiklerini emretmesi ve yasakladıklarını da yasaklaması gerekir. İtaat etmesi gereken herkesin, Allah’a itaat ettikleri sürece bu yöneticilere itaat etmesi gerekir. Allah’a isyan olan işlerde bu yöneticilere itaat edilmemelidir.”[İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 28/170][2a]

Bu konuda Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Kim emire itaat ederse bana itaat etmiş, kim ona isyan ederse bana isyan etmiş olur.”[Müslim] Buhari’de “Benim emirim” şeklinde rivayet olunmaktadır. Burada emir, hem Müslümanların imamı ve hem de onun görevlendirdiği kişiyi kapsar.[Fethu’l-Bari, 13/122] Aynı şekilde Mute Savaşı’nda olduğu ve “Üç kişi bir yolculuğa çıkarsa, içlerinden birini kendilerine emir tayin etsinler” hadisinde belirtildiği gibi, imamın bulunmadığı yerlerde kendisine görev verilen emiri de kapsar. Bu şekilde tayin edilen bir emir, imam tarafından görevlendirilmemiş olmasına rağmen, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona da “emir” sıfatını vermiştir. Hadisi rivayet eden Ömer İbnu’l-Hattab Radıyallahu Anhu, “Bu, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem görevlendirdiği bir emirdir” der.[Bezzar, sahih bir sened ile rivayet etmiştir.]

Grubun içine girmekle itaat altına girilmiş sayılır mı?

Demek istediğimiz, kamp emirinin şer’i bir yönetici ve görev alanında ulü’l-emr sıfatında olduğudur. Fertler, itaat konusunda emir ile ahitleşmeseler dahi, yöneticilere itaat etmenin vacipliliği konusunda İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:

“İtaat edeceği hakkında ahit bildirmese ve yemin etmese de, ulü’l-emre itaat etmek ve ona öğüt vermek, namaz, oruç, hacc, zekat ve Allah’a itaat olan diğer vacip ibadetler gibi, Allah’ın ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem emri gereği kişi üzerine vaciptir. Bunun için kişi ayrıca yemin ederse, Allah’ın ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem yöneticilere itaat edip nasihat etmek konusunda emrettiklerini pekiştirmiş olur. Bu konuda yemin eden kişi, ister Allah adına yemin etsin, ister Müslümanların yaptığı başka bir şekilde yemin etsin, yaptığı yemine bağlı kalması gerekir. Yemin etmese de, Allah ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem yöneticilere itaat edilmesi emrini yerine getirmesi kişi üzerine vacip iken, bunu yeminle pekiştirmesi halinde durum nasıl olur? Aynı şekilde yemin etmese bile, Allah ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yöneticilere isyan etmeyi ve onları aldatmayı yasakladığı için kişinin bundan kaçınması vaciptir.

Bu nedenle Allah’ın ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem emrettiği yükümlülüklerden olan, yöneticilere itaat ve onlara nasihat etmek, namaz, oruç, zekat, hacc, adalet veya emanetleri ehline vermek gibi görevler için yemin eden kişiye, yeminini çiğnemesi ve onun aksine hareket etmesi yönünde bir fetva vermesi hiçbir kişi için caiz değildir. Kim bunlara yeminlerini çiğnemesi ve aksine hareket etmesi için fetva verirse, yalan söyleyerek Allahu Teala’ya iftira etmiş ve İslam’dan başkasıyla fetva vermiş olur. Hatta yemin etmese bile satış, nikah, kira, yerine getirilmesi vacip olan ve yemin ettiği taktirde vacipliği pekiştirilmiş bulunan diğer akitler için kişilere, yaptığı yeminin aksine hareket etmesi ve akitlerini bozması için kim fetva verirse, Allah’a iftira etmiş ve İslam’dan başkasıyla fetva vermiş olur. Bireysel akitler için durum böyle ise, uyulması için Allah’ın emrettiği akitlerin en büyüğü olan ulü’l-emr ile yapılan itaat akdine uymamanın durumu nasıl olur?”[İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 35/9-11] Kişiler bu konuda söz vermese ve yemin etmese de, yöneticilere itaat etmenin vacip olduğuna ilişkin durum budur.

Biat için elleri el üstüne koymak şart mıdır?

Biat için illede seremoni şeklinde el sıkışma ya da eli elin üzerine koymak gerekmez. Nitekim tanınmayan bir emire de biat edilir. Böyle olsa biat için hicret gerekirdi. Tanınmayan bir emire biat konusunu şu soru ile yanıtlayalım:

Bir Müslümanın şahsını ve ismini bilmediği meçhul birine bey’at etmesi caiz olur mu?

“Ahkamu’s-Sultaniyye” isimli kitapların yazarları ittifak ile bunun caiz olduğunu, hüccet olan hal ve akd ehli dışında herkesin imamı bizzat tanımasının vacip olmadığını, halkın sadece hilafetin layık olan kişiye gittiğini bilmekle yükümlü olduğunu söylerler.

Maverdi Rahimehullah şöyle der: “Veliahtlık yolu veya seçim ile biri halife olsa ve hilafeti istikrar bulsa, bütün ümmetin hilafetin layık olan kişiye gittiğini bilmesi ve hüccet sayılan ve bey’atlarıyla halifeyi tayin eden hal ve akd ehli dışında, halkın halifenin adını ve kendisini bilmesi gerekmez. Süleyman bin Cerir, “Allah’ı ve Rasulü’nü bildikleri gibi bütün halkın halifenin ismini ve cismini bilmesi vaciptir” der.  Cumhur ise, herkes için tafsilatıyla değil, genel olarak bilmenin yeterli olduğunu söyler. Başa gelen musibetler zamanı dışında, herkesin halifeyi ismen ve cismen bilmesi mümkün değildir. Nitekim insanlar arasında mahkemelerde hüküm veren hakimler ve halka fetva veren  alimlerin isim ve cisimlerini bilmek de, başa gelen musibetler zamanı dışında, gerekli değildir. Ümmetten her ferdin imamı ismi ve cismi ile bilmesi zorunlu olsaydı, onun için hicret etmek gerekirdi ve uzakta yaşayanların bundan uzak durması caiz olmazdı. Bu da şehirlerin ve ülkelerin boşalmasına, örfün dışına çıkmaya ve fesadı yaymaya sebep olurdu.”[Maverdi, el-Ahkamu’s-Sultaniyye, 15]

Yukarıda anlatılanlardan biat için illede elleri el üzerine koyma zorunluluğunun olmadığını da anlamışsındır. Zaten biatın el üstüne elle konulması el sıkışmak cinsinden bir alışveriş eylemi hareketine benzemiştir.

İbn-i Haldun şöyle der: “Bey’at, itaat etmek üzere verilen ahittir. Bey’at eden kişinin, yöneticisine, hem kendisinin ve hem Müslümanların işlerine bakması için söz vermesi, bu konuda kendisine karşı çıkmaması, sevdiği ve sevmediği şeylerde yükleyeceği her işte itaat edeceğini kabul edip söz vermesi demektir. Emire bey’at ettikleri ve söz verdikleri zaman ahdi pekiştirmek için onunla el ele tutuşurlardı. Bu da satıcı ve alıcının tutuşmasına benzemiştir. Bu nedenle ismine, bey’at denilmiştir. “Ba’a (sattı)“ kipinin mastarıdır. Bey’at ellerle tokalaşmak şeklinde yapılmıştır. Dilde ve şeriatın örfünde bey’atın anlamı budur. Akabe gecesi ve ağacın altında Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem yapılan bey’atı anlatan hadiste kastedilen budur.”[İbn-i Haldun, Mukaddime, 209]

Çok başlılığın fesat anlamına geldiği

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de mutlaka fesada uğrarlardı.” (21 Enbiya/22)

İmam Maverdi ve başkaları bu ayeti delil göstererek Müslümanların birden çok imamının olmasının caiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bunda bozgunculuk vardır.[1] İbn-i Kesir (rahimehullah), Tevbe Suresi’nin başında İbn-i İshak’tan şöyle rivayet eder: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hicretin dokuzuncu yılında hacc için Ebu Bekr’i (radıyallahu anh) emir olarak görevlendirdi. Arkasından ilk “Berae”yi (ultimatom) duyurmak için Ali bin Ebi Talib’i (radıyallahu anh) gönderdi. Ali bin Ebi Talib (radıyallahu anh), Rasulullah’ın adba’ adındaki devesiyle yola çıktı ve Ebu Bekir’e (radıyallahu anh) yetişti. Ebu Bekir (radıyallahu anh) O’na, “Emir misin, memur musun?” dedi. Bunun üzerine Ali bin Ebi Talib (radıyallahu anh), “Memurum” dedi ve yola devam ettiler.[2] Ebu Bekir’in (radıyallahu anh), “Emir misin, memur musun?” demesi, yönetimin başında ancak bir kişinin bulunması gerektiğine işaret etmektedir.

Bu her yerde bir emirin bulunması gerektiğine yeterli bir delildir.


Dipnotlar ve Şerhler

[1] Maverdi, el-Ahkamu’s-Sultaniyye, 27

[2] Tefsiru İbn-i Kesir, 2/334

[2a] İbni Hacer El Askalani Buhari Şerhinde Nisa 59. Ayet ile ilgili 4584 Nolu Hadisi açıklarken Ulul emrin ne olduğuna dair şu bilgileri vermiştir.
(Nisa 59. ayette geçen) Ulu’l-emr ile kimin kastedildiği hakkındaki görüşleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Ebu Hureyre’ye göre, ulu’l-emr ile tüm idareciler kastedilmiştir. Ondan bu gö­rüşü imam Taberi sahih bir senetle nakletmiştir. Ayrıca Meymun İbn Mihran ve daha başkalarından da buna benzer rivayetleri aktarmıştır.
2- Cabir İbn Abdillah’a göre ulu’l-emr, ilim ve iyilik (hak) sahibi kimselerdir.
3- Mücahid, Hasan-ı Basri ve Ebu’l-Aliye’ye göre ulu’l-emr alimlerdir.
2- Mücahid’den, bir önceki görüşünü taşıyan rivayetten daha sahih bir senetle ulu’l-emrin sahabe olduğuna dair bir görüş daha nakledilmiştir. Bu, (muteber olmayan) dar kapsamlı bir yorumdur. (Fethul Bari Şerh-i Sahih-i Buhari / 9. Cilt, 34. s.)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.